Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “TÜRKİYE, Kobani için yapması gereken her şeyi yaptı mı?” sorusu ayrı bir sorudur.

        “Türkiye, Kobani için hiçbir şey yapmadı” suçlaması bambaşka bir konudur.

        Türkiye’nin Kobani’deki akrabaları için hiçbir şey yapmadığı yalandır.

        Sınırı geç de olsa açıp orada sıkışan insanları Türkiye’ye almak başlı başına bir “destektir”.

        Giriş çıkışlara getirilen kolaylık, Kobani’yi savunurken yaralananlara tedavi imkânları sağlamak da önemsiz bir şey değildir.

        Türkiye, Kobani’ye Batı basınının iddia ettiği gibi arkasını dönmemiştir.

        Ancak “Elinden gelen her şeyi yapmadı” demek mümkündür.

        Bunun yanıtı ancak, “Elimizden daha fazlası gelmezdi” olabilir.

        Ancak Kobani’yi savunan YPG’nin de Türkiye’nin askeri desteğini istemediği bilinmeyen bir şey değildir.

        Gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Peşmerge güçlerinin Türkiye üzerinden geçerek Kobani’ye yardıma gitmesini Obama’ya ben önerdim” cümlesine.

        Bu cümleyi 30 kere falan okudum.

        Tersten okudum, düzden okudum, kelimelerin yerlerini değiştirerek okudum.

        Yine de anlamını çözemedim.

        Sanırsın ki, Kobani Kanada’da bir yer ve peşmerge Amerika üzerinden Kobani’ye gitmek istiyor da Obama buna izin vermiyordu, Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu önerdi, Obama da kabul etti.

        Aksi takdirde konunun Obama ile ne alakası var, bunu Obama’ya önermenin ne anlamı var.

        Peşmerge, Türkiye topraklarından geçecek.

        Türkiye topraklarından yabancı asker geçişine izin vermek, Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkisinde.

        Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümete bu yetkiyi zaten vermiş.

        Obama bunun neresinde!

        Obama’ya bunu önermek ne demek! Obama “Hayır geçirmeyin” mi diyecek!

        Dese ne olacak! Yemin ediyorum hiçbir şey anlamadım.

        Haa, “YPG’ye silah yardımı yapın önerisini ben yaptım” dediyse o başka.

        O zaman Cumhurbaşkanı’mızın YPG’yi artık terör örgütü olarak görmediği sonucuna varabiliriz ki, bu önemli bir tavır değişikliğine işaret eder.

        Ha üç gün önce, ha beş gün sonra

        OKURLARDAN mailler geliyor, “17 Aralık soruşturmasının kapatılmasıyla ilgili hiçbir şey yazmadın” diye.

        Yazmadım.

        Nesini yazayım ki!

        “Körler sağırlar birbirini ağırlar” mı diyeyim, “Şıracının şahidi bozacı” mı diyeyim.

        Daha iyi bir benzetme de var ama ısırma konularına girmemek en iyisi.

        Ben bu soruşturmanın başında yazdım yazacağımı.

        Aylar önce, “Bu soruşturma öyle veya böyle kapatılır ama devlette kayda girmiş hiçbir şey tam olarak kapanmaz. Gün gelir o dosyalar açılır” diye yazdım, hatırlarsanız.

        Bu soruşturmaların dava konusu olmadan kapatılması sizi şaşırttı mı?

        Beni zerre şaşırtmadı.

        Elbette ki, kapatılacaktı.

        Başka bir şey mi bekliyordunuz?

        Ancak dosyaları kapatan, takipsizlik kararları veren mahkemelerin dosyayı kapatma biçimleri bile geleceğin habercisi.

        Mahkemeler bu dosyaları kapattılar ama şöyle bir kararla: “Tüm delillerin ve kayıtların saklanmasına.”

        Bunun anlamı şu: “Gün gelir devran döner.”

        Mahkemelerin yaptığı şudur:

        Kendilerini sağlama almışlardır.

        Delilleri saklayarak ileride bir gün bu davaların yeniden canlanmasının yolunu açık bırakmış ve kendileri için de “Kusura bakmayın. O gün bir şey yapamazdık. Ama delilleri saklayarak bugün sizin bu davaları görmenize imkân sağlayıp vatanseverliğimizi gösterdik” deme imkânını sağlamışlardır.

        Hiç merak etmeyin.

        Varsa o dosyalarda bir şey...

        Bir gün o hesap sorulur.

        Ama 3 yıl sonra, ama 13 yıl sonra...

        Köprü mü dediniz!

        HABERTÜRK bugün haber yapmış.

        “Galata Köprüsü çalındı mı?” diye.

        Köprünün 70 küsur metresi kayıpmış.

        Çok güldüm.

        Memleket çalınsa kimse manşet yapmıyor.

        Köprü parçası çalınınca manşet oluyor.

        Kimin çaldığı belli olsaydı bence o da haber olmazdı hiçbir yerde!

        Sosyal medya cengâverleri

        MURAT Bardakçı, yarınki köşesinde bana yanıt verecekmiş.

        Çok kızdığı sosyal medya hakaretlerine ve eleştirilerine “Susturamayız Murat” dediğim yazıya.

        Oysa benim tezim basit.

        Hakaret varsa, dava yolu her zaman açık.

        “Dava aç” diyorum.

        Ben öyle yapıyorum.

        Ve tabii, bu sosyal medya cengaverlerinin de ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık olduklarını o davalar sırasında görüyorum.

        Açtığım davalardan birinde adam sosyal medyadan beni tehdit ediyor.

        Şikâyetçi oluyorum.

        Emniyet bilişim suçları, büyük başarıyla kimliğini tespit ediyor ve mahkemeye çıkıyor.

        O Twitter cengâverini mahkemede bir görseniz.

        “Abi sarhoştum. Abi elini öpeyim.”

        Bir diğeri sövmüş.

        Dava etmişim.

        Mahkemede, “Telefonum orta yerdeydi. Birisi alıp yazmış. Kim olduğunu hatırlamıyorum” diye kendini savunuyor.

        Özür dileyen, “Ben ettim, sen etme abi” diyen. Bir diğeri ana avrat mailler atmış. Bir-iki-üç sonunda yanıt veriyorum, “Sizi dava edeceğim” diye.

        5 dakika sonra bir mail daha: “Sayın Altaylı, sizi çok takdir eden bir okurunuzum. Sizinle aynı adı taşıyan bir arkadaşıma yazdığım mail, isim benzerliğinden dolayı yanlışlıkla tarafınıza yollanmış. Karışıklık için özür dilerim.”

        Murat’ın çok kızdığı sosyal medya cengâverlerinin tıyneti bu.

        Bunlara kızıp da yasa mı değiştirilir, doğru düzgün yazıp çizenler de cendereye mi sokulur!

        Bu zavallıları ciddiye almanın âlemi ne!

        NOT: Merak edenlere söyleyeyim. Mahkemede zavallılaşan bu tiplere açtığım davaları hemen geri çekiyorum. O aşağılık durum, o karaktersizlik onlara yeter.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kulüp başkanları Nasreddin Hoca ile aşık atmaya kalkışmadığı zaman.

        Diğer Yazılar