Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SUUDİ Arabistan’da uzunca bir süredir bir otelde gözaltında tutulan “prensler” serbest bırakılmış.

        İddia o ki, bu prenslerden 106 milyar dolar tahsil edilmiş ve bunun karşılığında da serbest bırakılmışlar.

        Suudi devletinin bu parayı bu prenslerden talep etmesinin nedeni aslında mantıklı.

        “Siz devletin başındaki kişilerle olan ailevi bağlarınızı kullanarak güç elde ettiniz ve bu parayı bu yakınlık nedeniyle kazandınız. Aileden olmasaydınız böyle bir servete asla ulaşamazdınız. Bu zenginleşmede sizin bireysel becerinizden çok krallarla olan akrabalık bağlarınız etken oldu. Şimdi devlet kaynakları tükenme noktasına geldi ve devletin paraya ihtiyacı var. Bu yakınlığı kullanarak edindiğiniz servetin bir bölümünü size bu gücü sağlayan yönetime iade edeceksiniz.”

        Anlaşılan o ki, “zorla yapılan” ama özünde doğru olan bu işler sonuç vermiş ve 106 milyar dolar geri alınmış.

        Demokratik olmayan ülkelerde ya da yarım yamalak demokrasilerde böyle “zenginleşmeler” çoklukla ve sıklıkla görülen bir durumdur aslında.

        Güç odaklarına yakınlık bir zenginleşme aracı olarak kullanılır.

        Güç odakları ise bunu kullandırmayı “iktidarın bir parçası” olarak görürler.

        Sonuç olarak o parayı birileri kazanacaksa, güvenilir, o birilerinin aileye yakın birileri olmasında bir sorun yoktur onlara göre.

        Fakat Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi, bu “haksız zenginleşme” ilanihaye sürmez.

        İktidarın siyasi veya ekonomik güç kaybıyla birlikte tersine işlemeye başlar.

        Geçmişte Türkiye’de de böyle şeyler olmadı değil.

        Mesela herkesin çok büyük sevgiyle andığı Turgut Özal döneminde bazıları kamu eliyle zenginleştiler.

        Hatta rahmetlinin aile fertleri bile önemli iş girişimleri yaptılar.

        Ancak sonrasında olanlar malum.

        Özal’ın zengin ettiği bu kişilerin hiçbiri ortalıkta kalmadı.

        Hepsi birer birer battılar.

        Özal zenginlerinden bugün ayakta kalan hemen hemen kimse yok.

        Bu haksız kazançlar Suudi örneğinde olduğu gibi bazen “devletin gücüyle” geri alınıyor, bazen de ekonomi “kendi gücüyle” bu parayı asıl sahibine iade ettiriyor.

        Kaybedilen ise sadece zaman oluyor.

        ***********

        CEZAYI DOKTORLAR VERMELİYDİ

        TÜRK Tabipleri Birliği yönetimi, Zeytin Dalı operasyonuyla ilgili açıklaması sonrasında dün bir gözaltı kararıyla karşı karşıya kaldı.

        Geçen hafta başka bir vesileyle yazmıştım.

        Tekrarlamakta beis görmüyorum.

        Bunlar doğru işler değil.

        Türk halkının çok büyük bölümü, hangi siyasi görüşten olursa olsun bu harekâtı yapan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gönülden destek veriyor.

        Her türlü görüş ve siyasetin üzerinde bir destek.

        Geçen hafta Celal Şengör’ün bana yazdığı mektupta belirttiği gibi “Barış zamanında savaş karşıtlığı konuşulup tartışılabilir ama ülkeniz savaşa girdiyse, ülkenizin çıkarlarını desteklersiniz”.

        Bu cümleyi söylememle birlikte o gün dediğim gibi, bugün de tekrarlamak isterim.

        Birileri de bu işe karşı olabilir.

        Teröre destek vermemek, silahlı kuvvetleri iş yapamaz hale getirmemek koşuluyla eleştiri serbesttir.

        Ben Türk Tabipleri’nin binlerce üyesinin birlik yönetimiyle aynı fikirde olduğunu zannetmiyorum.

        Üyelerin önemli bir bölümü büyük çoğunluğu muhtemelen yönetimin bu açıklamasına katılmıyordur.

        Burada iş doktorlara düşer, yargıya ya da siyasete değil.

        Türk tabipleri, kendi adlarına açıklama yapan bu yönetimin fikirlerine katılmıyorlarsa bunu ya dernekten birlikten ayrılarak ya da birlik yönetimini ilk seçimde hatta gerekiyorsa olağanüstü bir seçimde devirerek gerçekleştirirler.

        Demokrasi ve fikir özgürlüğü bunu gerektirir.

        Beğenilmeyen açıklamayı yapanların gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını değil.

        ***********

        IRKÇILIK AVRUPA DEĞERİ Mİ?

        BATI dünyasında Türk düşmanlığı artık insanlık sınırlarının ötesinde bir yere taştı.

        Avrupa Bölgeler Meclisi’nin başkanlığı bir süredir Dr. Hande Bozatlı tarafından yürütülüyordu.

        Şu anda kendisine karşı son derece çirkin bir kampanya yürütülüyor.

        Yaptıkları veya yapmadıkları için değil.

        Sadece ve sadece Türk olduğu için.

        Birileri aynen şöyle yazıyor:

        “Avrupa değerleri ortadayken, Bir Türk (Asyalı), nasıl olur da Avrupa Bölgeler Meclisi’nin başkanlığını yürütebilir?”

        Herhalde ırkçılığı da Avrupa’nın önemli bir değeri olarak görüyor bu arkadaşlar.

        ***********

        DOĞRU AMA SEN BIRAKMA

        SEVGİLİ Erdoğan Aktaş, Can Ataklı’nın bir yazısı üzerine “Böyle bir şey var ise mesleği bırakırım” diyor.

        Aman Sevgili Erdoğan, seni ne kadar sevdiğimi bilirsin.

        İyi bir gazeteci, iyi bir insan olarak bu meslekte her zaman olmanı isterim.

        Ama bu konuda çok kesin konuşma sevgili dostum.

        Çünkü Can Ataklı’nın yazısında bahsettiği konuyu Ankara’da bilmeyen yok. Hele hele AK Parti içinde.

        Konunun seninle alakası yok ama senin kanalında program yapan iki gazetecinin, bir başka gazetecinin görevine son verilmesi için “Beştepe’den böyle istediler” diyerek patronu kandırdığını ama Beştepe’de hiç kimsenin böyle bir şeyden haberi olmadığını ve iki gazetecinin bir başka gazeteciyi harcamak için “sözde” Beştepe isteğini uydurduklarını ve bunun ortaya çıkmasıyla birlikte o gazetecinin görevine geri döndüğünü, hatta Beştepe’den bir konuğu ağırlayarak Beştepe’nin böyle bir tavrı olmadığını ispat ettiğini herkes biliyor.

        Sevgili Erdoğan tüm bu gelişmelerin senin dışında olduğunu da herkes biliyor.

        O yüzden senin mesleği bırakmana falan gerek yok.

        Utanması gerekenler başkaları.

        ***********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Gazeteci, gazetecinin kurdu olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar