Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        12 ARALIK 2014 FİLMLERİ

        Başarısız bir yazarın zihninden çıkan aşk dizelerini önümüze döken “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, kurgusu, sinematografisi ve müzikleriyle ritim kazanan gizemli bir aşk filmi... Zaman zaman tempoyu kontrol edemese de, aşkın dokunmadan daha değerli olabileceğine, ele geçince sömürüldüğüne dikkat çekiyor. Erdal Beşikçioğlu ile Sezin Akbaşoğulları’nın uyumundan beslenerek büyük şehirde filizlenen ‘derin bir tutku’nun tanımını yapıyor.

        İsminden de anlaşılacağı üzere bir romanın satırlarından ya da bir şiirin dizelerinden oluşuyormuş gibi bir hali var “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”nun. Aralara atılan halüsinasyonlarla, tutku dolu anlarla ya da bellek parçalarıyla ilerleyen, bunlardan feminist ve felsefi okumalar çıkarma derdinde, umut dolu bir eser…

        80’LERİN FEMİNİST TÜRK FİLMLERİNİ HATIRLATIYOR

        İlhami Algör’ün 65 sayfalık uyarlanması zor edebi eserinin serbest perde temsili hiç de sırıtmıyor aslında. Vedat Özdemir’in özenli sinematografisi, Arzu Volkan’ın modern kurgusu derken, kendimizi 80’ler Türk sinemasında feminist kadın temsili içeren eserlerden birinde buluyoruz sanki. En çok da, Atıf Yılmaz-Ümit Ünal-Türkan Şoray birlikteliğinin ürünü “Hayallerim, Aşkım ve Sen” (1987) canlanıyor zihnimizde.

        Elbette başrolde bir Müjde Ar yok. Ama Vitrinel-Aşar ikilisi, senaryo aşamasında kadın ve erkek tanımı üzerine çok çalışmışlar. Beşikçioğlu’nun Arif’i ile ‘hayali bir tutku’ olarak addedilen Akbaşoğulları’nın canlılık kattığı gizemli ve güçlü kadın Müzeyyen filme çok şey katıyor. İkisi arasındaki atışmaları, diyalogları, sevişme sahnelerini ve flaş çakmaya uzanan bölümleri özenle kavrıyor film. Sinemanın görsel tarafını boşlayan bir Atıf Yılmaz yapıtının ötesine geçiyor çoğu zaman.

        IŞIĞIN VE SESİN YÖNLENDİRDİĞİ MÜZEYYEN SİLUETİ

        Çiğdem Vitrinel, ilk eseri “Geriye Kalan”da (2011) Bergman-Antonioni ayağından günümüz Alman-Avusturya sinemasının mat renk paletiyle bir ilişki filmi kotarmıştı. Yasak ilişkinin üst-orta sınıf ailede yol açabileceği hasara ve ekonomik/sosyal yükselişin zorluğuna dikkat çekmişti. Genelde ‘beyaz’ın tonlarını öne çıkararak, minimale yakın, az müzikli bir sinema dilini tercih etmişti. Yaşam odağını kaybetmiş karakterlerin ilişkilerde yaşadığı kopukluğu canlandıran bir yapı kurmuştu.

        Burada ise yine beyazın ışığın içeri yalıtılması veya yalıtılmamasıyla kavrandığını, tonlarının ayrıştırıldığını görebiliyoruz. Müzeyyen bazen arkadan ışık gelmesiyle bir ‘yanılsama’, bazen kenarların flulaşmasıyla takip edilen bir nesne, bazen sadece ensedeki ses olabiliyor. Ama en önemlisi Arif’in gözünden yani bir roman yazarının bakış açısından akan bir senaryoyu izlememiz. Öznel kamera da böylece bir tercihe dönüşebiliyor.

        ODAK KULLANIMI, ŞARKILAR VE DİZGİNLENEN TEMPO

        “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, temelde bir yazarın yaratıcılık dönemi sancılarını anlatıyor. Bunu yaparken ‘gizem filmi-aşk filmi’ melez damarına bağlı kalıyor. Vitrinel, Vedat Özdemir’den odak ayarına yüklenen bir kadraj bütünlüğü istemiş. Genelde ‘dar odak’ kullanılıyor. Arif’in bir tarafta durduğu çerçevelerde diğer taraf flulaşıyor. Yer yer odak kaydırma da devreye giriyor. Geleneksel anlatının ana parçası olan derin odak neredeyse hiç kullanılmıyor. Kurgucu Arzu Volkan, montaj sekans, sıçramalı kurgu gibi teknikleri benimserken ayağını korkak alıştırmıyor. Ama gaza basıp video klip estetiğinin yüksek temposuna da ulaşmıyor.

        Harun Tekin’in soundtrack’i pop-rock şarkılarıyla Arif’in ruh halini iyi kavrıyor. Kulağımızda birçok tını kalıyor. Ama Vitrinel, ‘sanat sineması’na yakın bir kimlik olduğundan bu dinamizme çok fazla ayak uydurmuyor, uydurmak istemiyor. Sanki yer yer tempoyu düşürmek için araya parça atmış izlenimi bırakıyor. 107 dakikada filmin yavaşladığı, ritmini kaybettiği anlar var. Bir-iki sahnede edebi diyaloglar bu duruma eşlik ediyor.

        DOKUNMADAN YAŞANAN AŞK DAHA DEĞERLİ

        Ama genel anlamda Arif’in hayatındaki bütün kadınlar çok iyi yazılmış. Müzeyyen’in sureti ve finalde gelinen nokta çekici… Film, sorular soruyor, kadın-erkek ilişkileri üzerine bizi aydınlatıyor. Çaresiz bir yazarın, hayali bir aşk için atabileceği adımlar sorgulanıyor. Üst-orta sınıfın yabancılaşma sorunu, şehir insanının yaşam biçimi daha hayali bir dünyaya kayıyor. Gezi’ye gönderme çakan motor sekansındaki ‘chapulling’ şarkısı ise anlamlı ve iyi çekilmiş uzun planla akılda kalıyor.

        Derin tutkunun gerçek aşkın önüne geçme şansına odaklanırken, dokunamadan yaşanan zihinsel aşkın bazen daha mantıklı olabileceğini öğretiyor film. “Bi Küçük Eylül Meselesi” (2014) ile akrabalık kurarken, o eser kadar özensiz karakterlerle hareket etmiyor, ama gizemli tarafıyla da onun yaratıcılığını yakalayamıyor. “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, déjà vu hissiyatı yaratıyor evrensel açıdan. Film için “Lucia” (“Lucia y El Sexo”, 2001) ile “Hayalimdeki Aşk”ın (“Ruby Sparks”, 2012), “Sekiz Buçuk” (“Otto e Mezzo”, 1963) destekli bir karışımı dersek anlayanlar çıkacaktır.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

        Yönetmen: Çiğdem Vitrinel

        Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları, Ege Aydan, Hare Sürel, Derya Alabora, Harun Tekin

        Süre: 107 dk.

        Yapım yılı: 2014

        OLAĞANDIŞI BİR DİRENİŞ

        Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ romanından yola çıkan “Kırımlı”, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi esir kampına düşen bir Kırım Türkü’nün dönemin otoriter rejimlerine karşı direnişini merceğine alıyor. Hollywood’u aratmayan savaş ve çatışma sahnelerini ‘sanat yönetimi’ ve ‘müzik’ detaycılığıyla destekleyip hedefi tam 12’den vuruyor. İyi çekilmiş destansı aşk damarlı bir savaş filmine evrilirken, yerli türdeşlerinin üzerinde bir yere oturuyor ve sinemamız için önemli bir kazanıma dönüşüyor.

        Tarih boyunca politik çekişmelerin odağı olan ve sürekli el değiştiren Kırım, bu konumuyla bilinir. Ama Kırım Türkleri’nden çok haberdar değilizdir. Sadece detaycı tarihçiler bu konuda araştırmalar yapmışlardır. Reklam geçmişli Burak Cem Arlıel “Kırımlı”da (2014), 2. Dünya Savaşı’nda Nazi esir kampına düşmüş Kırımlı Teğmen Sadık Turan’ın yaşadıklarına odaklanıyor. Önce Sovyetler Birliği, ardından Almanya, en son da kendi için savaşan bir askerin kimliksizliğini, olağandışı direnişini ele alıyor. Cengiz Dağcı’nın 1956 tarihli eserinden yola çıkarken, orada olup bitene bir aşk hikayesi de ekliyor.

        BAŞKA VATANDA AZINLIK OLMAK

        Aslında “Birleşen Gönüller”deki (2014) Kafkasya Türkleri temsilinin bir benzeri, dışarıda yaşayıp ötekileşen ‘azınlıklar’ üzerinden canlanıyor. Bugünlerde sinemamızda azınlık meselesinin furyaya dönüşmesi, başka vatanda geçen ‘savaş filmi’ damarında beliriyor. Film, Selma Ergeç’in canlandırdığı Türkçe bilen Polonyalı bir kadın ile Sadık Turan’ın bir trende kesişen hayatlarından bir ‘bağ’ çıkarıyor. Savaşta yaşananları da bir flashback eşliğinde önümüze seriyor.

        Çamurlu bir sipere doğru yönelen vinç, acıyı, çaresizliği, ateş altındaki huzursuzluğu yansıtıyor ilk olarak. Feza Çaldıran’ın sinematografisi vinç, steadicam ile sabit kamerayı iyi dengeliyor. Geniş alana açılan kameranın aralara süzülmesi, süresi çok uzun tutulmayan planlardan destek alıyor. Genel plandan başlayan bir estetik kaygı öne çıkıyor. Üst ve alt açı işlevsel olarak kullanılıp, otoritenin ve savaşın yarattıklarına anlam kazandırıyor.

        2. DÜNYA SAVAŞI HİÇ BU TARAFINDAN GÖSTERİLMEMİŞTİ

        Hollywood filmlerinde gördüğümüz ‘destansı aşk’ süslü savaş filmi omurgası en doğru noktada beliriyor. Üstelik Yahudi Polonyalı’nın ‘masum’, Kırımlı Türk’ün ‘mahkum’ olduğu, perdede hiç görmediğimiz bir tarafından bakılıyor insanlık kıyımına... “Çöküş”te (“Der Untertang”, 2004) Bruno Ganz’ın ‘Hitler’ tiplemesine benzeyen Alman subayına can veren Baki Davrak müthiş bir performans sergiliyor. Makyajıyla tepeden tırnağa elden geçirilmiş evrensel bir film nesnesine, Amerikan filminde görsek sırıtmayacak uluslararası bir karakter tanımına destek veriyor.

        Filmin tamamına yakını Almanca akarken Murat Yıldırım’ın ve diğer Türk oyuncuların konuşmaları filmi ayağa kaldırıyor. Tek zayıf taraf Gülçin Santırcıoğlu gibi gözüküyor. Kurgucu ile görüntü yönetmeninin uyumu bize yansıyor. Çaldıran sanat filmlerinde olduğu gibi kendini öne çıkarmıyor. Çamurun, karların altında kalmış bir cepheyi, bir yaşam mücadelesini, çatışmalarla veriyor. Yıldırım, yavaş çekim gibi teknikler yerinde kullanılıyor. Tüm bunlar özenli sanat yönetimini besliyor ve esir kampının detaycı görüntüsüne vurgu yapıyor.

        TUNA HİZMETLİ’NİN MÜZİKLERİ FİLME BÜYÜK DESTEK VERİYOR

        Ama özellikle gerilmemize yol açan orkestra müziğin etkisi birinci sınıf. Tuna Hizmetli’nin besteleri, savaşın psikolojisini yansıtırken, yaylı çalgılarla bambaşka ezgileri bir araya olağanüstü bir doğallıkla getiriyor. Dönemin diktatörleri de böylece eleştiri odağı olurken, Stalin ile Hitler’in ‘insan canı’nı umursamadan devreye soktukları kanlı mücadele ve hain uzlaşma, bir Türk üzerinden anlam kazanıyor. Kızıl Ordu’ya girmiş Kırımlı Türk askerinin esir düşmesi içimizi burkan ‘yanlış anlaşıldı!’ çığlıklarına yol açıyor.

        “Kırımlı”, sinemaskop oranında çekilmiş uluslararası bir proje. Hollywood’u kıskandıracak bir politik tarafsızlığa sahip. Öte yandan aşkın her şeye karşı gelebileceğini gösterirken de iki ortama yabancı bireyini iyi konumlandırıyor. Yönetmenine çok şey borçlu bir işe dönüşüyor. Güncel destansı aşk filmlerimizin arasında “Sürgün” (2013), “Kelebeğin Rüyası” (2012) ve “Birleşen Gönüller”in üzerine yerleşmekte zorlanmıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.1

        Künye:

        Kırımlı

        Yönetmen: Burak Cem Arlıel

        Oyuncular: Murat Yıldırım, Selma Ergeç, Baki Davrak, Suavi Eren, Bülent Alkış, Gülçin Santırcıoğlu

        Süre: 118 dk.

        Yapım yılı: 2014

        GEREKENİ YAPIN, GÖSTERİŞE GEREK YOK

        Trabzon halkında travmaya yol açan 1996 tarihli Trabzonspor-Fenerbahçe şampiyonluk maçının çevresinden dört-beş karakteri merceğine alan bir kesişen hayatlar öyküsü… “Yağmur: Kıyamet Çiçeği”, bu ortak acıyı ‘Kazım Koyuncu’ isminin de eklendiği çeşitli olaylarla sarıyor. Ama büyük sözler peşindeki diyalogları, ajitasyon kokan besteleri, TV dizilerine uygun kurgusu ve gösteriş budalası sahneleriyle karakterleri bir araya getirmekten aciz bir görüntü çiziyor.

        Sinemada hikayeleri kesiştirmek için yola çıkmak risklidir. Zira öncelikle karakterlere hakim olmayı, ardından öykülerin kıvrımlarını düzenlemeyi bilmeniz gerekir. Eğer kontrolü kaybederseniz, bir anda kendinizi uçurumdan aşağı sürüklenirken bulabilirsiniz. Açıkçası son yıllarda ‘kesişen hayatlar filmi’ formülüne eğilim fazlalaştı. “Kavşak”tan (2010) “Güzel Günler Göreceğiz”e (2011), “Lüks Otel”den (2011) “Açlığa Doymak”a (2012) uzanan ama bir türlü tatmin etmeyen işler belirdi.

        ÖNCE TEK BİR HİKAYE ANLATMALIYMIŞ

        Onur Aydın da henüz tek bir hikaye anlatmadan birden fazla hikaye anlatmaya soyunuyor. Tabiri caizse sinema kariyerine birinci sayfadan değil, 50. sayfadan başlayınca ambale oluyor. Bu formülün dünyadaki örneklerine bakınca Iñárritu’nun yedinci sanata bu şekilde girdiği söylenebilir. Ama “Tatlı Hayat” (“La Dolce Vita”, 1960), “Oyunun Kuralı” (“La Regle Du Jeu”, 1939) ve “Nashville” (1975) başarıları öncesi Fellini, Renoir ve Altman’ın en az 10 senelik bir yönetmenlik kariyerine sahip olduğunu görüyoruz. Aydın’ın alttan alta Iñárritu hayranı olduğu da çok açık.

        “Yağmur: Kıyamet Çiçeği”, öyküsü 5 Mayıs 1996’daki Trabzonspor-Fenerbahçe maçının etrafında kesişen karakterlere odaklanıyor. Kazım Koyuncu, bir Rus kızı, bir amatör futbolcu ve bir taraftarın yaşamlarına, Çernobil faciasından başlayıp Trabzon’a uzanan çerçeveden bakıyor. Eldeki malzeme arttıkça, karakterleri ve dramatik yapıyı kontrol etmek bir o kadar zorlaşıyor.

        PROFESYONEL MÜZİKLER DUYGU SELİNE YOL AÇIYOR

        Açıkçası Aydın, ne Kazım Koyuncu’nun, 20’li yaşlarına, ne amatör kümedeki şike meselesine, ne Karadeniz’deki orantısız Rus hayat kadını artışına odaklanmayı başarıyor. Geliştirilmemiş tekrarlar yan öyküleri baltalıyor. Genel anlamda film ‘ortak acı’ya, ‘Trabzon’daki travma’ya odaklanıyor. Sanki bir acı operasına imza atıp seyirciyi avcuna almak için çabalıyor.

        Orkestra müziğiyle bildiğimiz, Hollywood kıvamında volümü yüksek ve baskın soundtrack’ler çıkaran Yıldıray Gürgen’in besteleri, bu toplama ağır geliyor. Filmin TV alışkanlığı olan görüntü yönetmenini ve kurgucusunu destekliyor. Ama olumsuz açıdan… Ajitasyon zirveye çıkarken, müzik çoğu zaman diyalogların önüne geçiyor. Bu yolun sonu ne olduğunu anlamadan içine çekilmek istendiğimiz zoraki bir duygu seline çıkıyor.

        GEREKENİ YAPIN, GÖSTERİŞE GEREK YOK

        Açıkçası “Yağmur: Kıyamet Çiçeği”, ortak bir hüzünden ziyade birbirinden ayrı hayatlara odaklanıyor. Trabzonspor’un mağlubiyetiyle biten maç sahnesinde sıfırdan bir stat, taraftarlar, ambians ve oyuncular yaratıp prodüksiyonu zorlamasının hakkını vermiyor. Bu sekansı daha zeki bir şekilde kullanmayarak yara alıyor.

        Zira ne Abdullah Ercan’ın, ne Aykut Kocaman’ın attığı goller ‘tutmuş’ gözüküyor. Ercan’ın ‘sol dış’ yerine, ayaküstüyle ters köşeyi gördüğünü, Kocaman’ın ise ortadan değil de arka direkten ceza sahasına girdiğini bildiğimizden futbol hayranlarına batıyor. ‘Futbol ve sinema’ deyince emek olarak akla gelecek bu süresi 20 dakikayı bulan akıcı sekans, pazardan alınmış gibi duran yeni takım formalarının da katkısıyla ‘kaçırılmış bir fırsat’ tanımını haklı çıkarıyor.

        Ortaya çıkan bütün, Türk yönetmenlere ‘gerekeni yapın, hava atmak için boşa para savurmayın!’ uyarısı yapıyor. Sanki açılış jeneriğindeki görüntü bindirme ve içsesle alınan ‘kör kör parmağım gözüne’ sekansa eklenen edebi diyaloglarla birlikte bu bölüm de gereksiz ‘gösteriş’ kokuyor. Filmin meselesinden bizi koparıp büyük sözler peşindeki üst katmanına hapsediyor. ‘Trabzon kötüdür’ deyişini Karadeniz istismar filmi yönüne kayıyor. Her şeye rağmen “Yağmur: Kıyamet Çiçeği”, bir çaba olarak anılabilir. En azından Zübeyr Şaşmaz’dan sonra Onur Aydın’ı da Iñárritu hayranı yerli yönetmenler arasına dahil etmemizi sağlıyor.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Yağmur: Kıyamet Çiçeği

        Yönetmen: Onur Aydın

        Oyuncular: Engin Hepileri, Erkan Kolçak Köstendil, Devrim Saltoğlu, Elena Viunova, Settar Tanrıöğen

        Süre: 120 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TV’YE UYGUN KUKLA FİLMİ

        Jim Henson’ın kukla kullanımını akla getiren bir Türkiye prodüksiyonu… “Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış”, adı kadar barışçıl hareket ederken, rengarenk bir dünyanın sözünü veriyor. ‘İlk kukla filmi’ deyişinin peşine takılırken, bu uygulamanın 70’lerde gösterilen ‘Muppet Show’, ‘Susam Sokağı’ gibi TV’ye uygun işlerine yakın duruyor.

        “Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış” (2014), Rimo ve Zimo kasabalarına ayrılmış bir dünyada distopik amaçlar peşinde koşan bir film değil. ‘Kasaba filmi’nin alternatif doğalarıyla da ilgilenmiyor. Herhangi bir rekabet mizanseni de yok sanki. Ama yaratımları görünce “Horton”da (“Horton Hears a Who”, 2008) karşımıza çıkan yaratıcı ‘Whoville’ portresini de arıyoruz.

        RENGARENK BİR JIM HENSON DÜNYASI MI?

        Açıkçası Jim Henson’ın 70’lerdeki ‘Muppet Show’ (‘The Muppet Show’) ve ‘Susam Sokağı’ (‘Sesame Street’) çalışmalarını akla getiren, her açıdan TV ekranına uygun bir kukla filmi canlanıyor. “Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış”, bu bağlamda karşımıza o serilerden aşina olduğumuz karakterlere benzer tipler çıkarıyor. Onların eğlencesine bizim de katılmamızı istiyor. Bu konuda bir hayli samimi…

        75 dakikanın üzerine geçilmemesi böylesi bir proje için yerinde hamle. Yapımcılar ve yönetmenler doğru bir planlama yapmışlar. Bize doğru konuşan kuklaların herhangi bir şekilde taviz vermemesi, arka plandaki kağıtların da ‘rengarenk’ dünyayı aydınlatması karton bir masal işleyişi yaratıyor.

        70’LERDE ÜRETİLSE TV DİZİSİ OLABİLİRMİŞ

        Ama ‘kuklalar’ın kil animasyonuna kaydığı günümüzde TV seviyesinde bir işe imza atmak tuhaf… ‘Muppets’ın yeniden perdeye dönünce dahi, 79’daki ilk sinema versiyonunda olduğu gibi ‘kurmaca bir hikaye’ ile bir araya gelen kukla karakterlerle sarıldığı bir ortamda bu eğilimi nasıl yorumlayabiliriz? Peki ya Henson’ın bundan 30 yıl önce kuklalarını kurmacayla bir araya getirdiği yaratıcı işler üretmiş olmasını?

        Böylece 70’lerde TV’de gösterilmesi gereken saf bir kukla filmi canlanıyor. Esprileri birinci sınıf olmayınca skeçlerle bize bir doğayı, bir gevezeliği anlatıyor. Dramatik yapıyı umursamadan 0-10 yaş arasına hitap ediyor.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış

        Yönetmen: Nermin Er, İsmet Kurtuluş

        Seslendirenler: Yekta Kopan, Janset Paçal, Ezgi Mola, Şevket Süha Tezel

        Süre: 75 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TECAVÜZ, İŞKENCE VE CİNSELLİK

        Ki-Duk’un “Rüya” ile başlayan düşüş dönemine dahil olan “Bire Bir”, 2013 tarihli cesur “Kim Ki-Duk’tan Moebius”a rahmet okutuyor. Tehlikeli meselelerin sınırlarını zorlamazken, şiddet ve cinsellik oranı için hesap yapıp ‘istismar filmi’ne meyleden bir zihne dikkat çekiyor. Tecavüz, cinayet ve ergen istismarı gibi konular entelektüel bir noktaya ulaşamadan tartışılmakla kalıyor.

        Kim Ki-Duk, sanat sinemasında egosantrik ve arıza işler üretirken suç çeteleriyle ilişkisini kesse daha karlı olacak. Zira “Arirang”ta (2011) gördüğümüz ‘sette birini öldürmenin kıyısından dönme’ olayının vicdan azabı, yönetmeni melankolik bir yaşama mahkum bırakmış durumda. İşkence uygulamak, seyirciye acı çektirmek ve şiddet pornosuna kaymak da bu sayede onun için hayatın bir parçasına dönüştü.

        PESPAYE YAPI İSTİSMARA MÜSAİT

        Bu durum “Kim Ki-Duk’tan Moebius” (“Moebius”, 2013) gibi entelektüel açıdan incelenmeye açık uç temsiller getirebildiği “Bire Bir” (“Il-Dae-Il”, 2014) gibi çiğ polisiye/suç filmlerine yol açabiliyor. Yedi kişinin tecavüzüne uğrayıp öldürülen bir genç kızın ardından gelenler, “İtiraflar”ın (“Kokuhaku”, 2010) ‘Rashomon modeli’ne canlı rötuşuyla sarılmıyor. Tetsuya Nakashima’nın kıvrak zekasına malzeme olmuyor.

        Aksina inadına şişirilmiş 122 dakikalık süreçte, beşinci sınıf performanslar ve nerede sallanıp nerede sabit duracağını bilemeyen kamera kullanımıyla pespaye bir yapı açığa çıkıyor. Bunları vurgulayan cinayet araştırma ve ahlaki açılımlar yakalama arzusu ise istismar sahneleri için kapıyı aralıyor. Ki-Duk kendini fazla ciddiye almanın, elde bütçe var diye düşünmenin mağduru oluyor.

        “İLKBAHAR, YAZ, SONBAHAR, KIŞ VE İLKBAHAR” ÖNCESİ DÖNEMİNE AİT

        “Bire Bir”, şiddet pornosu olarak anılabilecek noktada da Russ Meyer’in mutlu olabileceği çıplaklığı öne çıkaran seks sahnesiyle fazlaca hesaplı duruyor. Ki-Duk’un Güney Kore Yeni Dalgası’nın ‘kalıcı minimalist auteur’ü’ne dönüşme hamlesini unutup, Koji Wakamatsu ile Takashi Miike’nin kontrolden çıkmış hallerini ya da Meyer ile Herschell Gordon Lewis’i andırmasını sağlıyor.

        Zira kendisi sadece şiddet ve seks sahneleri üzerine kafa yormuş burada. Gerisini umursamayıp süreyi uzun tutunca da ‘acı resitali’ni manasız hale getiriyor. Böylece ‘suç’ kavramını “Bad Guy” (“Nabbeun Namja”, 2001) ve “The Coast Guard”da (“Hae Anseon”, 2002) olduğu gibi ‘anlamlı’ bir şablona sokmuyor. “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar” (“Bom Yeoreum Gaeul Gyeoul Geurigo Bom”, 2003) sonrası yönetmenin tehlikeli temaları koruyarak yaşadığı entelektüel/minimalist dönüşüm canlanmıyor. Aksine ilk yıllarındaki aşırılık ‘göstermelik bir olgunluk’la sarılıp baltalanıyor.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Bire Bir (Il-dae-il)

        Yönetmen: Kim Ki-Duk

        Oyuncular: Ma Dong-Seok, Kim Young-Min, Lee Yi-Kyeong

        Süre: 122 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘EXODUS’U SALI YAZMIŞTIM

        Tevrat’ın ikinci kitabı Exodus’u merceğine alan 140 milyon dolar bütçeli bir dini epik, perde seyirliği adına bir şeyleri garantiliyor. Ama Fox’un Ridley Scott’tan destek aldığı “Exodus: Tanrılar ve Krallar”, sinemada hatırı sayılır uyarlamalar görmüş (1923, 1956 ve 1998’de) Hz. Musa öyküsünü ‘göç’ önadıyla yeniden servis etmekle kalıyor. Bir peygamberin çıkış noktasına odaklanırken, vahiyleri duygusal yollarla gözümüze sokarak ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersi vermekle kalıp ülkedeki Yahudi lobisini beslemeyi hedefliyor.

        Geçen hafta sonu ön gösterim adı altında limitli salonda görücüye çıkan “Exodus: Tanrılar ve Krallar”ı Salı günü kaleme almıştım. O yazı için tıklayın: http://www.haberturk.com/yazarlar/kerem-akca/1017409-zamani-gecmis-hz-musa-filmi

        FİLMİN NOTU: 4.4

        Künye:

        Exodus: Tanrılar ve Krallar (Exodus: Gods and Kings)

        Yönetmen: Ridley Scott

        Oyuncular: Christian Bale, Joel Edgerton, Ben Kingsley, Sigourney Weaver, Maria Valverde, John Turturro, Aaron Paul

        Süre: 150 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1 (The Hunger Games: Mockingjay - Part 1): 3.5

        Adalet (The Equalizer): 5

        Annabelle: 4.1

        Annemin Şarkısı: 3.6

        Asfalt Çiçekleri: 2.6

        Aşk ve Tutku (Miss Julie): 3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı: 3

        Deliha: 2.2

        Delisin Delisin!: 1.6

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dönüş (The Turning): 5.5

        Evliya Çelebi: Ölümsüzlük Suyu: 5.5

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Fury: 6

        Gece: 4.5

        Gece Vurgunu (Nightcrawler): 5.8

        Gizli Yüzler: 4.1

        Hadi İnşallah: 4.7

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnşaat 2: 2.9

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones): 3.5

        Karışık Kaset: 5.5

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Kesik (The Cut): 5.3

        Kirli Para (The Drop): 4.3

        Kumun Tadı: 5.5

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York): 6.7

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Ölüm Alfabesi (Ouija): 3

        Patrondan Kurtulma Sanatı 2 (Horrible Bosses 2): 3.2

        Pompeii: 5.8

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To): 6

        Seni Seviyorum Adamım: 2.5

        Serena: 6.5

        Sesime Gel: 4.2

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sivas: 6.5

        Sivil: 1.5

        Şeflerin Savaşı (Comme Un Chef): 3.5

        Unutma Beni İstanbul: 3.5

        Unutursam Fısılda: 4

        Uzun Yol: 1.8

        Ümmü Sibyan: Zifir: 4.7

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar