Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR dostum, kendisini pek mutlu etmeyecek seçim sonuçlarını artık üç aşağı beş yukarı bildiğimizi ama düşünmeye katlanamadığı ve seçim sonrası ruh sağlığını bozacak şeyin "yandaş medyada" yapılacak seçim zaferi yorumları olduğunu söyledi dün. Kasım kasım kasılan yazarlar, kurum kurum kurulup "Ne biçim geçirdik ama!" cümlesinin tadını ağır ağır çıkaracak olan hükümet yanlısı yorumcular...

        Haklı, insanın sinir sistemini epey hırpalayan, iktidar yanlısı, kalabalık bir geveze grubu var hakikaten ve şu anda bile bir gazeteciye, yazara yakışmayacak bir şekilde partizanlık havasından gidiyorlar. Misal, Marie Antoinette görünümlü genç bir hanım gazetecinin geçen gece, "İnsan nasıl AKP'ye karşı olur anlamıyorum!" diye hayretle yanıp tutuşmasını gördüm ekranda.

        İngilizce'de dendiği gibi "yarın yokmuş gibi" iktidar partisini savunuyordu, tıpkı onlarca ablası ve abisi gibi.

        DUYGUSAL CAM

        Dostumla konuşurken kendimi yokladım, artık pek bir şey hissetmiyorum. Çok sinirlenmiyorum, çok öfkelenmiyorum. Tuhaf bir biçimde uzaklaştım. Sanırım duygusal istiap haddim doldu memleketin siyasal vaziyetiyle ilgili. Artık maruz kaldığımız bu tımarhane benzeri siyasal atmosferi belli bir mesafeden seyretmeye başladım sanki.

        Çok üzülünce insanın içi çöker ya, sessizleşir, kilitlenir ya, öyle bir şey oldu bana. Mitingleri, konuşmaları, tartışmaları bir tür duygusal camın ardından izliyorum sanki. Ve bu camın arkasından görünenlerden üzerine söz söylenmeye değer olanı şu "dicitıl hayaller âlemi". Seçmen Harikalar Diyarı'nda "procelendirmesi"!

        BETON BAŞARISI

        Başbakan söylediği şeyleri, eğer bunlar birtakım müteahhitlik projeleriyle ise yapıyor, amenna! Yani AKP; Kürt meselesi, siyasal özgürlük, siyasette sivilleşme, darbeyle yüzleşme, adalet vesaire gibi ideolojik taahhütlerde pek skor kaydedemiyor olabilir, ama çimento ve betonla ilgili onları tutabilene aşk olsun!

        Mesela, Yassıada için yapılan "Özgürlükler Adası" projesinde ada kısmını yapabiliyorlar ama özgürlük kısmına gelince... Olmuyor, olamıyor. (Ya da acaba özgürlük isteyen herkesi bu adaya mı gönderecekler? Öyle ise başarı kaçınılmaz.)

        'DİCİTIL' İNSANLAR

        Başbakan yapacağı kesin olan projeleri mitinglerde, TV programlarında müthiş güzel dijital animasyonlarla gösteriyor. Dijital animasyonlarda kolları gövdesine yapışık yürüyen, donuk insan figürleri de var. Her seferinde, "Acaba Türkiye'de hayat böyle mi olacak? Hepimiz çok cilalı bir ülkede, tıpkı bize gösterilen dijital örnek insanlar gibi, her an izlendiğimizi bildiğimiz için uygun adım yürümek mi zorunda kalacağız?" diye soruyorum kendime. Ama mesele bu değil.

        Projeler hakikaten enteresan ve etkileyici. Taksim Meydanı'nın öyle olmasını ben de isteyebilirim örneğin. Ya da Diyarbakır için yapılan projeleri, öğrendiğimiz kadarıyla zaten Diyarbakır halkı ve belediyesi yıllardır istiyormuş da hükümet engel koymuş.

        Nihayet bu projelerin itiraz edilecek çok bir yanı yok. Mesele bu binaların, bu çevre düzenlemesinin, bu yolların olduğu bir ülkede kimin yönetiminde, nasıl insanlar olarak yaşamak istediğimiz. Bence o yüzden bu seçimlerde Türkiye'nin ne kadarının siyasal tercihini ideolojik saiklerle belirlediğini de göreceğiz. Çünkü AKP'ye siyasal olarak karşı olan birçok insanın bu projelerden etkileneceğini tahmin etmek zor değil.

        Mesele, hangi etkinin, "dicitıl harikalar diyarı"nın mı, yoksa siyasal ve sosyal özgürlükler sorununun mu son kararı belirleyeceği. İdeolojilerin öldüğünü bas bas bağıran bir çağda bu bakımdan da enteresan bir seçim olacak bu seferki.

        İDEOLOJİK SEÇMEN

        Ortalama seçmen hakikaten de havaalanı sayısı, duble yolun toplam kilometresi ve birtakım peyzaj çalışmalarından etkilenerek oy veriyor olabilir. En temelde de kendi cebine bakarak karar veriyor insanlar. Yani BDP'nin desteklediği bağımsız aday Sırrı Süreya Önder'in seçim çalışmalarının aralıksız olarak engellenmesi, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in içeride haksız yere tutulması, memleketteki hukuk anlayışının, "Suçla, içeri at ve masumiyetini ispatlamaya mecbur et" kıskacına girmesi, doktorların çokuluslu sermayenin kurduğu hastanelerde kölelik etmeye zorlanması, kasetler, telefon dinlemeleriyle bir dikiz dünyasına hapsedilmemiz, tek tip insan yaratılmaya çalışılması vesaire gibi "ayrıntılar" ortalama insanı pek ilgilendirmiyor olabilir.

        Nihayetinde Türkiye'de hayatı, "çalış, akşam evde televizyon izle, tatilde çekirdek çitle" çemberinden ibaret ciddi bir çoğunluk var ve bu kesimin ne özgürlüğe ne de siyasal adalete ölümüne ihtiyacı yok. Ama bu noktada yine de bir soru var aklımda:

        En ortalama, en suya sabuna dokunmayan insan bile acaba bir adamın ve sürekli aynı adamın sesini dinlemekten, fotoğrafını görmekten ve ne olacağına hep onun karar vermesinden bıkar mı? Bıkmış mıdır? Bu seçimlerde, aslında insanın siyasal doğasıyla ilgili bu sorunun da cevabını göreceğiz bence.

        Diğer Yazılar