Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünün fotoğrafı Katar’dan geldi.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin el sıkışan daha doğrusu el ele fotoğrafları.

        Arkada da Katar Emiri gülüyor.

        Türkiye’nin Ortadoğu’da denge sağlayan, saygın bir güç olduğu eski günleri hatırlatan bir fotoğraf aslında.

        Fotoğrafı ilginç kılan ise Sisi.

        2013’te Mısır’da Müslüman Kardeş Mursi’nin iktidarını Suudi ve Körfez destekli ve ABD onaylı bir darbe ile devirdiği günden beri Türkiye’nin düşman ilan ettiği Sisi.

        Meydanların “Rabia” diye aleyhinde sloganlarla inletildiği, yerel seçimlerde bile CHP ile özdeşleştirilen Sisi.

        Diktatör, eli kanlı Sisi.

        O günlerde biz sürekli olarak “Tamam adam darbeci falan olabilir. Tepkimizi de gösterelim eyvallah ama Mısır ile ilişkilerimizi paramparça etmeyelim. Mısır bizim için önemli, biz Mısır için önemliyiz. Yapmayın, bunun ülkeye bedeli olur. Hissi dış politika olmaz” dedik durduk.

        2013’ten bu yana.

        Biz bunları dedikçe ne darbe seviciliğimiz kaldı, ne de eli kanlı diktatörü desteklediğimiz.

        Mısır ile ilişkiyi sürdürmemiz gerektiğini savunanlar demokrasi düşmanı idi, Mısır ile düşmanlığı savunanlar ise “ilkeli”.

        9 yıl böyle geçti.

        Ve sonunda Katar’da, “Katar Emiri'nin ricası” ile eller tutuldu, eller avuca alındı.

        Gözler güldü.

        Doğrusu buydu.

        Oldu diye eleştirmemiz mümkün değil.

        Ama arada kayıp bir 9 yıl.

        Bu 9 yıldaki tavırlar yüzünden Doğu Akdeniz’de kaybedilen çıkarlar.

        Yunanistan’ın aynı bölgede elde ettiği kazanımlar, yaptığı anlaşmalar.

        Biliyoruz, şimdi sırada Esad var.

        11 yıllık kayıptan, milyonlarca sığınmacı, milyarlarca dolar, dibimizde toplanmış yüzbinlerce İslamcı terörist ve kurulmakta olan bir PKK devleti.

        Yine de “Barışmak iyidir”.

        Geç de olsa iyidir.

        Büyük bedeller ödenmiş olsa da iyidir.

        Sadece merak ediyorum.

        Acaba dün Sisi’nin elini sıkan bir muhalefet lideri, mesela Bay Kemal olsa idi.

        Ne derdiniz, trolleriniz ne yazardı?

        Yeminle çok merak ediyorum.

        Ha unutmadan bir küçük hatırlatma yapayım.

        Kanal İstanbul da bir hata.

        Lütfen yapmayın.

        Sisi ile, Esad ile barışmak kolaydır nispeten.

        Bir el uzatmaya bakar.

        Tahrip ettiğiniz doğa ile ise biraz zor barışırsınız.

        10 yıl sonra “Bu kanalı dolduralım” derseniz, dolduramazsınız…

        Bu kadarı fazla geldi

        Bu kadarı fazla geldi
        0:00 / 0:00

        Ne Kasım ayıymış be…

        Neredeyse her gün takım elbiseleri giyip camiye gidince, kızım “Baba sen en iyisi caminin bahçesine bir çadır kur" dedi.

        O kadar çok cenazeye gittim ki bu ay.

        Eş dost tanıdık.

        Çok kayıp oldu.

        Sizin de duyduklarınız var aralarında.

        Önce Gökçe Atuk kardeşimin annesi, gemiden düşerek hayatını kaybetti. Onun cenazesindeydik, gıyabında.

        Ardından Sevgili dost izzet Çapa’nın annesi, Günnar Uğurlu’nun kaybını pek çoğunuz duydu zaten.

        Hemen arkasından geçen Cuma Yavuz Kocaömer’i kaybettik.

        Bir ömrü engellilere adamıştı.

        Çeyrek asır önce birlikte TESYEV’i kurmuştuk.

        Türkiye Engelliler Spor ve Eğitim Vakfı.

        Daha doğrusu o kurmuş, biz ona yancılık yapmıştık.

        Tek başına vakıftı zaten.

        Yıllar boyunca on binlerceengelli sporcuya destek oldu.

        Yardım etti. İmkan sağladı.

        İmkan yarattı.

        10 numara dost, 10 numara insandı.

        Berbat bir hastalığa yenik düştü.

        Onun acısını yaşarken, sevgili dost Abdürrahim Albayrak’ın torunu Batuhan, 15 yaşında çok acı biçimde aramızdan ayrıldı.

        Biz ona ağlarken akşam saatlerinde Hıncal Uluç’un ölüm haberi geldi.

        Gazeteciliğe başladığım günden beri tanıdığım, birlikte çalıştığım, son yıllarda az görüşsek de çok sevdiğim Hıncal Ağabey’in.

        İyi bir gazeteci, farklı bir gazeteciydi.

        Çok şeyi ondan öğrendim.

        Kimini yapmak için, kimini yapmamak için. Hastalandığından beri hakkında söylenenlere bakıyorum.

        Üzülüyorum.

        Huysuzdu, bir sevgi böceği değildi ama bu kadarını da hak etmiyordu.

        Dün kaybını duyuran bir tweet attım.

        Neler dediler.

        Şunu da söyleyeyim.

        Birinin dostu olmak onun her yaptığını, her söylediğini onaylamak anlamına gelmiyor.

        Nur içinde yatsın Hıncal Ağabey’i çok eleştirdim, aleyhine çok yazı yazdım.

        O da bana insafsızca, bazen hak etmediğim kadar ağır, “Hınç” dolu yazılar yazdı.

        Ama dostumdu.

        Dostuydum.

        Dostluk kızınca bırakılacak bir şey değil bana göre.

        Son olarak Fatih’te, Hırka-i Şerif’te onun çok sevdiği Kilis lokantasına gitmiştik.

        O, ben ve hemşehrisi Mustafa Cengiz ile.

        Şimdi ikisi yok.

        Hayat kısa.

        Daha önce dediğim gibi.

        Dostluklara sarılın.

        Akılda kalan o güzel anlar olsun.

        Şehir Hastanesi'nde olsa orayı da kapatabilecek misiniz!

        Şehir Hastanesi'nde olsa orayı da kapatabilecek misiniz!
        0:00 / 0:00

        Medical Park hastanelerinin sahibi Muharrem Usta aradı dün.

        Dünkü yazımı okumuş.

        Açıklama yapmak istedi.

        “Muharrem Bey, yazıyı dikkatle okursanız size yapılan yanlış demiyorum. Doğrusu size yapılan. Bayındır’a yapılan haksızlıktı. Benim dikkat çekmeye çalıştığım benzer iki vaka karşısında kamu otoritesinin aldığı iki farklı tavır. Bana adaletsiz gelen bu” dedim, daha o bir şey demeden.

        Muharrem Bey de “Biz o zaman da Özel Hastaneler Birliği olarak Bayındır Hastanesi’nin arkasında durduk ve yapılanın yanlış olduğunu vurguladık. İki çalışan rezillik yaptı diye hastane kapatma olmaz diye biz de dedik” dedi.

        Elhak doğru, demişlerdi.

        Muharrem Usta, görüntülere de açıklık getirdi.

        “Bir hastabakıcı, belli ki hastadan iğreniyor. Yüzündeki bizim sekresyon dediğimiz sıvıyı temizleyecek ama bunu son derece çirkin, terbiyesiz, kaba biçimde yapıyor. (Muharrem Bey burada çok içten bir şekilde ağır bir tabir kullandı) Hastanın yüzünü oradaki çarşafla temizliyor. Görüntülerin tamamı izlendiğinde bir işlem yaptığı ama bu işlemi çok çirkin biçimde yaptığı belli. Tabii ki, kabul edilebilir bir durum değil. Zaten hemen işlerine son veriliyor. Hastaya da durum bildiriliyor. Sonrasında hasta davacı oluyor. Yargı davayı reddediyor. Kabul de edebilirdi. Biz orasını bilemiyoruz. Yargının kararı. Aylar sonra olay halka maloluyor. Hasta ile alay edilme, hastayı küçük düşürme söz konuş değil. Sadece bir çalışanın kötü muamelesi var ve biz anında bu çalışanları işten çıkarmışız. Başka ne yapabilirdik ki” diyor.

        Bence de haklı.

        Yapabilecekleri tek şey işten çıkarmak.

        Dövecek, işkence edecek halleri yok.

        Her işte, her zaman kötü niyetle veya beceriksizlikten işini kötü yapan birileri olabilir.

        Bunun tüm faturası kuruma yüklenemez, işini yapan onlarca, yüzlerce, binlerce insana mal edilemez.

        Benim de söylediğim tam bu.

        Yanlış olan Bayındır Hastanesi’ni kapatmak idi.

        Ne var ki, benim yazıdan sonra Sağlık Bakanlığı, Medical Park’ın o hastanesinin de faaliyetlerine son verdi.

        Yani yanlışı tekrarladı.

        Peki ya yarın bir Şehir Hastanesi’nde benzer bir olay yaşanırsa ne yapacaksınız?

        Onu da kapatacak mısınız!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Yanlışta ısrarın akıllı insanların tavrı olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar