Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Erdoğan’ın Gülen Cemaati’ne yönelik “Haşhaşi” tanımı yapması ve Cemaat’i Hasan Sabbah’ın “suikastçı” tarikatı Haşhaşilere benzetmesi epey bir gürültü kopardı.

        Size uzun uzun Haşhaşileri anlatacak değilim.

        Haşhaşileri “rivayetlere” göre anlatan Alamut Kalesi’ni okumuşsunuzdur zaten.

        Haklarındaki rivayetlerin hayli “kanlı ve heyecanlı” olduğu bu tarikatla ilgili pek çok kitap yazılmıştır.

        Birini alıp okuyabilirsiniz.

        Ama “Yok okumayacağım” diyorsanız Murat Bardakçı pazar günü Haşhaşileri ve Hasan Sabbah’ı geniş bir biçimde anlatacak Habertürk sayfalarında.

        Zaten benim bu yazıda bahsedeceğim konu Haşhaşiler değil.

        Ben, Fethullah Gülen Cemaati’ne “Haşhaşi” tanımı ve Hasan Sabbah benzetmesinin “geçmişini” aktaracağım.

        Gülen Cemaati’ne yönelik “batıni” yakıştırması ve “Haşhaşi” tanımı ilk olarak 1998 yılında İslamcı yazar İsmail Nacar tarafından yapıldı.

        İsmail Nacar, 13.07.1998 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Yeni Bir Batıni Tehlikesi” başlıklı yazısında Gülen Cemaati’ni “Haşhaşilere” benzetirken şöyle diyordu:

        “Tarikatlar, 28 Şubat süreciyle birlikte tarihteki selefleri Batınilerin politikalarını ihya etmeye çalışıyorlar. Bu konuda kendi aralarında anlaşmış durumdalar. Bilindiği gibi Batınilikte gizlilik, daha doğrusu takıyye esastı. ...Neo Batıniler mevcut koşullar karşısında bu politikayı yeniden yürürlüğe koyma kararı aldılar. Örneğin, Fethullah Gülen ‘Küçük Dünyam’ adlı anılar kitabında ‘Taktik ve stratejiler söylenmez. Söylendiği an onun bir taktik olma hüviyeti ortadan kalkar; stratejiler sadece tatbik edilir’ diyor. ...Şu son aylarda adı etrafındaki tartışmaların artması karşısında da ‘Gerekirse bir mağaraya çekilirim’ diyor. Bir insanın, bir Müslüman’ın kendisine yakıştıramayacağı mağara hayatı gibi bir yaşam biçimi de Batınilere aittir. Nitekim onların önderi Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’ne taşındı ve Büyük Selçuklular’a karşı oradan mücadele etti.”

        Bu yazı tam 16 yıl önce İslamcı bir yazar, İsmail Nacar tarafından yazıldı.

        Şimdi aynı “benzetme” Başbakan Erdoğan tarafından yapılıyor.

        Ancak İsmail Nacar’ın yazısının son bölümünü de okumak lazım.

        Nacar yazısını şöyle sürdürüyor:

        “Onun içindir ki, çığ gibi büyüyen bu büyük tehlike karşısında başta siyasal kadrolar olmak üzere herkesin yeniden düşünmesi gerekiyor. Dini çıkarlarına alet eden tarikatlarla mücadele etmek için özgür ve demokratik bir ortamda aklı ve bilimi esas alan bir düşüncenin insanlarımıza sunulması gerekiyor.”

        Anlayacağınız İsmail Nacar’ın benzetmesi 16 yıl sonra kabul görüyor ve aynen kullanılıyor.

        Yazının sonunda önerdiği “özgür ve demokratik bir ortamda aklı ve bilimi esas alan mücadele” için de ayrı bir 16 yıl geçmesi gerekmez inşallah.

        Not: Rahmetli İlhan Selçuk da 17.07.1998 günü “Batıniyye” ve 4.8.1998 günü “Fethullah Gülen Batıni mi?” başlıklı yazılarıyla aynı konuyu ele almıştı.

        ‘Öyle di mi Samet?’

        DIŞİŞLERİ Bakanı’mız Ahmet Davutoğlu’nun ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Paris’teki basın toplantısını izlediniz mi?

        İkilinin görüşmeleri sonrası ortak basın toplantısında Davutoğlu’nun, “bölgesel konuların ele alındığını” anlattıktan sonra sözü “Buyur John” diyerek Kerry’ye bırakmasının ardından olanlar çok ilginçti.

        Sözü alan Kerry tekrar Davutoğlu’na dönerek, “Çok teşekkürler Ahmet. Türkiye, ABD ve iç siyasetle ilgili yaptığımız sohbet hakkında kısaca bir şeyler söylemek ister misin bilemiyorum. Yoksa ben mi söyleyeyim?” dedi.

        Davutoğlu hafiften bozularak, “Sen bahset, gerek olursa ben de anlatırım” yanıtını verdi.

        Ve Kerry içeride sadece Suriye, Filistin gibi meselelerin değil, Türkiye’nin Türkiye’de olan bitenlerle ilgili ABD’yi suçlayan açıklamalarının da ele alındığını özellikle vurgulayarak “Sayın Dışişleri Bakanı’nın, ABD’nin Türkiye’nin iç siyasetine ve seçim sürecine hiçbir şekilde bulaşmak ya da dahil olmak istemediğini anladığını ve bunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Ve biz de bu süreçlere dahil olmuyoruz. Sanırım Sayın Dışişleri Bakanı da bunu anlıyor” dedi.

        Sonra Davutoğlu’na dönerek anlayıp anlamadığını teyit ettirdi.

        Davutoğlu da “anladığını” belirtti.

        Bütün bu olan biteni izlerken aklıma gelen, Alex’in yollanması sonrası Aziz Yıldırım’ın yaptığı basın açıklamasıydı.

        Yanına tercüman Samet’i alan Yıldırım’ın her sözünü “Öyle di mi Samet?” diyerek Samet’e teyit ettirmesiydi.

        “Öyle dimi mi Samet?”, “Öyle di mi Ahmet?” olmuştu sadece.

        Gül’e tedbir ve temkin ricası

        CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün “temkinli” ve “tedbirli” tavrını artık ezberledik ama bazen de “bu kadar temkinli olmak” iyi olmuyor.

        Özellikle de “hayati” konularda.

        Yok yanlış anlamayın, HSYK yasa tasarısıyla ilgili tavrından söz etmiyorum Sayın Cumhurbaşkanı’mızın.

        Benim derdim, şu anda cezaevinde yatmakta olan bir mahkûmla, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu ile ilgili.

        Mahkûmiyetinin haklı gerekçelere dayanıp dayanmadığı tartışılan kişilerden biri olan Hilmioğlu’nun tutuklandığı günden bu yana başına gelmeyen felaket kalmadı.

        Evladını bile kaybetti.

        Ve şu anda kendisi de hasta.

        Üstelik akıl sağlığını da yitirmekte olduğuna dair ciddi emareler var.

        Ülkesine yıllarca hizmet etmiş bir bilim adamını yetkisini kullanarak affetmek ve bu hasta haliyle hapishanede ölümü beklemesini engellemek Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında.

        Bu kadar insani bir “eylem” için tedbiri ve temkini abartmamak gerekiyor.

        Öyle değil mi Sayın Cumhurbaşkanı’m.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir ülke sürekli deja vu yaşamadığı zaman.

        Diğer Yazılar