Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MİLLİYET Gazetesi’nin yayınladığı ve Öcalan’la BDP’lilerin yaptığı görüşmenin ya da görüşmenin bir bölümünün tutanakları için yapılan eleştiri, “süreci bombaladığı” yönünde.

        Bu tutanakların yayınlanmasının sürece zarar verdiği iddia ediliyor.

        Zarar verdi mi, vermedi mi kesin bir şey söyleyemem.

        Ama gördüğüm kadarıyla bu süreç “şerbetli”.

        Kolay kolay hiçbir şeyden zarar görmeyecek gibi.

        Tüm bu olası zehirlemeler önceden öngörüldüğü için, kolay kolay öldürmeyecek sanki.

        Tabii sürecin “bombalandığı” da bir gerçek.

        Ama bunu yapan gazetelerde çıkan haberler değil, hakiki “bombalar”.

        İçinde patlayıcı bulunan ve düşünce patlayan bombalar.

        Bu bombaları da atan basın ya da moda tabiriyle “medya” değil.

        Neden söz ettiğimi herhalde anlamışsınızdır.

        Geçen hafta Kandil’e atılan bombalardan söz ediyorum.

        BDP’lilerin İmralı’dan dönüp Kandil’e mektup götürecekleri günlerde, Türk uçakları Kandil’i bilmem kaç bininci kez bombaladılar.

        Bir yandan terör örgütünün lideriyle görüşmeler sürüyor, örgütün teröristlerinin Türkiye topraklarını terk edip Türkiye’nin sınırları dışına, Kuzey Irak’a gitmesinin koşulları konuşuluyor...

        Diğer yandan teröristlere gidecek adres olarak gösterilen, Türkiye sınırları dışındaki Kuzey Irak topraklarındaki Kandil bombalanıyor.

        Kandil bombalanıp örgüt bitirilecek ve İmralı’daki görüşmelere gerek kalmayacak olsa amenna.

        Ama Kandil bombalamalarından yıllardır böyle bir sonuç alınamamışken bu bombalara gerek var mı?

        Diyelim ki, bu bombalamalar sonucunda birkaç teröristi öldürdünüz.

        Teröristler de intikam için gelerek Türkiye’de eylem yapıp bir veya birkaç askerimizi şehit etti. Ortalık kana bulandı.

        Sizce hangisi sürece daha çok zarar verir; gazetede çıkan bir haber mi, yoksa bu eylem mi?

        “Süreç devam ederken PKK’ya operasyon yapılmasın” demiyorum.

        Elbette yapılır. Ama Türkiye sınırları içinde kalmalı bu operasyonlar.

        “Gidin orada bekleyin” dediğimiz yerlerde değil.

        Ya korktuğunuzun tam tersi olacaksa

        HADİ yine bazılarını kızdırayım.

        Geçen gün sordum ya “Sizin çözüm öneriniz ne?” diye.

        Bazıları kızdı.

        “Ülkeyi böldüreceksiniz” diye epey bir küfür işittim.

        “Yahu böyle giderse zaten bölünecek” diyorum, ama anlamaları mümkün değil.

        O zaman onlara başka bir yöntemle, anlayacakları bir dille anlatmaya çalışayım.

        Anlamasalar bile hoşlarına gidecek bir dille.

        “Bu süreç Türkiye’yi böler, topraklarımız elden gider” diyorsunuz ya!

        Peki ya sık sık olduğu gibi yanılıyorsanız. Ya bu sürecin sonucu, sizin düşündüğünüzün tam tersi olursa?

        Ne mi diyorum?

        Daha açık söyleyeyim.

        “Ya bu süreç Türkiye’yi bölmez de tam aksine birleştirirse... Ya bu süreç Türkiye’nin toprak kaybıyla değil, toprak kazanımıyla sonuçlanırsa...

        ”Şimdi hemen bazılarınız, “İşte hükümet ağzıyla konuşuyorsun” diyeceksiniz.

        Onu diyenler halt eder.

        Daha bu hükümet yokken, daha AK Parti diye bir parti kurulmamışken de ben bunu söylüyordum.

        Aha, arşiv orada. Girip bakın.

        “Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü Türkiye’yi Misak-ı Milli sınırlarına taşır” diye yazmışım 1990’larda.

        Bakın bugün dünyada bölünme riski taşıyan pek çok ülke var. Pek çoğu da zaten bölündü.

        Ama bölünme riski taşırken aynı zamanda bütünleşme ve büyüme potansiyelini de beraberinde taşıyan tek bir ülke var.

        Onun adı da Türkiye.

        Türkiye’nin bu sorunu çözmesiyle birlikte Kuzey Irak’ı ve hatta belki Kuzey Suriye’yi de içine alan yeni bir yapıya kavuşmayacağını nereden biliyorsunuz!

        Bilmiyorsunuz.

        Ama bir komplo teoriniz var bununla ilgili.

        Diyorsunuz ki, “Yabancı güçler izin vermez”.

        Belki haklısınız, belki değil.

        Ama o zaman da “Bu süreci yabancı güçler Türkiye’ye dayatıyorlar” teziniz çökmüyor mu?

        Kendi içinde barışık, sorunlarını çözmüş ve demokrasi eşiğini yükseltmiş bir Türkiye’nin böyle bir potansiyel taşıdığını yabancılar görmüyor mu?

        Zaten bugüne kadar PKK’yı taşeron olarak kullananlar da o yabancı güçler değil miydi!

        O yüzden bir karar verin.

        Ya o ya bu!

        Not: Yarın da üniter devlet meselesini bir kez daha yazarız.

        Hazine’ye birkaç milyar TL kazandıracağım

        DEĞERLİ okurlar...

        Özelleştirme ihalelerinde gözen kaçan bir noktayı, birkaç gün önce ziyaretime gelen ve belki de bir-iki bin lira maaşla çalışan bir kamu işçisi anlattı.

        Bu işçi arkadaşın anlattıklarını dinleyip bir araştırma yaptım.

        Bu araştırmanın sonucunda gördüm ki, devletin birkaç milyar TL’lik kaynağı, bir anda birilerinin cebine kalacak.

        Yarın bu konuyu ele alacağım.

        Katıldığı Teke Tek programında “Bu milletin parasını kimseye yedirmem” diyen ve sonrasında da inandığı doğrultuda gereğini yapan Başbakan Erdoğan’ın burada da bu “eksiği” giderip devletin birkaç milyar TL daha kazanmasının önünü açacağını zannediyorum.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bilimde ve sanatta gelişmeden gelişmiş olunamayacağını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar