Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Polisiye tedbirlerle enflasyonla mücadele edilmez diye yazdık ama Türkiye’nin imkansızı başarmaya çalışan bir iktidarı olduğunu unuttuk.

        Zincir marketlere ayın belirli günlerinde talimat gittiğini ve TÜİK’in enflasyon hesabına giren ürünlerde o günlere mahsus indirim yapılmasının emredildiğini de söylemiştim burada.

        Ancak belli ki, bunlar da artık yetmiyor.

        Pahalılık mızrağı çuvalı delmiş vaziyette.

        Ve şimdi market zincirleri hedefte.

        Pahalılığın kaynağı yanlış ekonomi yönetimi değil de, satanlarmış gibi.

        Üretimin düşükse pahalılık olur.

        Verimliliğiniz düşükse pahalılık olur.

        Dışa bağımlılığınız yüksekse pahalılık olur.

        Bütçeniz açık veriyorsa pahalılık olur.

        İhracatınız ithalatınızı karşılamıyorsa pahalılık olur.

        Hukukunuz güvenilir olmadığı için dış yatırım gelmiyor, iç yatırım yapılmıyorsa pahalılık olur.

        Tüm bunların sorumlusu da market zincirleri değildir muhtemelen.

        Ama sakın buradan market zincirlerini savunduğum fikri de çıkmasın.

        Bundan hemen hemen 12 yıl kadar önce Habertürk gazetesi yayın hayatına başladığında ekonomi sayfalarımızda ve manşetlerimizde zincir marketlerin ülke için çok yanlış bir şey olduğunu ve bunların adım başı açılmasının hem ekonomi hem de sosyoloji için bir felaket olduğunu yazıp durduk.

        Bakkalların aile işletmeleri olması nedeniyle düşük kâr marjları ile çalışabildiğini, istihdam yaratabildiğini, veresiye defterleri tutabildiğini, bu dar gelirliyi kredi kartı ve banka zorunluluğundan kurtardığını anlattık.

        Zincir marketlerin elbette olabileceğini ama mahalle aralarının bakkallara bırakılması gerektiğini, zincirlerin evlere komşu olmaması gerektiğini söyleyip durduk.

        Buna karşı bozgunculukla suçlandık.

        Zincir marketler modernite idi, toplu alım yaptıkları için ucuz ürün sağlıyorlardı, üretici ile tüketiciyi yakınlaştırıyorlardı, aracıyı ortadan kaldırıp maliyetleri düşürüyorlardı ve en önemlisi hem istihdamda hem de satışta kayıt dışını engelliyorlardı.

        AK Parti hükümetlerinin iddiası da bu yöndeydi.

        İktidar ağırlığını zincir marketlerden yana koydu.

        Zincir marketler gelişme idi, zaruret idi.

        Üstelik iktidarı destekleyenler de, iktidarın destekledikleri de zincirlerdi.

        BİM gibi, Kiler gibi, A101, ŞOK gibi ucuz zincirler iktidara yakın hatta iktidarın destekleyicisi idiler.

        Nitekim bu dönemde özellikle BİM müthiş bir büyüme hızıyla Türkiye’nin en büyük perakendecisi haline geldi.

        Ve şimdi iktidar bir dönem büyümeleri için elinden geleni yaptığı bu zincirlerle karşı karşıya geldi.

        Bir dönem savunup büyüttüklerini şimdi karşısına aldı.

        Pahalılığın suçlusu ilan etti.

        Şaşırtıcı mı, değil elbet.

        İktidarda kalabilmek için her zaman bir öcü, bir düşman lazım.

        Herkes sizden olunca mecburen düşman da sizden oluyor.

        Hukuk far olmalı susturucu değil

        Hukuk far olmalı susturucu değil
        0:00 / 0:00

        Cübbeli Ahmet Hoca çıkıp televizyonda “Çocuklarınızı imam hatiplere göndermeyin” diye algılanan bir cümle etti.

        Kıyamet koptu.

        Doğma büyüme radikal İslamcı Cübbeli bir anda neredeyse dinsiz ilan edilecekti.

        O kadarı olmadı ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendisini dava edeceği yansıdı medyaya.

        Son derece iyi bir hekim olan Prof. Zafer Kurugöl bir röportajda bir sağlık ocağında bir bebeğe başka bir aşı yerine yanlışlıkla corona aşısı yapıldığını, bebeğin takip altında olduğunu, bir yan etki oluşmadığını ve yüksek antikor yanıtı gözlemlediklerini aktardı.

        Kıyamet koptu.

        Sanki yanlış aşıyı yapan Zafer Kurugöl’müş gibi hava oluştu.

