Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞİMDİ Tunus'ta, aydınlık bir mutfakta, bir masada oturdum, yazıyorum. Ben her ülkede mutfak masalarına inanıyorum. Son iki kitabı da bir mutfak masasında yazdığıma göre öyle olmalı. Birini Oxford'da, ötekini Beyrut'ta bir mutfak masasında yazdığıma göre öyle olmalı. Bir mutfak masasında oturuyorum, sırtım sakatlanana kadar hikâyeler anlatıyorum, uyduruyorum. Öyle olageldi. Şimdi de Tunus'ta plastik bir mutfak masasına inanıyorum. Aslında nefret ettiğim beyaz plastik sandalyelere. Yazmak, dışarıdan göründüğü kadar pırıltılı olmuyor, pırıltılısını ben sevmiyorum.

        BAKIP BAKIP YAZMAK

        Yıllar önce ev bakarken İstanbul'da, emlakçının biri beni Tarabya'da, tepelerde bir eve götürüp şöyle demişti:

        "Ece Hanım bak, buradan deniz görünüyor. Bakar bakar yazarsın artık."

        Öyle bir şey yok oysa. Bir şeye bakıp bakıp yazmıyor insan. Şu afili yazar fotoğrafının içine girmiyorsun yani yazarken. Öyle bir fotoğraf yalan. Ben daha çok kadınların alçakgönüllü mekânlarına inanıyorum yazmak söz konusu olunca. Reçellerin ve yemeklerin yapıldığı yerden daha bereketli, daha lezzetli, daha şifalı şeyler çıkacağını düşünüyorum. Kadınlar bir şeyler üretirken pek ses çıkarmazlar. Erkekler gibi yaptıkları hakkında konuşup durmazlar. Ben hâlâ o sessizliğe inanıyorum. Mutfak sessizliğine, mutfağın küçük seslerine... Gerçeğin kısık sesine, kısık ateşine...

        KADIN KAFASI

        Sanırım ilk kitapta yazmıştım, "Bütün Kadınların Kafası Karışıktır"da. Misafirlikte erkekleri salonda bırakan kadınların mutfağa gittiğinde bir daha sorduklarını birbirlerine:

        "Nasılsın?!"

        "Gerçekte nasılsın?" anlamında, salondaki cevabın "sayılmayan" bir yanı var çünkü. Orası erkeklerin mekânı, yalanın da olduğu yer, ne olursa olsun biraz "tiyatronun", biraz "oyunun" olduğu bir mekân. Hakikat aslında mutfağın sınırlarından içeri girince çıkıyor ortaya, gibi. Hakiki bir "Nasılsın?"ın kısık sesi... Cevaptaki uzun hikâye.

        Kadınların kadınlara her şeyi anlattığı yer orası. Kadınların birbirine bir geleneği aktardığı yer. Bir annenin yemek yapıverirken kızına bir sürü şeyi aktarıverdiği yer. Bulaşık yıkarken, masayı silerken, masayı kurarken geçiriliverilen hayat bilgisi... Biriktirilmiş bir mutfaktan daha bilge bir mekân olabilir mi? Gizli kalmış hikâyelerin kendini göstermeyen pantheon'u. Dört duvarlı bir sır bohçası...

        KÜÇÜK BİR PENCERE

        Tunus'ta aydınlık bir mutfakta oturdum. Kahve suyunu tencerede ısıttım, şarj aletinin kablosu yetişmediği için bilgisayarı kucağıma aldım, şeker almayı unuttuğum için kahvenin içine reçel kattım, onu da sapı olmayan bir bıçakla karıştırdım... Ama Tunus'taki bu mutfağa inandım. Henüz hiçbir şey biriktirmemiş bir mutfakta benim, kendimin yani, bir şey biriktirebileceğime inandım. Böyle hiçbir şeysiz yola çıkınca daha çok yol gidileceğine inandım.

        Dünya yıkılıyor, yeniden kuruluyor. Arap coğrafyası hallaç pamuğu gibi, Türkiye malum, Batı desen başı dertte... Dünya tarihi bir dönüşümden geçiyor. Son tura giriyoruz gibi görünüyor nereden baksan. Ve ben kulağımda müzik, kırık bir bıçak ve iki çay kaşığıyla bütün bunları bu mutfaktan görebileceğime inandım. Enginlere, dağların zirvelerine, ovaların sonsuzluğuna, tunduranın uçsuzluğuna, çölün sonsuzluğuna değil, demirli küçük bir pencerenin aydınlığına bakıp "görebileceğime" inandım. Allah utandırmasın.

        Diğer Yazılar