Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAZİNE Müsteşarlığı, önceki gün bir yönetmelik yayınlayarak özel sektör projelerine Hazine'nin garantör olmasının yolunu "sınırsız" bir biçimde açtı.

        Aslına bakarsanız 3 milyar dolarlık bir sınır var, ama o sınır sadece "sıradanlar" için geçerli.

        3. havalimanı, 3. köprü ve 3. çevre yolu projeleri bu sınırın dışında.

        Yani bunlara "sınırsız Hazine garantisi" verilecek.

        Bunların toplam bedelinin 40 milyar dolara yakın olduğu düşünülürse, Hazine 40 milyar dolar dış borcun altına imza atacak.

        Yani IMF'ye ödemekle övünülen borç miktarının yaklaşık 2 misli bir dış borca bu 3 projeden dolayı Hazine garantisi verilmiş olacak.

        Bu rakam Hazine'nin dış borç riskine eklenecek. Kamunun dış borcu gibi görünecek. Devletin dış borç riskini artıracak ve buna bağlı olarak da muhtemelen bundan sonraki kamu dış borçlarında daha yüksek faiz istenebilecek.

        Ancak bu saydığım ihaleleri almış olan firmalar içinse durum "duble kaymaklı ekmek kadayıfı" kıvamında.

        Bu firmaların bilanço büyüklüğü nedeniyle bulmakta zorlanacakları, bulmaları halinde çok yüksek faiz ödemek zorunda kalacakları finansman bir anda ucuzlayacak. Ödemeleri gereken faiz en az 1, belki 2 puan düşecek ve bu milyarlarca dolarlık bir "ek avantaj" olarak bu firmaların cebine kalacak.

        Bazıları diyebilir ki: "Ne var canım, sonuçta faiz bu ülkenin ödeyeceği para, düşmesi kötü mü?"

        Elbette değil.

        Ama ihaleye çıkılırken bu projelerin finansmanına Hazine garantisi verileceği belli olsaydı, o zaman ihale koşulları farklı olur, belki diğer firmalar da daha iyi fiyatlar verebilirdi.

        Diğer firmalar gelecekte devletin böyle bir karar alacağından, böyle bir "avantaj" ya da "avanta" sağlanacağından haberdar olmadıkları için "normal" olarak kendi bulabilecekleri kredi faizlerine bakarak bir hesaplama yaptılar.

        Ve haliyle kaybettiler.

        Bunlar ise kazandı.

        Doğrusu bu projelere Hazine garantisi verileceği baştan belli olsaydı, siz de, ben de bu ihalelere girebilir ve alabilirdik.

        Çünkü devlet gelir garantisi veriyor, buna rağmen beceremezseniz borcu ödeyeceğini de garanti ediyor.

        Size kalan ne?

        "Havuza biraz para aktarmak."

        Eşek değilsiniz ya.

        Siz de birkaç yüz milyon doları aktarırdınız havuza.

        Ne de olsa garanti 40 milyar dolar...

        Ya Cumhurbaşkanı, AK Parti'den çıkmazsa

        EĞER Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı'na aday olur ve seçilirse, ki böyle bir muhalefetle seçilmemesi pek mümkün görünmüyor, Türkiye "fiili" bir başkanlık sistemine geçmiş olacak.

        Üstelik de "gerçek bir başkanlık sisteminin" koruyucu, dengeyi sağlayıcı hiçbir unsuru olmadan "fiili başkanlık"la yönetileceğiz.

        Ne bir senato olacak, ne bağımsız bir yargı, ne de başkandan bağımsız bir iktidar partisi.

        Her şey başkan olacak.

        Partisini uzaktan yönetmeye devam edecek. Partisinin tek seçicisi olarak Meclis grubu üzerindeki gücünü koruyacak.

        Başbakanı atayacak ama başbakanın amiri olacak. Başbakan üzerinden hükümetin üzerinde belirleyici olacak.

        Kararlarının tartışılacağı ve gerekirse karşı çıkılıp engelleneceği bir senato olmayacak.

        Hükümetteki gücüyle yargı üzerinde etkisini koruyacak.

        Atamalardaki gücü katlanmış olacak.

        Üstelik de bunları tam bir "sorumluluktan" uzak Anayasa kalkanı arkasında yapacak.

        "Anayasa ortada. Olur mu böyle şey!" demeyin.

        Olacak.

        Bakın dün bir gazetede AK Parti'ye yakın hukukçular ne diyor:

        Prof. Fazıl Hüsnü Erdem, "Demokrasilerde gücün kaynağı halk olduğuna göre, halkın iradesini en fazla yansıtan ve en yakın olan makam, en güçlü olacaktır. Yüzde 51 oy alan bir Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu'ndan daha meşru olur" diyor.

        AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Mustafa Şentop da "Halk tarafından seçilince yetki tartışması biter" fikrini ortaya atıyor.

        Prof. Erdem'in "Bakanlar Kurulu'ndan daha meşru olur" cümlesi, çok ama çok kayda değer.

        Bence bunun anlamı şu:

        "Başkan seçilince kim takar yarı meşru Bakanlar Kurulu'nu."

        Bir demokraside hepsi Anayasal olarak meşru kurumlar arasında "daha az meşru, daha çok meşru" cümleleri kurulur olduysa...

        Boşverin siz demokrasiyi.

        Rejimin adı konmuştur bile.

        Tabii benim merak ettiğim başka bir şey var.

        Diyelim ki, sandıktan AK Partili olmayan bir Cumhurbaşkanı çıktı.

        Bu lafları edenler o zaman ne diyecekler?

        1 Mayıs korkusu

        YAKIN tarihimizin en sorunsuz 1 Mayıs kutlamalarını yapmak AK Parti iktidarına nasip olmuştu.

        2 yıl önce 1 Mayıs'ın Taksim'de yapılmasını izin verilmiş, tek bir olay çıkmadan barış içinde bir 1 Mayıs kutlanmıştı.

        Biz de "Türkiye artık normalleşiyor" diye sevinmiştik.

        Sevincimiz 1 bayramlıkmış.

        Geçen yıl inşaat bahanesiyle yasaklandı, bu yıl inşaat falan yok ama yine yasak.

        "Niye yasak belli değil" diyeceğim ama bence belli.

        Gerilim isteniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yine bir ayrışma hedefleniyor.

        1 Mayıs'ta çıkması muhtemel olaylarla sağ oyların konsolide edilmesi hesaplanıyor.

        Bence...

        Bana gelen bilgilere göre İstanbul Emniyeti ayakta. Keza MİT de.

        Büyük olaylar, büyük provokasyonlar bekleniyor.

        Bölgedeki esnaf ve şirketler uyarılıyor, her türlü saldırı ihtimali göz önünde bulunduruluyor.

        Hatta 1 Mayıs'la başlayacak "gerilimin" Gezi'nin yıldönümünde daha da artması olasılığı üzerinde duruluyor.

        Ben tüm bu gelişmelerden büyük kaygı duyuyorum.

        Taraflardan birinin "geri adım atması" gerektiğini düşünüyorum.

        Ama kimsenin atmayacağını biliyorum.

        Korkuyorum.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değdiği zaman.

        Diğer Yazılar