Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İZMİR'de bir apartman. Birçok apartman gibi "Türkiye'nin aydınlık yüzleriyle" dolu. Çoğu Cumhuriyet okuru. Asker, akademisyen, avukat, mühendis, hâkim ve sonra yine akademisyen olmak üzere son derece müstesna sakinleri var. Böyle bir apartmanda olabileceği gibi bir de kapıcı var. Ya da daha dantel örtülü ve temiz haliyle söylersek "apartman görevlisi".

        Kapıcı'nın bir de karısı var, hasta. Rahminde bir kitle var ve kötü olduğu ortaya çıkmış vaziyette. Kadının kanaması başlamamış. Kapıcı karısını hastaneye götürecek. Götürecek ama... Yönetici ve eşbaşkan izin vermiyor. Nasıl yani? Öyle. Karısının kanamasının izin gününde olmasının daha yerinde olacağına karar vermiş yönetici ve eşbaşkan.

        "Türkiye'nin aydınlık yüzü" kendine bir aynada baksa ne kadar zalim olabildiğini görebilir miydi? İyi insanların ellerinde güç bulunduğu zaman bir canavara dönüşmemelerinin hiçbir garantisi olmadığını anlayabilirler miydi? Sanmam, çünkü bu ilk suçları değil.

        AŞKINA KOŞAN KAPICI

        Daha önce de bir kapıcısı vardı bu apartmanın. Kapıcılık biliyorsunuz ailecek yapılan tuhaf bir iştir. Babanız kapıcı ise siz de kapıcı olursunuz, kocanız kapıcı ise siz de öylesinizdir. O mesleğin bir parçasısınızdır ve apartman hiçbir zaman bir aileyi topyekûn çalıştırmanın ne vicdani ne de maddi yükümlülüğünü üstlenir.

        Aileye bedavaya yaşanacak bir yer verilmiştir ya! Daha ne istenmektedir. İşte o apartmanın da böyle bir "kapıcı ailesi" vardı. Ama ne yazık ki günün birinde kapıcı baba, karşı apartmanın kapıcısının karısına âşık oldu... Kaçtılar. Kapıcının iki çocuğu ve bir de çekilmez karısı vardı. Kapıcı bir süre sonra apartman yönetimine mektup yazıp kıdem tazminatını istedi. Bu durumda apartman bir karar vermeliydi. Verildi:

        "Sözü geçen şahsın ahlaki düşüklüğü sebebiyle kıdem tazminatının ödenmemesine... Olayın dolaylı parçası olan eşinin ve çocuklarının derhal kapı dışarı edilmesine... "

        Türkiye'nin aydınlık yüzü, ahlaki düşüklüğü yoksul insanlara karşı vicdansızlık etmenin meşru bir sebebi olarak görüyordu ve hepsi kendi içlerinden değil, dışarıdan gelecek "tehlikenin farkındaydı"!

        "TEHLİKENİN FARKINDA"

        Başbakan mitinglerde Kılıçdaroğlu için konuşurken müstehzi bir ifadeyle "Alevi biliyorsunuz" diyor. "Anladınız siz onu!" der gibi. Sonra da başlıyor "eline, beline, diline" makamından. Orada da bitmiyor. Başbakan, dudak ısırtan bir özgüvenle siyasi röntgenciler tarafından, yasadışı bir şekilde çekilmiş seks kasetlerindeki görüntülerin ahlaki düşüklük olduğunu anlatıyor. Başbakan durmadan kasetlerden, Başbakan durmadan "ahlaki düşüklükten" söz ediyor. Ve bunu öyle bir yapıyor ki sanki bu siyaset dışı, "temiz" kalması gereken, hatta siyaset üstü, insani, vicdani bir endişeden bahseder gibi... Yani siyaset ayrı; bizim derdimiz insanlık! Bizim derdimiz aile! Bizim derdimiz toplumun nereye gittiği! Başbakan ahlakı siyasallaştırıyor. Bir daha söyleyeyim:

        Başbakan ahlakı siyasallaştırıyor. Böylece temizlik ve pislik de siyaseten nereye ait olduğunuza dair bir mesele oluyor. Mütedeyyin değilseniz ahlaken düşük, AKP'li iseniz ahlaken başınız arşıâlâya değer oluyorsunuz.

        KİM DAHA DÜŞÜK?

        Oysa hepimiz düşüyoruz. İnananlar ve inanmayanlar, AKP'liler ve Kemalistler, o taraftakiler ve bu taraftakiler. Vicdan, bu kelimeyi tekrar edip duranlardan çok azında bulunabiliyor. İnsana, her iki tarafta da istisnai olarak rastlanıyor. Güç eline geçtiğinde onu zalimliğe dönüştürmeyen yok gibi artık aramızda. Ahlaksızlık sevişmekle ilgili bir şey değildir çünkü, merhametsizlikle ilgilidir daha ziyade.

        Her iki taraf da ahlakı, vicdanı, insanlığı, inancı siyasetin dışında göstermeye çalışırken ahlaken düşüyoruz. Ama hep birlikte. Kimse kimseden daha aşağıda değil aslında.

        Diğer Yazılar