Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSRAİL'in Gazze'ye yönelik operasyonunun zamanlaması mükemmel oldu.

        Hani, "Böyle bir operasyonu ne zaman yapalım?" diye Türkiye'ye sorsalar, "İlla yapacaksanız şimdi yapın" yanıtını alabilirlerdi.

        AK Parti, Gazze'deki kıyım üzerinde tepinip duruyor.

        Suçlamalardan İsrail kadar payını alan ise Batı ülkeleri oluyor.

        "Türkiye'de olan biteni naklen veren Batı basını, Gazze'de olanları duyurmuyor" en beylik cümle.

        Sanırsın ki, tüm dünya İsrail'in yanında, Gazze'yi savunan bir tek Türkiye.

        Taraftarlarının Batı medyasını takip etmediğini bildikleri için bu yalanı sürekli söylüyorlar.

        Oysa işin aslı hiç de öyle değil.

        Geçtiğimiz 10 gün boyunca Avrupa'daydım.

        Hem gazeteleri, hem televizyonları izledim; üstelik bunu yapmak için Avrupa'da olmaya falan da gerek yok. Buradan da izlemek çok kolay.

        Şunu çok açık söyleyeyim: Avrupa'nın Gazze'deki İsrail zulmü konusundaki duyarlılığı bizden az değil, hatta belki de daha fazla.

        Tüm haber bültenlerinde dakikalarca ve her gün toplamda saatlerce Gazze yayını yapıyorlar.

        Yayınları bizim ülkelerdeki yayınlardan daha doyurucu. Her şeyi ama her şeyi gösteriyorlar. Öldürülen çocukları da, vurulan okulları da, hastaneleri de.

        Yorumcular gayet sert tepkiler veriyorlar olan bitene ve İsrail'e.

        Bizden tek farkları, İsrail'in açıklamalarını da yansıtıyorlar. İsrail'in "Okulu biz vurmadık" demesini de, "Hastaneden roket atılıyordu" açıklamasını da.

        Ama zulmü de açıkça sergiliyorlar.

        Zaten o yüzden Javier Bardem gibi pek çok sanatçı İsrail'i lanetliyor. Bunların zulmün farkında olmasının nedeni, herhalde Türk basınını izlemeleri veya bizim Başbakan'ı dinlemeleri değil.

        Bu birinci yalan.

        Bir diğer yalan ise "17 Aralık operasyonunu İsrail yaptırdı. Türkiye bu yüzden Gazze'de olan biteni engelleyemedi" palavrası.

        Hatırlıyor musunuz bilmem ama İsrail, Gazze'yi 2008 Aralık ve 2009 Ocak aylarında da vurdu.

        En az bugünkü kadar vahşice, en az bugünkü kadar zalimce.

        Hatırlamayanlar için bilançoyu da vereyim.

        2008 Aralık ve 2009 Ocak aylarında yaklaşık 20 gün süren o saldırıda Gazze'de BM kaynaklarına göre 1400'ün üzerinde, İsrail kaynaklarına göre ise 116 Filistinli öldürüldü.

        BM ölenlerin en az 926'sının sivil, 255'inin polis, 236'sının ise HAMAS üyesi olduğunu açıkladı.

        O zaman 17 Aralık mı vardı?

        2008'de niye Türkiye ağırlığını koyup da engelleyemedi İsrail'in o günkü katliamını.

        O yüzden bırakın bu palavraları.

        Burayı Kuzey Kore zannetmeyin.

        Oradaki halk Dünya Kupası'nda final oynadıklarını zannediyor.

        Çok şükür biz şimdilik elemeleri bile geçemediğimizin farkındayız...

        Arınç'ı niye ciddiye aldınız ki!

        TATİL yapmak güzel de, yazamamak çok fena.

        Hele hele Türkiyeli bir gazeteciysen.

        Bir yandan da Türkiyeli bir gazeteci için yazmak da çok fena.

        Çünkü yazacağın konular evrensel ölçekte bakınca hafif tabiriyle "komik", gerçeği söylemek gerekirse "utanç verici".

        Mesela Bülent Arınç'ın sözleriyle ilgili bir şey yazmak.

        Doğru düzgün bir ülkede böyle bir şey zaten yaşanmaz.

        Bir siyasetçi, bir bakan, bir partinin en önemli iki üç isminden biri, bir futbolcu eşinin yaptığı saçma sapan bir hareketi diline dolamaz.

        Dolarsa millet güler. Bakanın zerre saygınlığı kalmaz, ama bizde öyle değil.

        Millet ciddi ciddi tartışıyor adamın lafını.

        Yahu nesini ciddiye alacaksın bunun.

        Belli ki, Bülent Arınç sabah gazeteleri önüne alıyor, magazin eklerini içlerinden çıkarıp uzun uzun okuyor.

        Yetmiyor, sosyal medyadan da bu tipleri takip ediyor, sonra yorumlar yapıyor.

        Diyorum ya doğru düzgün bir ülkede bu yorumlara yapılacak tek yorum, "Sayın Başbakan Yardımcısı, başka işiniz mi yok" olur. Bizde ise ciddi ciddi tartışılıyor.

        Bülent Arınç'ın bu magazin merakına örttüğü örtü ise "toplumsal ahlak".

        Ahlaki çöküntüden girip kadın cinayetlerinden çıkıyor.

        O zaman Bülent Arınç'ı ciddiye alıp sormak gerekir: "Kadını çalışma hayatından uzaklaştıran düzenlemeleri siz yapmadınız mı? Kadının ekonomik bağımsızlığı olmadığı sonucunun ya kadına şiddet ya da toplumsal çöküntü olabileceğinin farkına varmadınız mı? Bu ülkeyi 12 yıldır siz yönetmiyor musunuz?"

        Ama ciddiye almadığım için bunları soracak halim de yok Arınç'a.

        Hatta, "Eleştirdiğin futbolcu eşine televizyon programı yaptıran sizin TMSF'niz değil mi?" diye de sormam.

        Çünkü gerçekten ciddiye almıyorum.

        Bence siz de almayın.

        Zaten dünyada da alan yok.

        Bağışlardan ne haber!

        CUMHURBAŞKANI seçmek için sandık başına gitmemize 9 gün kala "dengesiz" yarış alabildiğine dengesiz biçimde sürüyor.

        Adaylardan biri sürekli ekranlarda.

        Sadece TRT değil, diğer ekranlarda da büyük bir Erdoğan hâkimiyeti var.

        Gazetelerde de durum çok farklı değil, yollarda da. Billboard'lar, afişler, pankartlar... Hep Erdoğan.

        Her yer Erdoğan. Yer gök Erdoğan.

        Kampanyalar bağışlarla yapıldığına göre Erdoğan'ın ne kadar bağış topladığını doğrusu merak ediyorum.

        İki aday topladıkları bağış miktarını açıkladılar.

        Erdoğan'ınki ise hâlâ bir sır.

        Erdoğan'ın her yerde asılı afiş ve pankartlarının altında "Erdoğan gönüllüleri" diye bir imza var.

        Doğrusu ilgimi çekti.

        Adaylara yapılan bağışlar sınırlı.

        Peki "gönüllüler" diye bir organizasyon kurup buraya bağış yapmakta da bir sınır var mı?

        Mesela ben, Erdoğan'a bağış yapmak istesem üst sınır belli: 9 bin TL.

        Peki 100 bin TL verip bir pankart yaptırsam ya da 1 milyon TL vererek belediyeden yer kiralayıp burayı Erdoğan afişleriyle donatsam...

        Bunun bir sınırı var mı?

        YSK tüm bunlara bir açıklık getirmiyor.

        Biz de bu dengesiz güreşin sonucunu merak ediyoruz boşuna...

        Yarın yazacağım

        "PARALEL yapı" soruşturmasıyla ilgili haberlerde sıklıkla adım geçiyor.

        Mağdur olarak ifade verdiğim, şikâyetçi olduğum, dinlendiğim haberleri.

        Bunların hepsi doğru.

        Haftalar önce bu konuyla ilgili olarak savcılığın yaptığı davetle adliyeye gittim, ancak gizlilik kararı nedeniyle yazmadım.

        Artık gizlisi saklısı kalmadığına göre...

        Bu konuyla ilgili merak ettiğiniz ve hatta etmediğiniz her şeyi yarın yazacağım.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Unvanın ciddiye alma gerekçesi olmayacağını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar