Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        5 ARALIK 2014 FİLMLERİ

        Tahar Rahim’in başrolünde yer aldığı ve Türk bir yönetmenin çektiği ‘1915 olaylarına odaklanan film’ tabiri başlı başına iddialı… Fatih Akın, bu önermenin altında ezilmemek için çok uğraşıp 15 seneye yayılan ve birçok kıtaya uğrayıp destansı öğeler taşıyan bir uluslararası projeye imza atıyor. Boynundaki yarayla yol alan Ermeni Nazaret’in dirayeti, çocuklarını arayışı hüzünlendirirken, kültürel sıkışmışlığı vurgulayan besteler ve serap etkisi yaratan sinematografiden destek alıyor. Ermenice ve Türkçe bilmeyen ana oyuncusu ve çözüm üretmeyen kolaycı diyaloglarıyla da tartışma konusu olabilecek “Kesik”, cesaretiyle akılda kalacak.

        “Kısa ve Acısız” (“Kurz Und Schmerlos”, 1998) ve “Aşka Ruhunu Kat”ı (“Soul Kitchen”, 2009) bir kenara bırakınca, Fatih Akın hep yollardadır. Belki Wim Wenders’i sevdiğinden, belki farklı bir sebeple... Ama onun filmlerinde genelde asi karakterlerin başka bir ülkeye –çoğunlukla Almanya’dan Türkiye’ye- göç ederek bir şeyleri sorguladığını görürüz. Bu zaman diliminin sonucunda da aslında problemli, belaya bulaşmış kimliklerin, varoluş sürecinden geçtiklerine tanıklık ederiz. Alman ve Türk kültürlerinin çarpışması bu sayede daha ‘sert’ hale gelir.

        WENDERS’İN GELENEĞİ HOLLYWOOD’A KAYMIŞ SANKİ

        Göçmen aileleri ve yaşadığı yere adapte olamamış karakterler, onun filmlerinin odak noktasıdır. Bu kaynak üzerinden tesadüflerden de beslenen bir yolculuk belirir. Eğer bir Wenders ruhu varsa, bu Akın’da Hollywood anlayışıyla ya da Alman sinemasına Tom Tykwer’in getirdikleriyle iç içe geçer. ‘Aşk, Ölüm ve Şeytan Üçlemesi’ özelinde ise Wenders’in ilk dönemindeki Yol Filmleri Üçlemesi’nden bir iz göremeyiz.

        “Duvara Karşı” ile “Yaşamın Kıyısında”nın ardından bu toplamın üçüncü filmi “Kesik” (“The Cut”, 2014)… Göç ederken ‘ithal’ kökenin yol açabileceği sancılı geri dönüşleri merceğine alan bu yapıtlar, sırasıyla vahşi bir aşkın, bir aile sırrının ve bir insanlık dramının üzerine gidiyor. Elbette sonuncusunda meselenin ‘tarihi’ bir omurgaya oturtması fark yaratıyor ve bizlere yönetmeni sınama imkanı sunuyor. Akın’ın “Solino”su (2002), bir İtalyan restoranının etrafında akan bir Guiseppe Tornatore filmi gibi dururken, “Kesik”, sanki Elia Kazan ya da Walter Salles esintisi taşıyor.

        EKLEKTİK MÜZİK ETKİLİ

        Che Guevara’nın yolculuğuna odaklanan biyografik yol filmi “Motosiklet Günlüğü”nü (“Diarios De Motocicleta”, 2004) andırıyor. Yönetmen, sürece 1915’te start verip 1920’lerin sonuna kadar uzanıyor. Osmanlı topraklarından Küba’ya, ABD’ye uzanan seyahatte birçok aşamayı görüyoruz. Besteci Alexander Hacke’nin yöresel, Ermeni ve Türkçe ezgilerle İngilizce şarkıları iç içe geçirmesi Akın usülü kültürel sıkışmışlığı anlatıyor.

        Sibel Kekilli ve Birol Ünel’in “Duvara Karşı”da içine düştükleri acımasız durum, burada yol üzerinde karşımıza çıkıyor. Tahar Rahim’in Ermenice konuşmasını tercih ederdik. Zira İngilizce ana dil, tehcir meselesini yansıtırken Hollywood aygıtlarını devreye sokup, projenin önemini yitirmesini sağlıyor. Bütçeyi ana unsura dönüştürüyor. Arka planı almadan önde zeki planlarla iş bitirip para kurtarmak yönetmen için yerinde bir hamle…

        TÜRKLER O KADAR DA KÖTÜ DEĞİL

        20. yüzyılın başında savaşların katkısıyla yaşanan özgürlük sıkıntısı ise Nazaret özelinde karşımıza çıkıyor. Öncelikle arkadaşlarıyla Osmanlıların eline düşen ve 1915’teki 1. Dünya Savaşı yıllarında kendini koruyan karakterimiz, masum bir asker sayesinde yaşıyor. Boynundaki kesikle her şeyi atlatmak için mücadele ediyor. Kaçış o kaçış derken Anadolu’dan ABD’ye uzanan, herhangi bir tarihi kıyımı, bir insanlık dramını anlatan liberal bir Hollywood işi beliriyor sanki.

        “Kesik”, Akın’ın ilk 2.35:1 (sinemaskop formatı) filmi. Ama görüntü yönetmeni ile bunun üzerine kafa yormuş. Yoldaki yürüyüşler manasızlaşabilse de yer yer serap izlenimi bırakan sahneler, yer yer gerçekçiliği seçen sahneler devreye giriyor. Yürüyen ve yabancılaştırılan Nazaret’in izole edilmişliğine biz de kapılıyoruz. Onun başkalarına verilen ikizlerinin peşine düşmesiyle devreye giren ‘dokunaklı baba sevgisi’ çok tesir etmiyor belki. Ama haksızlığa uğrayanları korumaya almasını da insancıl bir refleks olarak görüyoruz.

        “Yaşamın Kıyısında”da Türkiye’ye üvey kardeşini bulmaya giden ana karakter gibi Nazaret de bir şeyler arıyor. Yolu bir varoluş değil, arayış platformuna dönüştürüyor. Böylece Akın’ın sinemasına Modern dünyanın yerine tarihi bir dönem sızıyor.

        1915 OLAYLARINI ELE ALMAK RİSKLİ

        Aslında 1915 olayları sinemada Atom Egoyan’dan Taviani Kardeşler’e (orada da Moritz Bleibtreu oynuyor idi) kadar ele alındı. Ancak bu eserler genelde beğenilmedi. “Kesik” de bu kervana katılıyor. Başarıyı az farkla kaçıyor. Akın için Hollywood’a açılan kapıya dönüştüğü noktada da dikkat çekici anlara vesile oluyor. Mekan-atmosfer ilişkisiyle, çöl macerasından kovboy filmlerine uzanan görkemli yolculuk bölüm bölüm tatmin ediyor.

        Azınlıkların özgürlüklerinin kısıtlanmasını etkili kılıyor. Açılar, mercekler hikaye anlatımına sahicilik katıyor. Ama çalakalem yazılmış diyaloglar çoğu zaman göze batıp, Mardik Martin’in, Scorsese’nin yanında çalışmış senaristin etkisini hissettiremiyor. Akın’ın kariyerinde yukarılara oturmasa da kendi içinde tutarlı eserleriyle fazla farkı olmayan bir iş canlanıyor. “Kesik”, onu yönetmen olarak çok yukarıya koyanlar için ‘hayal kırıklığı’, belli bir seviyede bulanlar için ‘kalıbına uygun’ tanımına sokulacaktır. Filmde Ermeni karakter temsili adına sadece bir ‘mikro tanım’ sunuluyor. Bu konudaki yeni projeleri beklememiz isteniyor. Ama elbette ‘bir politik sinema ürünü’ arayanlar Akın’ın eserinden tatmin olmayabilir. Zira yönetmen, o ekole yakın bir isim değil.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Kesik (The Cut)

        Yönetmen: Fatih Akın

        Oyuncular: Tahar Rahim, Bartu Küçükçağlayan, Simon Abkarian, Önder Çakar, Hindi Zahra, Kevork Malikyan

        Süre: 138 dk.

        Yapım yılı: 2014

        BU KEZ TEK ‘PATRON’ AKILDA KALACAK

        İlki dünya çapında 200 milyon doları aşkın bir gişe rakamı yakalayan ‘Patrondan Kurtulma Sanatı’nın ikinci halkası, 2011 tarihli eserin ‘kahkaha tufanı’ özelliğini yineleyemiyor. Ekibin değişmesi ve Sean Anders-John Morris ikilisinin tuvalet mizahına bel bağlamasıyla, özgün fikirli kara komedinin eylem alanı kısıtlanıyor.

        ‘Patronumu öldürürsen, ben de seninkini öldürürüm’ önermesiyle ilerleyen bir kara komedi… En azından 2011’de başladığında “Patrondan Kurtulma Sanatı” (“Horrible Bosses”, 2011) bu cümleyle ayakta duruyordu. Ancak fikir babası Michael Markovitz’in geride kaldığı bir ‘senaryo’ var artık… Serinin ikinci halkası Sean Anders-John Morris ikilisinin kalemine emanet edilmiş.

        TUTAN KOMEDİ OMURGASI NEREDE?

        “Skor Peşinde” (“Sex Drive”, 2008) ile çıkış yapıp yeni neslin Farrelly Kardeşler’i olma yolunda adımlar atan yaratıcılar, en son “Salak ile Avanak Geri Dönüyor”un (“Dumb and Dumber To”, 2014) senaryosuna da enerji katmalarıyla adlarından söz ettirdiler. “Patrondan Kurtulma Sanatı 2”de (“Horrible Bosses 2”, 2014) ise Anders senaristliğe ek olarak yönetmenliği de üstleniyor.

        Ama Alfred Hitchcock’un “Trendeki Yabancılar”ı (“Strangers on a Train”, 1951) ile Danny DeVito’nun “Annemi Trenden Nasıl Atarım?”ının (“Throw Momma from the Train”, 1987) suç motivasyonlarını alıp, ‘patronlar ve çalışanları’yla ilgilenerek işin ucunu bürokrasi eleştirisine kadar götüren komedi omurgası nerede? Aslında bu yeni şekil, Charlie Day, Jason Sudeikis ve Jason Bateman’ın bir rehine senaryosuna el atmasına kadar uzanıyor.

        REHİNE KOMEDİSİ WALTZ’UN OMZUNA YÜK BİNDİRİYOR

        Açıkçası melez “Olağanüstü Bir Hayat”tan (“A Life Less Ordinary”, 1997) daha zekice kurulmuş bir ‘suçlu-mağdur’ ilişkisi yok. ‘Patronumu öldürürsen, ben de seninki öldürürüm’ meselesini benimseyen kara komedinin, ‘patronun oğlunu kaçırdık’tan beslenen sıradan rehine komedisine meyletmesi filmi baltalıyor.

        Chris Pine’ın nerede olduğunu şaşırması, onun babasını canlandıran Christoph Waltz’un omzuna yük bindiriyor. Anders ile Morris ise cinsellik odaklı espriler için gaza basıp komedinin kontrolünü elden kaçırıyorlar. Kara komediye kayınca kendilerini seviyeyi düşürürken buluyorlar. Zira “Annemi Trenden Nasıl Atarım?” ile “Ah Mary Vah Mary”nin (“There’s Something About Mary”, 1998) mizah anlayışları arasında ince bir çizgi yok, dağlar kadar fark var.

        ANDERS REJİYİ DÜZELTMİŞ

        Böylece “Bu Kız Beni Aşar” (“She’s Out of My League”, 2010), “Babasının Oğlu” (“That’s My Boy”, 2012) ve “Salak ile Avanak Geri Dönüyor” gibi Anders-Morris’in tuvalet komedisi becerisine yüklenen eserleri mumla aratan bir iş karşımıza çıkıyor. Filmin 108 dakika olması da yer yer anlamsız skeçlere bel bağlayan mizansenin doyuruculuğunu kısıtlıyor.

        Ama yönetmenlik koltuğuna Seth Gordon’ın yerine Anders’ın geçmesi, görüntü yönetmeni, kurgucu ve kullanılan kameranın da değişmesiyle fark yaratıyor. 2.35:1’de (sinemaskop formatı) aralara süzülen kamerayla akıcı kurguyu birleştiren birkaç sahne dinamizm ve sinema duygusu getiriyor. Biraz Kevin Spacey, biraz Jennifer Aniston, ama en çok Christopher Waltz akılda kalıyor. İlk filmdeki yan rol cümbüşü burada canlanmıyor. Bu isimlere ek yapacak kişiler çıkmıyor. Zira Bateman-Sudeikis-Day üçlüsü dışarıdan gözüktüğü kadar eğlenceli değiller…

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Patrondan Kurtulma Sanatı 2 (Horrible Bosses 2)

        Yönetmen: Sean Anders

        Oyuncular: Jason Bateman, Jason Sudeikis, Charlie Day, Christoph Waltz, Chris Pine, Jennifer Anisyon, Kevin Spacey

        Süre: 108 dk.

        Yapım yılı: 2014

        YAKICI BİR DENGBEJ TÜRKÜSÜ MÜ?

        Silah sakladıkları sebebiyle tutuklanan bir dağ köyünün erkeklerinin çaresizliği, iki fedakar kadının çıktığı gerilimli yolculuğa alan açacaktır… “Sesime Gel”, azınlıkların doğuda çağ dışı uygulamalara tabi tutulduğunu gösteren gerçek bir olayı pastoral görüntüler, dengbejler, meleyen kuzular ve çekici bölge insanlarıyla sarıyor. Esin kaynaklarıyla hedefine ulaşsa da yol üstünde Kürt milliyetçiliğine sapıyor.

        Kürt sinemasının iyiden iyiye etkisini hissettirmesi, azınlıkların, etnik grupların hikayelerine İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve İran Yeni Dalgası’nın metotlarını sızdırıyor. 2008’de “Gitmek” ile bu çıkışta önemli bir görev üstlenen Hüseyin Karabey’in ikinci filmi bu iddia ile karşımıza çıkıyor. Kürt ozanların, dengbejlerin aktif olduğu doğayla iç içe bir yolculuğun tanımını yapıyor.

        NATÜRALİZMİ GERİLİMLE VURGULUYOR

        Biraz “Stromboli” (1950), biraz “Yol”u (1982) andıran serüven, yönetmenin ‘yol filmi’ arzusunu ortaya koyuyor. Silah sakladıkları gerekçesiyle tutuklanan bir Kürt köyünün erkeklerinin özgürlük arayışı, böylece sinemasal bir rötuşla örülüyor. Yönetmen, natüralizmi gerilim duygusuyla sarıyor.

        Balta girmemiş orman hissiyatı yaratan bir dağ görüntüsünün ortasında ülkemizin bozkırlarındaki trajik bir olayı resmediyor. 60 yaşındaki Berfe ve onun 8 yaşındaki torunu Jihan, yakıcı bir türküyü tatmamız için hüzünlü ‘adım’lar atıyor. Bu fedakarlık, kolaylıkla ‘dokunaklı’ sıfatıyla klişeleşiyor.

        İYİ-KÖTÜ AYRIMI ÇOK NET

        Rossellini’nin “Stromboli”sinin pastoral görüntülerden beslenen çıkışsızlığı, ya da Yılmaz Güney’in siyasi dayatmalarla Anadolu’da yol alan karakterleri adeta bir köye sıkışıyor. Oranın güzelliklerinin ağırlığı öne çıksa da sınıfsal bir özdeşleşme bağı değer kazanıyor. Yürüyüşe bolca doğa görüntüsü, meleyen kuzu ve sempatik bölge insanının eklenmesi, yöresel ozanların katkısıyla da ‘Türkiye’den’ bir duygu uyandırıyor. Sabit kamerayı gözlemci konumuna yerleştiren “Sessime Gel”, sinemanın gerçekçilikle imtihanını değerlendiriyor.

        İyi-kötü ayrımı konusunda net bir tavrı olmasa, doğa görüntülerini belgesel niyetiyle örüp tekdüzeleştirmese ve süreyi 80 dakika çevresine indirse çarpıcı durabilecek bir film canlanıyor nihayetinde. Bu sayede de askerlerin azınlıklarla etkileşiminde Kürt milliyetçiliğinin teslim alıp yönünü belirlediği politik bir sanat eseri izliyoruz.

        FİLMİN NOTU: 4.2

        Künye:

        Sesime Gel

        Yönetmen: Hüseyin Karabey

        Oyuncular: Feride Gezer, Melek Ülger, Tuncay Akdemir, Muhsin Tokçu, Ali Tekbaş

        Süre: 105 dk.

        Yapım yılı: 2014

        AŞK VE GEÇMİŞLE DANS

        Bu sefer grup terapisine gitmeye başlayan dört kafadarımız, dilsiz bir kadın ile onun annesinin gazabına uğrarlar… Sonuç ise ilk iki filmdeki gibi bireysel performanslarla ve tek tük sahne ile ayakta kalmaya çalışan bir komedi denemesidir… “Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı”, sadece serinin hayranlarını hedefliyor.

        ‘Çakallarla Dans’ üçüncü bölümünde de münferit çabalarla kalıyor. Sözgelimi Didem Balçın ve Hakan Bilgin’in karakterleri tek tük gözükse bile etrafa neşe saçabiliyor. Ama genel anlamda film güldürmekten ziyade düşündürüyor. Şevket Çoruh, Murat Akkoyunlu, İlker Ayrık ile Timur Acar’ın oluşturduğu ‘öldürücü ekip’, kara mizahla veya futboldaki şike çetesiyle temas kurmuyor bu kez. Aksine yanlış anlaşılmalarla ‘analı kızlı çetesi’nin ağına düşüyor.

        SERİNİN TEKNİK AÇIDAN EN DOYURUCU HALKASI

        Bu yan hikaye Sigourney Weaver ile Jennifer Love Hewitt’in rol aldığı “Heartbreakers”ı (2001) kullanmış izlenimi bırakıyor. Derya Baykal ile Derya Şensoy’un birlikteliği, her şeyi tersinden idrak etmeye meyilli Del Piero Hikmet’i ağına alıyor. Böylece sakarlıklardan ve yanlış anlaşılmalardan beslenen suç komedisi damarı, kadın üçkağıtçılarla da sarılıyor.

        Ceyhun Yılmaz’ın listesiyle verdiği katkı yine ‘enerjik bir ek’ gibi dururken, bu sefer Lewo’nun yanına Çağrı Ece’nin de gelmesi yoran montaj sekansları biraz daha mantıklı hale getiriyor. Paralel kesmeler daha dolgun duruyor. Bu durum teknik açıdan filmin belini az da olsa doğrultuyor. Serinin ilk iki halkasının görüntü ve ses erozyonuna dönüşen çehresini değiştiriyor. “Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı” (2014), Murat Şeker’in filmografisinde alt sıralara yerleşirken ise zorlanmıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.1

        Künye:

        Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı

        Yönetmen: Murat Şeker

        Oyuncular: Murat Akkoyunlu, Şevket Çoruh, Timur Acar, İlker Ayrık, Derya Baykal, Derya Şensoy, Didem Balçın, Hakan Bilgin.

        Süre: 104 dk.

        Yapım yılı: 2014

        AMATÖR YEŞİLÇAM MELODRAMI

        Gecekondu mahallesinde aile içi şiddete ve töre sorununa bir aşk üzerinden bakan “Uzun Yol”, görüp görebileceğiniz en amatör Yeşilçam melodramlarından biri. ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinde İngiltere’nin Oscar aday adayı olması ise bu kategorideki 83 filmin en zayıfını deneyimlememizi sağlıyor.

        İngiltere’de yaşayan bir Türk yönetmen, ülkesine adapte olmadan ana dilinde film çekmeye kalkışırsa facia bir perde ürünüyle karşılaşmamız doğal. “Uzun Yol”, evlilik, aşk, aile içi şiddet, gurur, kumar, töre gibi temalara bir gecekondu mahallesinden bakıyor. Bütün oyuncuların kaçmış makyajlarıyla abartı rekoru kırmaları görebileceğimiz en zayıf Yeşilçam melodramı temsilini getiriyor.

        HER ÖĞE AMATÖRLÜĞÜ DESTEKLEMEK İÇİN BİR ARAYA GELMİŞ

        Bunun üzerine “Gözü Tamamen Kapalı”nın (“Eyes Wide Shut”, 1999) kurgucusu Nigel Galt eklenince, ses kurgucusu olarak kariyer yapan deneyimli bir ismin zaaflarıyla karşılaşıyoruz. “Uzun Yol”un bütüne ayna tutan tuhaf açılış ve kapanış sekanslarıyla yol alması bir yana Türkçe bilmeyen teknik ekip bireyinin iletişim sorununa kurban gittiği açığa çıkıyor.

        Deneyimli Ercan Özkan’ın filmi kurtarma çabası ise olabilecek en çiğ aile babası, en kırılgan hayat kadını tanımlarının etrafı sarıp tiratlardan beslendiği süreçle baltalanıyor. Senkron kaymasından mustarip dublajın sakilliği hiçbir şekilde affedilir gibi durmazken, devamlılık hataları ve devamlılık kurgusunu yaralayan geçişler her şeyin tuzu biberi oluyor.

        Bu karmaşadan yaralanan ise Hakan Yufkacıgil başta olmak üzere tüm masum oyuncular... Aile içi şiddetin en karton hali yanı başımızda en fazla Samanyolu TV dizisine dönüşecek tekdüzelikte beliriyor. Sanat yönetimi tutarsızlığından da çeken “Uzun Yol”, 118 dakikayı tamamlayamayan ve niye sinemaskop oranında çekildiğini anlayamadığımız bir filme dönüşüyor. Durum öyle trajik ki “Selvi Boylum, Al Yazmalım” (1978) gibi başlayıp nereye gideceğini bilememesine değinmeye bile sıra gelmiyor.

        En azından geçen yıl 50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlediğimiz versiyon böyleydi. Sonrasında Sedat Karadeniz’in ikinci kurgucu olarak ekibe eklenmesi ne değiştirmiştir, seviyeyi ne kadar yukarıya çekmiştir bilinmez.

        FİLMİN NOTU: 1.9

        Künye:

        Uzun Yol

        Yönetmen: Nihat Seven

        Oyuncular: Hakan Yufkacıgil, Mehtap Anıl, Ahmet Özarslan, Murat Muslu, Bora Cengiz, Derin Bebek

        Süre: 118 dk.

        Yapım yılı: 2013

        YAPMA MİNİMALİST SİNEMA ÖRNEĞİ

        Minimalist sinema furyasına tutunmak isteyen eserlerin bir yenisi… “Sivil”, ülkemizde asker olmanın zorlukları üzerine gittiği arka planıyla proje aşamasındaki heyecan vericiliğini perdeye taşıyamıyor. Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’u sevip göstermelik sanat filmlerine imza atan yaratıcılardan biriyle yüzleşmemizi sağlıyor.

        Türkiye’de askerliğin yarattığı sendromları hepimiz tatmışızdır. Tatmasak bile birilerinin anlatmasıyla bunlardan haberdarızdır. “Sivil” de bu toplumsal yaranın psikolojik açılımlarına bakıyor. Öldürdüğü gerilla, özlediği sevgilisi ve daha fazlası Emrah’ın kabusu oluyor…

        TEMPOYU DÜŞÜRMEK YETERLİ Mİ?

        Levent Çetin, bu konuyu ele alırken, Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’la artan minimalist sinema geleneğine tutunmuş. Ancak bu konuda ne yapacağını şaşırıp işin boyutunu ‘sanatsal çöp’e kadar götüren yönetmenlerle bir arada anılmayı hak etmiş. Durağanlaşan film, bunun sebebini bilemeyince, sabit açıları da doğal ışığı da anlamsızlaştırıyor.

        Böylece sinemamızda sayısı her geçen gün daha da artan ‘göstermelik minimalist sinema ürünleri’nden biri karşımıza çıkıyor. “Sivil”, politik altyapısını iyi değerlendirmesiyle ülkemizde değer kazanabilecek bir iş. Ama bu haliyle ‘tempoyu düşürmek ve dramatik dönüşlerin süresini uzatmak yeterlidir!’ emir kipinin esiri olmuş gibi…

        FİLMİN NOTU: 1.5

        Künye:

        Sivil

        Yönetmen: Levent Çetin

        Oyuncular: Umut Sakallıoğlu, Pınar Göktaş, Meltem Savcı, Münibe Millet

        Süre: 79 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1 (The Hunger Games: Mockingjay - Part 1): 3.5

        Adalet (The Equalizer): 5

        Annabelle: 4.1

        Annemin Şarkısı: 3.6

        Asfalt Çiçekleri: 2.6

        Aşk Tarifi (The Hundred-Foot Journey): 3.3

        Aşk ve Tutku (Miss Julie): 3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Balık: 4.3

        Ben O Değilim: 5.5

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Deliha: 2.2

        Delisin Delisin!: 1.6

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dönüş (The Turning): 5.5

        Dracula: Başlangıç (Dracula Untold): 6.3

        Dünyada 20.000 Gün (20.000 Days On Earth): 4.5

        Evliya Çelebi: Ölümsüzlük Suyu: 5.5

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Fury: 6

        Gece: 4.5

        Gece Vurgunu (Nightcrawler): 5.8

        Gizli Yüzler: 4.1

        Hadi İnşallah: 4.7

        Hay Way Zaman: 3

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnşaat 2: 2.9

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones): 3.5

        Karışık Kaset: 5.5

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Kirli Para (The Drop): 4.3

        Kumun Tadı: 5.5

        Kutu Cüceleri: Yaratıklar Aramızda (The Boxtrolls): 5.5

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York): 6.7

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Ölüm Alfabesi (Ouija): 3

        Pek Yakında: 5.7

        Pompeii: 5.8

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To): 6

        Seçilmiş (The Giver): 7

        Seni Seviyorum Adamım: 2.5

        Serena: 6.5

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sivas: 6.5

        Şeflerin Savaşı (Comme Un Chef): 3.5

        Şeytan Tepesi (Gallows Hill): 2

        Temmuz Soğuğu (Cold in July): 4.8

        Unutma Beni İstanbul: 3.5

        Unutulmaz Aşk (Best of Me): 3.2

        Unutursam Fısılda: 4

        Ümmü Sibyan: Zifir: 4.7

        Yargıç (The Judge): 4.5

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar