Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HER şey bazı insanların kendileri gibi yaşamak istemesiyle başladı. Derelerin akabilmesini isteyenler vardı. Suyun ve havanın sahibi olamayacağı, olmaması gerektiğini bilenler vardı.

        Memleketin karnını altın hırsıyla deşersen, sularını para hırsıyla bulandırırsan, daha çok sahip olmak için daha az olmaya heves edersen sonumuzun hayır olmadığını bilen insanlardı bunlar. Bunlardan biri işte Metin Lokumcu'ydu.

        Bir gün, suyun, havanın ve geleceğin sahibi olamayacağına inanan insanlarla birlikte sokağa çıktı. Aynı gün aynı saatte Başbakan da oradan geçiyordu. Metin Lokumcu kafasında o fikirlerle oradan geçmemeliydi. Geçerse başına iş gelebilirdi. Geldi de. Çünkü havanın, suyun ve geleceğin sahibi olması gerektiğinde ısrar eden, bütün bunlara sahip olma hırsıyla hınçlanmış "mühim adamların" halkımıza karşı hep korunması gerekir. Korundular da.

        Boğulsunlar, gözleri göremez olsun diye zehirli gazlar sıkıldı etrafa. Başta Metin Lokumcu olmak üzere halkımız o kadar korkunçtu ki gazın ayarı kaçtı. Metin Lokumcu gazla boğularak öldü. Bu ülkede kimileri "Adam Başbakan'a karşı gelmiş. Ölebilir tabii!" dedi. Kulağımla duydum.

        Ben o zaman, "Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?" demiştim. Artık bu soruyu sormuyorum. Başka bir sorum var:

        "Siz kimsiniz? Zalim misiniz değil misiniz?"

        HAMARAT DELİLLER

        9 Aralık'ta Ankara'da Metin Lokumcu'nun ölümüyle anılan Hopa davasının ilk duruşması yapılacak. Hopa'da ve sonrasında Ankara'da yapılan protestolarda akıl almaz bir hınç ve hamaratlıkla tutuklanan, yine insanı dehşete düşüren delillerle (saçlarını üç numaraya vurdurduğu için terör örgütü üyeliği, şemsiye, Sol Yayınları kitapları gibi) tutuklulukları altı aydır süren 22 ve tutuksuz yargılanan 6 kişinin ilk davası görülecek.

        Hadise, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde (eski 1 No'lu DGM) saat 10.00'da cereyan edecek. Bu yüzden şimdiden karar vermek durumundayız. Biz zalimlerden, "dilsiz şeytanlardan" mı olacağız?

        HİKÂYENİN BAŞI

        O kadar karıştırıyorlar ki kafamızı, hikâyenin en başını unutuyoruz bazen. Bütün bunlar niye oldu? Niye Hopa'da ve Ankara'da insanları evlerinden aldılar? Niye şemsiyeler, poşular ve aslında yasal olan kitaplar "terör örgütü üyesi" yaptı insanları aniden? Niye insanlar aylardır içeride? Öğrenciler, çocuklarımız niye aylardır iddianame yazılmasını bekliyor hapishanelerde?

        Bir dere için! Hopa Çayı için. Yani hükümetimiz bir çayı Hopalılara çok gördü. Bunun için. Sizce de bu çok acayip değil mi? Bir öğretmenimizin boğularak ölmesine, birçok çocuğun hapishanede çürümesine değdiğini düşündüler. O çay üzerinde kurulacak iktidarın sarsılması dehşetverici bir olasılıktı, bunu göze alamazlardı.

        İktidarın dişlerinin arasında ezilmedik bir yer kalmamalıydı. Yani ne Ergenekon ne KCK. Atla deve değil yani. Ama bir topluiğne başı kadar bile bir alan kalmamalıydı tahakkümün abdestinde. Hopa davası budur. Bir çayın bile halkın istediği gibi değil, hükümetin istediği gibi akması gerektiğinin ilanıdır. Bütün suyun, bütün havanın, bütün insanların... Her şeyin istendiği gibi olması gerektiğini söyler bize Hopa davası.

        Sizin istediğiniz gibi değil. Onların istediği gibi. "Eğer bunu yapmazsanız" der muktedir, "Sonunuz budur!" Peki şimdi sizin buna cevabınız nedir? Hatırlatayım: Her şey insanların kendileri gibi yaşamak istemesiyle başladı. Memleketlerinde akan bir dereyi sevmeleriyle... Budur. Başka bir şey değil. Şimdi karar verin. 9 Aralık'ta ne yapacağınıza.

        Diğer Yazılar