Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        (BU yazı öncelikle gençler içindir!)

        İNSANLAR büyük devrimler yaparken bile küçük hayatlar isterler. Ben bunu öğrendim yıllar içinde. Arjantin'de Barikatçılar Hareketi'nin liderlerinden biri olan 24 yaşındaki bir bekâr anneyle tanışmıştım. Sırtına bebeğini sarıp, her gün Buenos Aires'e giden anayollardan birine çıkarak elinde demir bir çubukla polisle çatışıyordu. Sokak, insanı ne kadar özgürleştirirse o kadar özgürleşmişti. Bu kaşık kadar kadın polislerin korkulu rüyasıydı, çünkü arkasından binleri sürükleyebiliyordu. Saatlerce konuşmuştuk derme çatma kulübesinde. Sohbetin sonunda "Ne istiyorsun?" diye sormuştum, "Yani en sonunda?"

        O kahraman kaşık kadın şöyle demişti:

        "Bir fabrikada çalışmak, sonra da hafta sonları mesela tangoya gitmek."

        Bu kadar! Ne özgür bir dünya, ne insanlık onuru, ne de büyük bir devrim. Sonra Brezilya'da insanlar gördüm. Sonra Irak'ta, sonra Hindistan'da... Hepsi birer kahramandı. Aslında hiçbirinin kahraman olası yoktu, sadece öyle gerektirmişti tarihin denk geldikleri noktası. Hemen hepsi sadece küçük ve makul bir hayat istiyordu. Buenos Aires'te fabrika işgal eden işçiler, sadece patronlarıyla insan gibi ilişki kurmak istiyordu mesela. Londra'nın arka sokaklarındaki isyancılar, sabah dokuz akşam beş bir işte çalışabilmek istiyordu, sonra eve gelip televizyon izlemek. Bu kadar basit.

        TAHRİR'DEN SANA NE!

        Son dört gündür gazetede yayınlanan Tahrir-Kahire yazılarının aldığı tepkileri normalden daha dikkatli izliyorum. Sayılara bakıyorum. Kaç kişi Facebook'ta "beğenmiş", kaç kişi "twit etmiş"... Sonuç dramatik. Normalde on binlerdedir bu rakamlar. Ama Tahrir yazıları o kadar değil. Türkiye'nin kendi dışındaki dünyaya ilgisizliği yeni bir bilgi değil. Ama bunun hâlâ olması... Türkiye'nin kuruluş ideolojisinin sonuçlarından biri olan kendinden menkul olma, kendini biricik ve benzersiz zannedip bundan dramatik bir yalnızlık duygusu çıkarma halinin genç kuşakta da sürmesi sinir oynatıcı.

        Bunca Twitter, bunca Facebook varken yani! Oysa Tahrir'deki, Tunus'ta ayaklanan gençleri henüz tanışmadığı arkadaşları olarak görmeli Türkiye gençleri. Çünkü onlar sizi, hakkında halihazırda çok şey bildikleri arkadaşları olarak görüyorlar. Twitter'ı manasız tartışmalarda birbirine laf geçirmek ya da tuvalet aforizmalarını yazmak için değil gerçek bir haberleşme aracı olarak, bir örgütlenme yöntemi olarak kullanan bu arkadaşlarla tanışma zamanı geldi bence. Tartışmaya katılma zamanı! Tabii bir de şu dil meselesi var.

        SÖMÜRGE DİLİ DİRENİŞ DİLİ

        Dolaşıp durduğum bütün Arap ülkelerinin bir sömürge tarihi var. Bundan kaynaklı olarak hepsi en az iki dil konuşuyorlar. İyi tarafı şu: İngilizce artık sosyal medyada emperyal bir dil değil, direnişin dili olmuş durumda. Hatta bence son dönemde Arap dünyasındaki diktatörlerin düşürülmesinin en önemli araçlarından biri.

        Mısır'daki hemen herkes Twitter'ı İngilizce kullanıyor. Böylece dışarıdan gelen biri de tartışmayı takip edebiliyor. Tunus'ta sosyal medyadaki baskın dil Fransızca olmasına rağmen onlar da İngilizce kullanıyorlar ki dünyanın haberi olsun olup bitenden. Beyrut zaten Arapça'sına bol miktarda Fransızca ve İngilizce karışmış bir ülke.

        Bu Türkiye için epey tuhaf bir durum elbette. İki arkadaşın anadillerinde değil, başka dillerde konuşması yani. (Tabii Kürtleri saymazsak!) Ama hem Türkiye'de yaşanan politik deneyimin Arap coğrafyasında anlaşılabilmesi için -inanın çok ama çok ihtiyaçları var-hem de deneyimlerin karşılıklı paylaşılması için Türkiye'nin de artık bu dev agoraya dahil olması gerekiyor. Van depreminde sanırım ilk kez Twitter gerçekten anlamlı bir şekilde kullanıldı. O kudreti politik olarak kullanmanın zamanı geldi geçiyor.

        SENİN SÖZÜN NEDİR ARKADAŞ?

        Arap dünyası, bilhassa Mısır, yani "Dünyanın Anası", yani Arap dünyasının kalbi, bugün Tahrir'de yazının en başında anlattığım meseleye bir cevap arıyor. Yani devrimin sonu gelince devrimcilere ne olacağını soruyor. Tahrir'de devrimin mecnunları "normal" insanların fazlasıyla küçük talepleriyle kendi devrimci taleplerini nerede buluşturacağını sorguluyor. Yani şimdi sizin bu konuda söyleyecek hiçbir sözünüz yok mu? Ya da yaz boyunca sokaklarda yediğiniz gazın terkibini onlardan duymak istemez misiniz? Çünkü bilirsiniz, cevap kolektif akıldan çıkar. Kolektif akıl için de konuşmak gerekir. Konuşmak zamanı! Mümkün olan bütün dillerde!

        Diğer Yazılar