        Zafer Hoca hakkında suç duyurusunda bulunulacağı açıklandı.

        Ben hukukun, yargının insanlar üzerinde bir tehdit gibi kullanıldığı ve doğruları ya da fikirleri korkutup engellemek için bir silaha dönüştüğü başka bir medeni ülke görmedim.

        Cübbeli Ahmet Bey’inki bir fikir.

        İnançlı bir insan olarak düşüncesini ve gözlemini aktarıyor. “İyi eğitim vermiyorlar” diyor.

        Hemen dava tehdidi.

        Niye!

        Kimse fikrini söylemesin, söyleyemesin, beğenilmeyen fikirler ortalığa dökülmesin, başkaları ayağını denk alsın diye.

        Zafer Kurugöl’ünkü ise fikir de değil, düpedüz gerçek.

        Olay doğru.

        Yanlış aşı yapılmış.

        Ve takipte.

        Bir dava açılacaksa ancak aşıyı yapanlara açılabilir. Ya da bilemedin bebeğin ailesi kişisel verilerinin açıklanmasından ötürü şikayetçi olabilir.

        Ama hayır Zafer Kurugöl dava açmakla tehdit ediliyor.

        Niye bir ayıbı ortaya çıkardı, bir yanlışı gösterdi diye.

        Dava tehdidi ile başka ayıpların, başka yanlışların ortaya çıkması engellenmeye çalışılıyor.

        Çünkü gayrı medeni insanlara göre sorun yanlış yapılması değil, yanlışın ortaya çıkması.

        Hukuku böyle kullanmak kabul edilebilir bir şey değildir.

        Hukuk susturucu değil, aydınlatıcı olmalıdır.

        Hukuku susturucu yaparsanız egzoz gibi arkanızdan pis bir koku ve kirlilik yaratır.

        Hukuku aydınlatıcı gibi kullanırsanız önünüzdeki yolu karanlıkta gösteren bir far gibi olur.

        Hukuk önünüzü aydınlatmıyorsa karanlıkta bir yere çarpmanız ise kaçınılmazdır.

        Hıncal Abi, İmamoğlu çocukluk arkadaşın mı!

        Hıncal Abi, İmamoğlu çocukluk arkadaşın mı!
        0:00 / 0:00

        Hıncal Uluç ağabeyimiz Ekrem İmamoğlu’na kızmış.

        “Dostum zannettiğim İmamoğlu bana verdiği özel telefonunu açmıyor, yazılarıma dönüş yapmıyor” diye yazmış.

        Hıncal Uluç’un yıllardır sürdürdüğü hatası bu.

        “Dostum” meselesi.

        Tecrübeli bir gazeteci olarak biz gazetecilerin “Dostum” diye bir özne ile yazı yazmaması gerektiği.

        Kulüp başkanları, belediye başkanları, teknik direktörler, siyasetçiler, sanatçılar Hıncal Uluç’un dostudur.

        Yazılarına hep böyle girerler.

        Biz gazetecilerin böyle bir şey yazması hiç ama hiç doğru değildir.

        Elbette dostlarımız vardır ama yazımızda dostum-düşmanım diyemeyiz.

        Yazılarımızın öznesi dostlarımız veya düşmanlarımız olamaz.

        Ayrıca Hıncal Abi sorarım sana Ekrem İmamoğlu niye senin dostun olsun?

        Beraber mi büyüdünüz, mahalle arkadaşın mı, birlikte çapkınlık mı yaptınız, türlü macera mı yaşadınız, zor günlerinizde birbirinize el mi uzattınız, sana böbreğini mi verdi!

        Niye dostun olsun senin?

        Belediye Başkanı olduğu zaman tanıdığın, belediye başkanı olmamış olsa asla yolunuzun kesişmeyeceği birisi İmamoğlu.

        Nereden dostun oluyor!

        Toplasan bütün tanışıklık geçmişiniz 2 sene.

        Hadi ilçe belediye başkanlığından tanıyorsun diyelim, 6-7 sene.

        Bu zaman zarfında ya üç kere gördün ya 5 kere.

        Sana ihtiyacı olduğu dönemde seni biraz pohpohladı, saygı gösterdi, bir de yalandan telefonunu verdi diye niye dostun olsun?

        O belediye başkanı, siyasetçi, sen gazetecisin Hıncal Abi.

        Dostluğunu bu kadar ucuzlatıp yaygınlaştırma.

        Gerçek dostlarına ayıp oluyor.

        Ayrıca ayıdan post, siyasetçiden ve gazeteciden dost olmayacağını bunca yıldır anlayamadın mı Hıncal abi?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Ormanın tek tek ağaçlardan ve içinde yaşayanlardan oluştuğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar