Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TUNUS'ta bir balıkçı kasabasında, denizin kenarında bir kahvede duruyorum. Aniden buradayım. Tahrir'deydim bir an önce sanki. Kalabalık, sloganlar, heyecan, yirmi dört saat aralıksız süren politik tartışma, kaçırılan eylemcilerin peşine düşen arkadaşlarımın yüzleri, gözaltına alınan uluslararası gazetecilerin isim listeleri, seçim sandıkları ve dünyanın bütün kameraları, bütün kameraların bütün kadrajları... Bir anda o kadrajın dışındayım. Ama mesele o kadrajın dışında olmak değil. Daha önemli bir şey daha var: Kendi kadrajımın da dışındayım. Görmüyorum kendimi. Bakmıyorum diyelim yani: Burası çok güzel!

        BAŞKASI...

        Kendimi görmüyorum, ne acayip. Biçmişim kendime bir hayat, bir kadraj diyelim ya da, sonra kaçmışım içinden. Burası daha iyi. On altı yaşında evden kaçmak gibi. Artık bir daha, yani istemediğin sürece diyelim, kendin olmak zorunda olmamak gibi. "Ferrari'sini satan bilge" saçmalığı değil, bana ne Ferrari'den, ne anlarım bilgelikten. Bu, daha ziyade yaşarken yaşarken birden makas değiştirmek gibi. Tunus'ta bir balıkçı kasabasında, varlığından bile haberdar olmadığım bir kasabada diyelim... "Ben artık bir başkasıdır" diyelim. Artık o kadar görünmeyen biri. Artık o kadar konuşmayan biri. Hatta belki artık o kadar da yazmayan biri. O bile yani, mümkün diyelim. Olamaz mı? Peki şimdilik olamaz diyelim.

        ÖBÜR HAYAT

        Şimdi Tunus'ta bir sahil kasabasında kendi sesimi hatırlıyorum: "Bir ömürde bir hayat olması ne büyük bir haksızlık"

        deyişimi hatırlıyorum. Şimdi başka bir hayatın eşiğinde durmuş, önüme bakıyorum. Kendime bakmıyorum, söylemiştim, çünkü kadrajın dışındayım. Sadece hayata bakıyorum. Ne kısa ve ne basit bir şey olduğuna. Bir anda değişibilirliğine bakıyorum hayatın. Ne kolay. Küçük bir kararla. Ufacık bir hareketle pat diye başka biri olmanın içine düşebileceğime bakıyorum. Sadece buna bakıyorum. Yeniden "olabilmek" imkânına. Büsbütün başka bir şey olabilme imkânına... Olamaz mı? Ama insan kendine ihtimal vermeli. Verebilir diyelim şimdilik.

        MUHTEMEL BEN

        İnsan kendine ihtimal vermeli. Şimdilik bununla yetinelim. Kendinden ne kadar uzaklaşabilir kişi, bunu bilmiyoruz mesela. "Kendim" denen merkeze bağlı olduğumuz ip yarıçapıysa hayatın, o dairenin dışı işte, kadrajın dışı. Orada ne oluyor? Şimdi ben bunu merak ediyorum. Ben, kendim denen dairenin dışına çıkınca kim olabilirim, kimler ya da, diyelim? İçinden başka biri çıkıyordur belki insanın. Kendinden kabuğu çıkarınca üzerinde yeni bir deriyle başka bir kendini buluyorsundur belki, taze bir oluş. Bunun peşindeyim. Böyle bir macera varken kim geri dönebilir? Ben dönemem, bu maceranın muhakkak içindeyim.

        ÖYLE DİYELİM

        Kendini mevcut halinle yeniden ve aynı şekilde üretmenin peşine düşüyor insan, boş bulununca yani. Yeni bir yerde eski bir beni tekrar kurmaya çalışıyorsun. Eğer kendim denen merkezi kaybedince ben denen dengeyi de büsbütün kaybedeceğinden korkarsan yapıyorsun bunu. Ama bu, beyazpeyniri başka bir ülkede bulmaya, yemeye çalışmaya benziyor. Hiç aynı tadı vermemiştir, verdiği görülmemiştir. Çapayı yeniden başka bir kendime atmalısın ki o yeni hayattaki ben bir şeye benzesin, bir tadı olsun.

        Tunus'ta bir balıkçı kasabasında, yağmur yağmak üzereyken tam, bir camın kenarında kendim olmayan bir ben icat ediyorum. Acayip diyelim. Yabancı. Ilık... Bilmiyorum nasıl görünüyor. Aldırmıyorum diyelim.

        Diğer Yazılar