Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        15 MAYIS FİLMLERİ

        Bilimkurgu fenomeni ‘Mad Max’in yıllardır beklenen devam filmi, 100 milyon doları aşan bütçenin hakkını veriyor. Direksiyona yeniden geçen George Miller, doyurucu aksiyon sahneleriyle örülü ve müzik kullanımıyla bir senfoniye dönüşebilen etkileyici bir kıyamet sonrası portresi oluşturuyor. Aksiyon tamam. Ama “Mad Max: Fury Road”, esas alanının 2000’lerdeki denemeleri arasında nasıl bir yere oturuyor? “Cyborg”tan “Su Dünyası”na, “Bellflower”dan “The Rover”a uzanan etki skalasıyla dikkat çeken bir efsanenin üzerine koyabiliyor mu?

        1968 yılında bilimkurgunun altın çağına girmesine yol açan filmlerden biri “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”) idi. Bu Fox mamulü eser, ‘zaman yolculuğu’ damarlı bir kıyamet sonrası bilimkurgu klasiğidir. 1979 yapımı “Çılgın Maks” (“Mad Max”) ve 1981 yapımı “New York’tan Kaçış” (“Escape from New York”) ise bir devrin başlangıcına dikkat çekiyordu. Bu alanda ‘net aksiyon kahramanı’ kullanmak, suç eğiliminin kontrolden çıkmasıyla beliren melankolik dünya düzenlerine alan açıyordu.

        İSTİSMAR FİLMİNDEN STÜDYO FİLMİNE

        Her iki eserin de aksiyon-bilimkurgu kırması melez omurgalarıyla popüler serilere dönüşmesi şaşırtmadı. Zira bunlardan George Miller imzalı ilki, maliyeti 600.000 doları geçmeyen bir ozploitation film (Avustralya istismar filmi) örneğiydi. Ama giriş sahnesinden itibaren sanki “Bullitt”in (1968) arabalı aksiyon arzusuyla “Savaşçılar”ın (“The Warriors”, 1979) çete savaşlarını ve “Maymunlar Cehennemi”nin gelecek anlayışını iç içe geçiren bir iş vardı. Dengeli aksiyon işin ucunu ‘vigilante film’e (‘intikam filmi’) kadar götürdü.

        “Ölüm Arzusu”yla (“Death Wish”, 1974) akraba eser bir bakıma Watergate Skandalı’nın patlak verdiği, Vietnam Savaşı’nın sona erdiği bir dönemde ‘yuvaya/özel hayata saldırı’ korkusunu inceliyordu. Ama formül bilimkurguya kayıyordu.

        SERİ BAŞLATMA KONUSUNDA YETKİN

        Aslında ‘Mad Max’, 1981’de “Çılgın Max 2: Yol Savaşçısı” (“The Road Warrior”) ile iki milyon dolar bütçeli daha geniş ölçekli bir alt kültür tanımı sunuyordu. Hem aksiyon hem de teknolojik keşifler tavan yaptı. Komünler halinde yaşanan evren, Avustralya’nın çöllerine çok uygundu. Enerji sorununu takiben alev ve benzin ihtiyacı ayyuka çıkarken, tuhaf taşıtlarla yol almak bir yaşam biçimine dönüşüyordu. Böylece ‘biker film’ türü de motosiklet çetesi eşliğinde devreye giriyordu.

        1985’da çekilen “Mad Max 3” (“Mad Max: Beyond Thunderdome”) çok sevilmez. Tina Turner’ın varlığıyla da alay konusu olmuştur. Burada ise George Miller 34 yaşında başlattığı seriyi, 70 yaşında yeniden devralıyor. Yeni nesil için bambaşka bir Max serüveni yaratmak istiyor. Elbette gelişmiş bir zihin var. Yönetmen sektörün dolar milyonerlerinden. Kendi yapım şirketi Kennedy Miller Mitchell’in ekmeğini yiyor. Seriye dönüşen ‘Bebek’ (‘Babe’) ve ‘Neşeli Ayaklar’ (‘Happy Feet’) gibi şansını Oscar’da denemiş işlere imza atmış durumda. Hatta bunlardan ikincisiyle heykelciğini de evine götürdü.

        AKSİYON DOYURUCU

        Arada çektiği diğer işleri saymıyoruz. Bir fenomeni 30 sene sonra yeniden ele alma hamlesi ne kadar tutuyor? Açıkçası “Terminatör: Kurtuluş”un (“Terminator: Salvation”, 2009) ön bölüm zekası yok. “Robocop” (2014) gibi yeniden çevrim algısındaki hissizlik de canlanmıyor. “Mad Max: Fury Road”, sektörde çalışan görüntü yönetmeni John Seale’dan ses kurgusu-tasarımı özenine kadar günümüze uygun bir aksiyon.

        Aksiyon açısından bakarsak türün fantastik ve bilimkurguyla iç içe geçtiği dönemde, 80’lerden çıkan güçlü kaynakla iş bitiriyor. Özellikle suç oranının artmasını üzerine alan karakterler, aksesuarlardan kostümlere kadar çok teşvik edici. Elinde elektronik gitarla gelen tiplemeden tutun korkutucu gruba kadar her şey ‘paraya değmiş’ dedirtiyor. Bu konularda filmin sıkıntısı yok. Görsel efektler doyurucu. Teknik kadronun bir kısmı Oscar adayı olacaktır. Steampunk teknolojisiyle işleyen taşıtlar ise ikinci filmin üzerinde bir detaycılık içeriyor. Orkestra müziği, elektronik ve trance tarzlarında beste yapan Junkie XL’den güç alıyor. Adeta kendimizi taşıtların gürültüsüne teslim ettiğimiz bir transa girme senfonisi izliyoruz.

        YENİ KARAKTERLER BOYUTLU MU?

        Özellikle girişten başlayan ‘Resident Evil’ modunda aksiyon bir ‘hız’ içeriyor. Dinmeyen aksiyon sahneleriyle kamera-kurgu dengesi iyi planlanmış. Tom Hardy, içsesinden yolda ilerlemesine kadar sırıtmıyor. Charlize Theron’un, Rosie Huntington-Whiteley’nin başı çektiği çöldeki kızlarla el ele verme hamlesinde bu tiplemelerin tamamının bir şekilde sorunlu olması ise soru işareti… Feminist kitleleri kızdırabilir.

        ‘Nereden çıktı?’ tepkisine yol açan 89’lu Nicholas Hoult’ın yardımlaşma çağrısı yapan tipi fazlasıyla melankolik. Bu ve bunun gibi çete/sokak kültürünün çıkarımlarını iyi çözmüş bir matematik var. Kırmızı fişek atmaktan araya giren mavi gece sahnelerine kadar her şey hesaplı. Miller aksiyon koreografini çözmüş. Orta bölümde düşen tempoya karşın hallediyor birçok şeyi…

        KIYAMET SONRASI BİLİMKURGU VİZYONLARI DEĞİŞTİ

        Ama “Cyborg”tan (1989) “Su Dünyası”na (“Waterworld”, 1994) uzanan bir etki skalasına sahip bir eser bugünde nasıl duruyor? Kıyamet sonrası bilimkurguda halen ‘adalet arayan ana karakter’ ile ‘kıyamet sonrasına uygun kötü adamlar çetesi’ni karşılaştırmak yetiyor mu? “Göl” (“Un Lac”, 2008), “Yol” (“The Road”, 2009), “Snowpiercer” (2014), “Labirent: Ölümcül Kaçış” (“The Maze Runner”, 2014) gibi devrimci, sessiz veya şiirsel işlerle boy ölçüşmek kolay mı?

        Miller, açıkçası hafif destansı bir hava katsa da “Mad Max: Fury Road”da alt türün güncel dünyasına adapte olamamış. Bu da filmin 120 dakikasının çok iyi tamamlanmasını engelliyor. Hardy’nin Gibson’ın yerini doldururken sırıtmaması bir tarafa saçını kazıtıp dönüşüm geçiren Theron da başarılı. Ama ‘Mad Max’ etkili “Arıza Aşk”ın (“Bellfower”) 2011’de pelikülü alevle yakmış izlenimi yaratan renk dokusuyla akılda kalması gibi detaylar yenilikçiliği başka bahara bırakıyor. Miller’ın eserini ‘aksiyon sineması’nda anılır hale getiriyor.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Mad Max: Fury Road

        Yönetmen: George Miller

        Oyuncular: Tom Hardy, Charlize Theron, Nicholas Hoult, Rosie Huntington-Whiteley, Zoë Kravitz

        Süre: 120 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        ISSIZ ADAM’IN ‘GİZLİ YÜZ’Ü

        Mantık hatalarının peşi sıra geldiği ve entelektüel göndermelerin gösteriş için üst üste yerleştirildiği zayıf senaryosu, türlere teğet geçerken gelişigüzel dokunuşların mağduru oluyor. “Kırmızı”, kırmızı bir bavulu ‘filmin ana imajı’ konumuna yerleştirip, görünürde “Beyoğlu’nun Arka Yakası” ile “Gizli Yüz” arası bir yapıya evriliyor. Ancak Selim Bayraktar’ın Razzie’lik performansı, gülünç korku efektleri, sürprizlerden medet uman abuk detaylar ve Cemal Hünal’ın kopya tipinden arınamıyor.

        Günümüzde özellikle “Ara” (2008) ile birlikte Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşayan entelektüel kesimle ilgili filmler arttı. Böyle bir sosyolojik kitleden haberdarız. Bu güruh, üst-orta sınıfa sokulabilir. Ama bir taraftan da Yeşilçam etkili yürüyen popüler sinemada “Issız Adam”ın (2008) ana karakterinin aynı kaynaktan model oluşturma sevdası var. Yücel Müştekin, o bölgede yaşayan rahat insanların yaşamlarına ‘gizem filmi’ üzerinden bakıyor.

        GİZLİ YÜZ’ÜN HANGİ YÜZÜ?

        Doğrusunu söylemek gerekirse Umut’un (Hünal) sunduğu Kırmızı senaryosuyla başlayan süreç, o andan itibaren zeka pırıltısı bile taşımayan finale doğru göstere göstere ilerliyor. Peki bu yolda nasıl aşamalardan geçiliyor? Kırmızı bir bavulun üzerinden Ömer Kavur’un “Gizli Yüz”ünün (1991) ‘kırmızı’ ile işleyen versiyonu canlanıyor. Ama bu durum zamanla filmin ana imajının (familiar image) içinden kadın çıkmasına kadar gidiyor.

        Yönetmen, telefon konuşmalarını ağız yakın planlarıyla resmedip kara film görüntüsü yakalıyor. Baştan itibaren Issız Adam’laşma çabasındaki Hünal, gülünç duruyor. ‘Doğaçlama takıl sen!’ emir kipinin çiğ tezahürlerini sunuyor. Kamera açıları da çok özenli değil. Ulaş Zeybek, kırmızının, mavinin, sarının girişine göre fena bir iş çıkarmamış.

        SÜRPRİZ ARZUSU UÇURUMA SÜRÜKLÜYOR

        Ama senaryo yerlerde sürünüyor. Kız arkadaş imgesinden kötü arkadaşa, Tayfun Talipoğlu’nun dilencisine uzanan abartılı bir boyutsuzluk seziyoruz. Bu durum karşısında “Gizli Yüz”ün yolu “Beyoğlu’nun Arka Yakası”na (1987) evriliyor. Bu bölgenin suçlarla sarılacağını duyuran Şerif Gören eseri fazla Yeşilçam durarak hayal kırıklığı yaratmıştır.

        Burada Selim Bayraktar da, Leyla Göksun da bu eğilime kayarken hiç direnmiyor. 97 dakikanın son 25 dakikasında sürpriz üzerine sürpriz, final üzerine final geliyor. Çatısı kurulmamış senaryo bu sayede nefes alıyor. Açılışta bir öcü mü var dedirten kitsch efekti ciddiye alan film, gotik korku filmi, psikolojik-gerilim, kara film, gizem filmi gibi türler arasında mekik dokuyor.

        ENTELEKTÜEL OLMAK FAYDALI MI?

        Ama bunu Kubrick, Haneke filmlerinin afişleri, Dostoyevski, Shakespeare kitaplarıyla yapıyor. Bu entelektüel arka plan sayesinde her açıdan tuhaf bir tabloyla karşılaşıyoruz. Fazla özgüvenin günümüz yaratıcılarını uçuruma sürüklediğine inanıyoruz. Bu kadar gösterişi karşılamayan kırılgan senaryo hamleleri her şeyi bildiğini iddia etmenin sıkıntısına dikkat çekiyor.

        Kırmızının bıraktığı görsel izler çoğunlukla ‘masa lambası’nın verdiği ışığa benziyor. Mantık hataları peşi sıra gelirken, senaryo boyutsuz sahne parçalarından medet umuyor. Hiçbir şeyin inandırıcı durmadığı iç mekanda geçen bölümlerde her şeye şaşıran karakterler fazlasıyla ‘şapşal’ gözüküyor. “Kırmızı” finaldeki dönüşle bu eleştirilerimize yanıt verebilir. Ancak böylesi sürpriz bir nokta, özellikle de kanırta kanırta konuyorsa son 10 senede bir hayli bayat duruyor. Selim Bayraktar ise “Aşk Sana Benzer”den (2015) sonra burada da ‘fena’lıkta sınır tanımayarak 2015 Altın Kestane Ödülleri için favori olduğunu kanıtlıyor.

        FİLMİN NOTU: 2.8

        Künye:

        Kırmızı

        Yönetmen: Yücel Müştekin

        Oyuncular: Cemal Hünal, Leyla Göksun, Selim Bayraktar, Tayfun Talipoğlu, Yasemin Tunca

        Süre: 97 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        90’LARDAN ÇIKIŞ YOK!

        Bolca müzik sevgisi, disko kültürü ve Fransız Yeni Dalgası boca edilmiş bir DJ biyografisi… Mia Hansen-Løve, dördüncü filminde anbean olgunlaştığını kanıtlıyor. “Cennet”, işitsel ve görsel tercihleriyle 90’ları solumamızı sağlarken, ‘epizodik’ ve ‘destansı’ anlatıları kendine göre yorumlayan özel bir film.

        Mia Hansen-Løve hikaye kurgusuyla oynamayı seven, kadın hikayelerine ilgi duyan bir yönetmen. Aile ilişkilerini çoğu zaman ‘kişisel’ bir kesitle ameliyata alıyor. Onun filmlerini izleyince geleneksel zaman akışıyla inatlaşma görebiliyoruz. Parçalı bir anlatıyla bölerek, hareketten kesmeyle araya boşluk koyarak veya zamansal deformasyon kullanarak, o bir şekilde bunu istiyor. Aynen Lindsay Anderson gibi…

        ÖNCÜLÜK YAPAN DJ TANIMI

        Ama tek fark Godard’ın ilk yıllarında, Yeni Dalga’yı teneffüs etmiş bir kadın yönetmen olarak bunu planlamasında... Yönetmen-senaristin baba-kız ilişkisini ele aldığı 2007 yapımı ilk filmi “All is Forgiven”da (“Tout Est Pardonné”), meseleye evliliğin çatlakları ile güzelliklerini kaynaştırarak başlamıştı. Ardından durumun ucunun baba-kız sevgisine uzandığını görmüştük. Başlangıç ile final noktası arasındaki çizginin netliğine değil keskinliğine inanan bir isim kendisi.

        Burada 90’larda yükselişe geçen bir DJ’in öyküsü merkeze yerleşiyor. Daft Punk’ın kullandığı French house türünün mucidi olan bu isim, “Daft Punk’s Electroma” (2006) gibi deneysel bir işe malzeme olmuyor. Hansen-Løve’ın ağabeyinden esintiler taşıyan Paul’ün, Cheers adlı DJ ekibini kurması uzun sürmüyor. Böylece seks fantezileri, cinsel arayış ve uyuşturucu kullanımı devreye giriyor. Disko ortamına ayna tutan film, enerji yüklemesi yaparken, ekran bölme tekniğinden görüntü bindirmeye uzanan kurgu tekniklerini sıçramalı kurguya ekliyor. Yönetmenin filmografisi açısından en plastik iş bu sayede canlanıyor.

        SARILMA ARZUSU YARATIYOR

        Böylece 60’ların Yeni Dalga döneminin Paris sokakları özgür bireylerin içinde kendine yol buluyor. Tek fark müziğin, disko mantığının iyiden iyiye içeri girmesi, şarkıların da o dönemden seçilip X kuşağının arasından bir hikaye anlatılması. Mat renklere karşın sahiciliğiyle Hansen-Løve’ın en fazla kucaklanmak istenecek filmi olabilir “Eden”.

        Arafta sıkışmış bir bireyin, kadınları umursamadan yaşadığı seks hayatının ve iş hayatındaki bunalımın melankolik taraflarına değil, önayak olduğu umutlu yolculuğa odaklanıyor. Yönetmende bir Godard anlayışı olsa da her zaman finalde bir iyimser tablo görürüz. Belki de ‘feminist’ ruh bunu doğurur. Burada da büyük İngilizce puntolarla iki bölüm adını yazıp çok ileriye atladıktan sonra aslında ‘biyografik film’in ‘bilinmeyen birey’ katmanından dinamik bir iş canlanıyor. Sanki sade bir destansılık canlanıyor.

        DİNAMİZM VE CİNSELLİK

        “Cennet”, hikaye kurgusu, sıçramalı kurgu ve doğal ses kullanımına gece hayatının hareketliliğini eklemesiyle anılacak. Cinsel açıdan dozunda ama anlamlı sekanslarla da bir dönemin ruhunu yansıtmasıyla değer arz edecek. Kadın-erkek ilişkilerinin “Hisseli Çete”ye (“Bande à Part”, 1964) benzediği ve biyografik bir Amerikan filmine (İngilizce müzikler var) sıçrayan süreç bunu anlatıyor.

        11 senelik atlamanın ardından flashback kullanma olgunluğunu gösteren Hansen-Løve burada da benzer kıvraklıkla karşımıza dikiliyor. Yönetmenlik açısından kendini geliştiren bir kadın sinemacı olduğunu her karede hissettiriyor. En kişisel işinde 130 dakikayı da ‘Yeni Dalga’ zorluğu olarak kullanıyor. Kadın kurgucusu Marion Monnier’yi her daim yanında tutması “Cennet”e de olumlu yansıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.8

        Künye:

        Cennet (Eden)

        Yönetmen: Mia Hansen-Løve

        Oyuncular: Félix de Givry, Pauline Etienne, Vincent Macaigne, Hugo Conzelmann

        Süre: 130 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        2. DÜNYA SAVAŞI AŞKLARI

        Bir Alman subay ile Yahudi bir Fransız kadının yakınlaşmasını ele alan “Aşk Uğruna”, 2. Dünya Savaşı’nda geçen imkansız aşk öykülerine bir yenisini daha ekliyor. Michelle Williams idare ederek bile başarılı olacağını kanıtlarken, Oscar’lı ekip üyeleri projenin yönünü tayin ediyor. Ama “Aşk Uğruna”, ne görkem ne de romans açısından doyurucu olabiliyor. Aksine her yönüyle Weinstein Kardeşler’in Oscar projesi olarak ayağa kaldırmak istediği bir deneme tahtasına dönüşüyor.

        1942’de vefat eden Yahudi yazar Irène Némirovsky’nin kaleminden çıkan ‘Suite Française’, 2004’de edebiyatçının kızları tarafından piyasaya sürüldü. Açıkçası 2. Dünya Savaşı’nda geçen aşk hikayelerine aşinayız. Düşmanların, karşı tarafların birbirine dokunamaması, mesafeyi koruma mecburiyeti çokça teneffüs ettiğimiz bir duygudur.

        OSCAR’LI EKİP VE MICHELLE WILLIAMS GERÇEĞİ

        Burada da “Düşes” (“The Duchess”, 2008) ile bilinen Saul Dibb, Oscar’lı kostüm tasarımcısı Michael O’Connor, Oscar adaylığı bulunan yapım tasarımcısı Michael Carlin’i yanına alarak işe başlıyor. 2.35:1’de görkem, drama ve romansı bir araya getiren bir işe imza atıyor. Ateş eden uçakları resmeden kadrajlardan/sahnelerden, uzakta kalan sevgiliyi gözetleyen açılara kadar her şey çok hesaplı.

        Ancak kabul etmeliyiz ki edebiyat uyarlaması olarak etkili tarafları var bu filmin. Suite Française adlı damardan giren beste de vurucu... Michelle Williams; kamera kendisine yaklaştığında, gözlem yaptığında başarılı oluyor. Ama genelde yönetmen onu çerçevelerin uzak bir köşesine yerleştirmiş. ‘İmkansız aşk’ın belirtilerine bakmak istemiş. Duygusallık katsayısı arttıkça Williams’ın daha da öne çıkmasını arzu etmiş. Çarpıcı son sahnede seyirciyi ‘özdeşleşme’ye sevk eden görsel tutarlılık, Schoenaerts ile ilişkiyi zirveye çıkarıyor.

        YAN OYUNCULAR KATKI VERİYOR MU?

        “Aşk Uğruna” (“Suite Française”), Bruno adlı bir Alman subay ile bir Fransız kadının yeminler, söz vermeler üzerine kurulu imkansız aşkına odaklanıyor. Siyasi tabulara karşı çıkamayan bu ikili sonuçta ‘önlenemez günlük seks’ ile yüzleşiyor. Dolaylı yolla veya başka sebeplerle… Yönetmen aslında yeni Cameron Diaz olması beklenen Margot Robbie’yi Oscar projesine uydurma adına siyah perukla çirkinleştirmiş. Bu yapay görünüm, filme hiçbir katkı vermediği gibi oyuncudan da destek alamıyor. Kristin Scott Thomas idare ederken, Sam Riley her şeye çok geç dahil olmuş gibi duruyor.

        Film, Dibb’in “Düşes”i kadar becerikli, temiz değil. İç mekanlardaki Rembrant ışığı sarsıyor, bir beceriye dikkat çekiyor. Kameranın yerini iyi belirleyip öndeki ve arkadaki imgelerle oynayan sekanslar özenli. Ama dramatik yapının fazla yoğun malzemeyle birlikte bir odak sorunu çektiği muhakkak. Her zaman Oscar’ı düşünen Weinstein Kardeşler’in bu projeyi de gösterişli bir ambalajla allayıp pullaması tutmuyor.

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Aşk Uğruna (Suite Française)

        Yönetmen: Saul Dibb

        Oyuncular: Michelle Williams, Kristin Scott Thomas, Matthias Schoenaerts, Sam Riley, Margot Robbie, Alexandra Maria Lara

        Süre: 107 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        ZORLA HIZLANDIRILMIŞ THOMAS HARDY UYARLAMASI

        Sinemada “Bir Aşk Yetmez”, “Tess” ve “Jude” gibi başarılı uyarlamalarıyla bilinen Thomas Hardy’nin hızlandırılmış perde temsili… ‘Far From the Madding Crowd’ın 2015 model uyarlaması “Çılgın Kalabalıktan Uzak”, yanlış oyuncu seçimlerinden kırsalı kullanamayan sinematografisine kadar tam bir olmamışlık abidesi. Rolüne uymayan ve Julie Christie’nin yerini dolduramayan Carey Mulligan ise her şeyin üzerine bir armağan gibi geliyor.

        1915, 1967 derken beyaz perdenin gördüğü üçüncü ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ (‘Far From the Madding Crowd’) uyarlaması… Kalemini Viktoryen İngiltere’nin taşrasında dolaştıran, romantizm akımı etkili yazar Thomas Hardy yine karşımızda. Şairlikle de tanınan iz bırakmış edebiyatçı her zaman sevdiği ‘Viktoryen realizmi’ni burada da barındırıyor. 19. yüzyıldaki sınıfsal ayrımı, statü farkını, evliliği ve aşkı inceliyor. Bu arka planı doğru kullanmak veya bu gelenekten dışarı çıkmak rejisöre ve senariste bağlı…

        SCHLESINGER UYARLAMASININ BAŞARISI YOK

        Usta yazarın sırasıyla John Schlesinger’in “Bir Aşk Yetmez”i (“Far from the Madding Crowd”, 1967), Roman Polanski’nin “Tess”i (1979), Michael Winterbottom’un “Jude”u (1996) gibi sevilip sayılan uyarlamaları var. Bunlardan birincisi 464 sayfalık ağır kitabın, 168 dakikalık sadık bir perde temsiliydi. Kameranın başındaki Nicolas Roeg’un varlığı ‘taşra edebiyatı’na ayrı bir sinematografik hava katıyordu. Pastoral görüntülerin, tercih yapmakta zorlanan ana karakterin yalnızlığına, çaresizliğine destek vermesi manidardı. Özüne sadık uyarlama, sessizliği ve ıssızlığı ile iz bırakmıştı. Döneme yaklaşımıyla sinema tarihi kitaplarındaki yerini ayırtmıştı.

        2010’da Hardy’nin romanı, konu olduğu Posy Simmons’ın çizgi romanının modern uyarlaması “Tamara Drewe” (2010) ile tatmin etmemişti. Bu kez ise hedef geleneksellikte son noktaya ulaşmak… Üstelik Schlesinger-Roeg birlikteliği yok. Vinterberg zaten “Şölen”den (“Festen”, 1998) sonra sadece iki eli yüzü düzgün film (bkz. “Sevgili Wendy”, “Onur Savaşı”) çekebilmişti. Burada da fena halde sırıtıyor. Kendini edebi eserin ihtişamına bırakıyor. Sinematografi 60’lardaki filmin en önemli özelliği olan doğadan faydalanmayı reddediyor. Danimarkalı görüntü yönetmeni, el-omuz kamerasına kaymak isterken sanki kendi ayağına sıkıyor. Taşra üzerinden çaresizliği, sınıfsal sıkışmışlığı anlatan geniş açı lensler devre dışı kalıyor. Günümüze uyum fayda etmiyor.

        SANKİ FİLMİ HIZLANDIRMAK İÇİN SAHNELER MAKASLANMIŞ

        “Çılgın Kalabalıktan Uzak”, iki saate indirilmesini bize hissettiriyor. Sanki aralardan altın makasla kırpılmış sahne parçaları var. Bunlar hem filmin hem de edebi eserin etkileyiciliğini yitirmesine yol açıyor. Sosyolojik taşra hayatı yorumu anlamsız hale geliyor. Carey Mulligan kurtarıcı olmak bir yana, uyumsuzluğuyla projeyi baltalıyor. 1967 tarihli uyarlamada döktüren Julie Christie’nin yerini dolduramıyor.

        Sadece Michael Sheen biraz ağırlığını hissettiriyor, Tom Sturridge ve Matthias Schoenaerts yakışıklılık katkısıyla idare ediyor. Halbuki ilk filmde Finch, Bates ve Stamp’in performansları da doyurucuydu. Bir kadının farklı sınıflardan ve statülerden üç erkekten birini seçme çabası, aşk ve tutku tanımlarıyla sunulmuştu. Yeni model uyarlamada bu yok. Ne seks sahneleri daha cesaretli olmuş, ne çayır iyi kullanılabilmiş. Sanki kısaltılarak köşeye sıkıştırılan, ilişkilerin dönüşlerini ve doğa-insan ilişkisini reddeden bir film var.

        Sözü geçen yapıt, Thomas Hardy uyarlamaları arasında ‘Tess of the Ubervilles’i Hindistan’a taşıyan “Trishna” (2011) kadar kötü olmayı beceremiyor. Ama 168 dakikalık 1960’lardaki uyarlamanın sanki kesip biçilerek 119 dakikaya indirilip zorla hızlandırılmış yeni milenyum temsiline dönüşüyor. Üstelik ‘stüdyo müdahalesi’ çok belirgin…

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Çılgın Kalabalıktan Uzak (Far From The Madding Crowd)

        Yönetmen: Thomas Vinterberg

        Oyuncular: Carey Mulligan, Michael Sheen, Matthias Schoenaerts, Tom Sturidge, Juno Temple

        Süre: 119 dk.

        Yapım yılı: 2015

        FİKRE BİLE RAZIYDIK

        Türkiye’deki organ mafyası sorununa bakan, kara film öğeleriyle de bezenmiş bir gerilim filmi… “Terkedilmiş”, Korhan Uğur’un en azından zeki fikriyle tatmin eden “Öldür Beni”sinin samimiyetini bile içermiyor. Sinemasal anlamda da, dramatik anlamda da bir geri adım…

        Sürekli ‘terkedilmiş’ lafını araya sıkıştırmak isteyen karakterler, yakın-göğüs planın dışına çıkmayarak arka planı göstermekten kaçınan bir görsel yapı, tuhaf bir inanç deposu ve sanki yoldan geçerken kameranın önüne atlamış oyuncular… Korhan Uğur niye, ne sebeple bilinmez ama bu kadar oyuncuyu boşuna toplamış. 2.35:1’deki ilk eserinde bir gerilim filmine imza atıyor.

        SEMA ŞİMŞEK’TEN UMA THURMAN OLUR MU?

        Organ mafyası üzerine Suriyeli göçmen hayalet kadına, ayyaş adamdan suçlulara uzanan karakterler resitalinin anlamını çözmek çok zor. Ama kesin bir şey var o da diziden kopup gelen ekibin esas ortamında kalması gerektiği… “Terkedilmiş”, yönetmenin “Öldür Beni”nin (2008) ardından bir kez daha tek bir mekana odaklanmasına alan açıyor. Ama mesele gözüktüğü kadar ‘teatral’ dehlizlere açılmıyor.

        Aksine oradaki sürekli aynı yere dönmesini isteyen lanetli köy motifi, burada organ mafyasının ameliyat süreciyle değiş tokuş ediliyor. Sanki ilk filmde korkunun gerilime yüklediği sorumluluk kara filmle canlanıyor. Sema Şimşek’in yerli Uma Thurman işlevine soyunduğu, ‘Gelin’ kıyafeti giydiği bölümler dışında ne desek bilemiyoruz…

        ODAĞINA KAYBEDEN SENARYO

        Didaktik diyaloglar da kendi makyaj yapmış, kolayca hazırlanıp kamera önüne atlamış oyuncuları destekleyince bir “Kirli Tatlı Şeyler” (“Dirty Pretty Things”, 2002) canlanmış mı? Aksine bir oradan bir buradan yapıştırılmış öğelere Azerbaycan bütçesinin eklenmesiyle ne yöne gideceğini bilememiş bir senaryo var. Biraz Tarantino, biraz Frears, net bir kafa karışıklığı hakim…

        Ne Levent Ülgen, ne de başka biri bu başıboşluğu önleyebiliyor. Sanki 90 dakika zar zor tamamlanmış, oyuncular 2.35:1 formatına sıkışabilsin diye kasılmış bir iş var. Bu geniş ekran formatını kullanmak çekim ölçeklerinin kaçırılmasına da sebebiyet veriyor.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Terkedilmiş

        Yönetmen: Korhan Uğur

        Oyuncular: Hakan Vanlı, Levent Ülgen, Sema Şimşek, Hakkı Ergök, Burak Sarımola

        Süre: 98 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        44. Çocuk (Child 44): 3.5

        Altınlı Kadın (The Woman in Gold): 4.8

        Annie: 5.6

        Aşk Olsun: 3.2

        Bana Adını Sor: 5.3

        Bir Varmış Bir Yokmuş: 5.2

        Bizim Hikaye: 2

        Burgonya Dükü (The Duke Burgundy): 4.7

        Büyük Gözler (Big Eyes): 5.4

        Cake: 5.3

        Chappie: 6.5

        Citizenfour: 3.2

        Çekmeceler: 6

        Çekmeköy Underground: 4

        Danny Collins: 3.2

        Dönüm Noktası (The Humbling): 2.7

        Eksik: 4.9

        Evim (Home): 4.2

        Fokus (Focus): 5.6

        Geronimo: 6.7

        Gizli Kusur (Inherent Vice): 6.3

        Güvercin Uçuverdi: 2.7

        Hayvan Düşü: 5.5

        Hızlı ve Öfkeli 7 (Furious 7): 3.8

        İçimdeki Balık: 5.5

        İntikam Kapanı (Everly): 4.6

        Kanunun Kuvveti (La French): 6

        Karadeniz (Black Sea): 6

        Kendinol: 4.9

        Kingsman: Gizli Servis (Kingsman: The Secret Service): 7.6

        Kocan Kadar Konuş: 5.8

        Koro (Boychoir): 3

        Kuzular Firarda (Shaun the Sheep): 6.5

        Limonata: 2.7

        Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 (The Second Best Exotic Marigold Hotel): 2.8

        Mihrez: Cin Padişahı: 5.5

        Münafık: 3.2

        Niyazi Gül Dörtnala: 5.2

        Öğrenci İşleri: 2.5

        Ölüm Kampı (Welp): 5.4

        Peşimdeki Şeytan (It Follows): 8.2

        Piramitin Laneti (The Pyramid): 6.5

        Polis Akademisi Alaturka: 1.5

        Rosewater: 2.5

        Sebahat ile Melahat: 2.7

        Selam: Bahara Yolculuk: 1.9

        Senden Bana Kalan: 5.5

        Son Mektup: 3.5

        Son Savaş: Aşk (The Lovers): 3.8

        Sonsuz Bir Aşk: 2

        Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door): 5.6

        Şeytani Ruhlar (Demonic): 1.5

        Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler): 7.7

        Tehlikeyle Flört: 5.6

        Tek Aşkım (The One I Love): 8.5

        Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre): 10

        Toprağın Tuzu (The Salt of the Earth): 3

        Toz Ruhu: 5.5

        Yenilmez: Ultron Çağı (The Avengers: Age of Ultron): 5.2

        Yolunda A.Ş. ÇinÇin Bağları Hikayesi: 1.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar