Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GENELKURMAY Başkanlığı’ndan bir ricam var.

        Bilmiyorum siz bu ricanın içeriğine katılacak mısınız!

        Yazayım, kararınızı verin.

        Silahlı Kuvvetlerimizin muvazzaf formasyonunun nasıl oluştuğu belli.

        13-14 yaşında askeri liseye giriyor, ardından Harp Okulu, Harp Akademisi diye devam ediyorlar.

        Sonrasında kışlada çalışıyor, askeri lojmanlarda oturuyor, eğlenmeye orduevlerine gidiyor, “gerçek hayatla” pek yüz yüze gelmiyorlar. Hatta yurtdışına görevli gittikleri zaman bile askeri ortamın dışına pek çıkamıyorlar.

        15 yaşında bu formasyona girdiklerini söylersek, 65 yaşında emekli olduklarında hayatlarının yüzde 70’inden fazlasını bu şekilde geçirmiş, yarım yüzyılı bu ortamda yaşamış oluyorlar.

        Kusursuz bir disiplin içinde yaşamak en önemli işleri oluyor.

        Emir alıp vererek ilerliyorlar. Sonunda on binlerce kişiye emir veren, hatta ölme emrini verebilecek bir kudrette görev yapıyorlar.

        Sonra birdenbire emekli oluyorlar. O güç, o kudret ve hatta o şaşaa bitiyor.

        Birdenbire “sıradanlaşıyorlar”.

        Ve ne oluyorsa ondan sonra oluyor.Bazıları bu durumu büyük bir sükûnetle ve anlayışla karşılarken, bazıları “zıvanadan” çıkıyor. Elbette her mesleğin zıvanadan çıkmışı oluyor ama adının başında “emekli general” yazan birinin zıvanadan çıkmışı pek de iyi olmuyor. Başlıyorlar abuk sabuk konuşmaya.

        Bazıları bildiklerini, yaşadıklarını anlatıyor. Bazıları ise muhayyilesinin ürünlerini. Olmadık senaryolar yazıyor, akım derken bokum diyorlar.

        Ortalığı karıştırmakla kalmıyor, bir zamanlar mensubu oldukları kurumu da “rezil” edecek kadar garip tavırlar içine giriyorlar.

        Genelkurmay Başkanlığı’na tavsiyem şudur:

        Emekli olan askerlere bir sözleşme imzalatın.

        Konuşana ağır tazminat hükümleri koyun.

        Elbette toplumun gerekli hallerde askerlerin görüşüne de ihtiyacı olacaktır. Onu da Genelkurmay Başkanlığı, bu konuda uzmanlaşmış kişilerin gerektiğinde televizyon programlarına katılmasına dahi izin vererek halletsin.

        Ama bizi “zıvanadan çıkmış” paşalardan kurtarın.

        Hem bizi hem kendinizi.

        Hanefi Avcı’ya sahip çıkmak

        Okurlar soruyor, “Niye Hanefi Avcı’ya sahip çıkmıyorsun?” diye.

        Anlamadım.

        Niye çıkacakmışım ki?

        Hanefi Avcı’yı hayatımda bir kere gördüm.

        Uzaktan selamlaştık.

        Ama hep izledim.

        Bugün Türkiye’de ve Emniyet teşkilatında “yanlış” dediğimiz ne varsa hepsini geçmişte yapan, yaptıran, hatta başlatan adamdı.

        İşkence mi?

        Yaptı.

        Dinleme mi?

        Yaptı.

        Cemaatlerle ilişki mi?

        Girdi.

        Emniyetle siyaset arasında bağlantı kurmak mı?

        Kurdu.

        Bunları yaparken bana mı sordu da şimdi ben ona sahip çıkacağım.

        Ya da bu yaptıklarını onayladığım için mi sahip çıkacağım. Şimdi diyormuş ki, “İşkence yaptım ama pişmanım. 12 Eylül döneminin anlayışı buydu”.

        Yok ya!

        Kusura bakmayın.

        Hanefi Avcı’ya sahip çıkacak kadar onu tanımıyorum.

        O bugün suçladığı cemaatle poposuyla iç çamaşırı kadar yakınken, biz o cemaati yazıyorduk.

        Ben hâlâ bu kişinin samimiyetine inanamıyorum ve yaptığı her şeyde olduğu gibi bu işte de bir karanlık nokta, bir başka hesap olduğunu düşünüyorum. Gün gelir görürüz.

        Hep birlikte.

        Not: Sakın yanlış anlamayın. Avcı, kitabındaki iddiaları delillendirebiliyorsa bunlar araştırılmalı. Sonuna kadar incelenmeli. Ama Avcı, benim için bir soru işaretidir. Bu sayfaya sığmayacak kadar büyük bir soru işareti.

        Ne oldu, kont mu oldun!

        Geçen gün Ertuğrul Özkök bir “Beyaz Türkler” analizi yaptı.

        Özkök’ün sosyolog kimliğiyle yaptığı analizleri genelde önemser ve beğenirim.

        Ancak yaptığı “Beyaz Türk” analizi, Ertuğrul Bey’in artık Türkiye gerçeğini net olarak kavramaktan uzaklaştığını gösterdi bana.

        AKP karşıtlığı ile Beyaz Türk olmayı aynı şey zannetmek bile başlı başına bir büyük hata.

        Özkök’ün ve pek çoğunun “Beyaz Türk” diye tanımladığı kitle içinde AKP taraftarlığı ve AKP beğenisi hiç de azımsanacak miktarda değil. Zaten AKP’nin başarılı olmasının temelinde, en azından ilk iktidarları döneminde bu kesimden aldığı destek yatıyor.

        Bu desteğin oranında ciddi bir düşüş olmakla birlikte hâlâ ciddi oranda “Beyaz Türk” diye tanımlanan kişi, AKP’ye uzak değil.

        Siyasete Özkök’ün bu penceresinden bakınca, Türkiye’nin sosyolojisini anlamaktan uzaklaşır, sadece sosyolojiyi değil, siyasetini de anlayamazsınız.

        Ve ben size daha net bir şey söyleyeyim: Türkiye’de “Beyaz Türk” diye bir şey de yok.

        İçimizdeki en beyaz, olsa olsa “yumurta kabuğu” rengindedir.

        Hiç unutmuyorum, Türkiye’nin önemli ailelerinden birinin büyüklerinden bir kişi “ne kadar köklü ve soylu” bir aile olduklarını anlatırken, hayli “harbi” bir tip olan kız kardeşi lafa girmiş, “Ne çabuk unuttun çocukluğumuzda 3’ümüzün aynı yer yatağında yattığını. Ne oldu, kont mu oldun” demişti.

        Biz Türklerin beyazlığı bu kadardır.

        Hepimiz aynı rengiz. Biraz açık, biraz koyu.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        "Tek kat boyayla siyahın beyaz olmayacağını anladığımız zaman."

        Diğer Yazılar