Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        17-18 ARALIK FİLMLERİ

        Obama dönemine uygun bir yeni sürüm (reboot) denemesi… “Star Wars: Güç Uyanıyor”, 1977-1983 ve 1999-2005 arasında ‘esas üçleme’ ve ‘ön bölüm üçlemesi’ olarak iki kez karşımıza çıkan seriyi neredeyse sıfırdan başlatıyor. Yaşlanmış kilit karakterleri seyirciyle selamlaştırmak için kastığını belli ederken, Andy Serkis ve Lupita Nyong’o’nun tiplemelerini kalıcı hale getirebilir. J.J. Abrams’ın görkemden, destansılıktan uzak “Star Wars: Güç Uyanıyor”ı, animasyon yan bölümü “Star Wars: Klon Savaşları” ile birlikte perdede izlediğimiz en zayıf ‘Star Wars’ filmi.

        George Lucas ince eleyip sık dokuyarak oluşturduğu bilimkurgu evrenini zamanla bir ticari ürüne, bir markaya dönüştürdü. 1977’de “Yıldız Savaşları” (“Star Wars”) ile başlayan sinema serüveninde, ilk üçleme sinema tarihine damga vurdu, uzay operası klasiğine dönüştü. 1999’da start alan ön bölüm üçlemesi ise bambaşka bir ‘kaynakça’ydı. “Yıldız Savaşları: Bölüm I – Gizli Tehlike” (“Star Wars: Episode I – The Phantom Menace”, 1999), “Yıldız Savaşları: Bölüm II – Klonların Savaşı” (“Star Wars: Episode II – Attack of the Clones”, 2002) ve “Star Wars: Bölüm III – Sith’in İntikamı” (“Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith”, 2005) fazla beğenilmese de, boşlukları doldurma ve teknolojik güncelleme adına değerliydi. Finalde iyi-kötü melezi ‘Darth Vader’ın simgeleşmesi manidar bir ‘içimizdeki düşman’ eleştirisi getiriyordu.

        HEDEF SIFIRDAN BİR SERİ BAŞLATMAK

        Ön bölümün özellikle ilk filminde aksiyon üzerine aksiyonla dikkat çeken sekansları bir ‘koreografi harikası’na çevirmişti yönetmen. Aslında yeni teknolojiden iyi yararlanıyordu. Pod yarışı sekansının, “Ben-Hur”daki (1956) at arabası yarışı sekansını örnek alarak barındırdığı detaycılık göz kamaştırmıştı. Filmlerin yapısı her daim aynıydı. Elbette Joseph Campbell usulü ‘macera’, özellikle ‘sonuç’ bölümünde tempoyu yükselten düello, takip, kovalamaca ve çatışma sekanslarına ayrılıyordu.

        Bu durumu iyi gözlemleyen J.J. Abrams, Lawrence Kasdan’ın yani ilk serinin ruhunu koklamış bir ismin de bulunduğu senaryo grubuyla ‘Disney’in projesine girmiş. Öncesinde Lucas’ın ‘devam filmi’ için planlarından söz edilirdi. Ama ‘Star Wars’un onun elinden çıkmasıyla Disney yepyeni bir seri yaratmak istemiş. Hatta bunun yan bölümleri de hazır.

        SEYİRCİYİ SELAMLAYIP GERİ ÇEKİLEN ESKİ KARAKTERLER

        Açıkçası ‘yeni sürüm’ (reboot) “Star Trek”in (2009) müsebbibi Abrams için benzer bir görev var burada da. Öncelikle Hamill, Fisher ve Ford’un yaşlanmış karakterleri, 30 sene sonra ‘Star Wars’ evrenine girip, bir şekilde bizi selamlayarak tatmin edip, huzurlarımızdan ayrılacaklar. Böylece ‘devam filmi’ değil, ‘homage’ (saygı duruşu) dediğimiz kavram akla geliyor. Bu tercih için ‘olabilir’ denebilir.

        Özellikle Finn adlı siyahi bir kahraman (kendini öyle değerlendirmiyor) yaratmak, onun yanına Prenses Leia’nın kızını vermek, baştan maceranın adını koyuyor. Hollywood’da Obama döneminde uygulanan taktikler devreye giriyor. Bugünlerde siyahi peygamber, siyahi seçilmiş kişi yaratmak, hatta yılların “The Karate Kid”inin (1984) yeniden çevriminin başrolüne Will Smith’in oğlunu yerleştirmek bir siyasi tercih.

        ‘KYLO REN’, ‘DARTH VADER’IN YAPAY BİR KOPYASI GİBİ

        “Star Wars: Güç Uyanıyor” (“Star Wars: The Force Awakens”, 2015) bu damardan gidiyor. 40. dakikaya kadar eski karakterleri görmüyoruz. O anda Han Solo’nun girişi aslında mantıklı... Finn’i canlandıran John Bayega’nın, Hayden Christensen’le yarışacak kadar kötü bir oyuncu olması bir tarafa her sahnenin ‘yama’ gibi durması de kaçınılmaz. Adam Driver’ın Kylo Ren’inin, Darth Vader’in kopyası ya da parodisi gibi durması, üstelik maskesiyle Benedict Cumberbatch’in ses tonunu taklit ediyor izlenimi bırakması dikkatlerden kaçmıyor. Bu karakterin yanlış oyuncuya emanet edildiği de çok açık.

        Yine alışık olduğumuz çölde başlayan filmde, orayı bir ‘serap’ platformuna çevirme arzusu var. Abrams, nedendir bilinmez bu eserin bazı bölümlerinde ‘kabuslar’a kaykılmak istemiş. Bu tercihin sebebini çözmek zor. Ancak koreografileri iyi yapılmış, uzayda, denizde, havada, ormanda veya başka yerdeki düello, takip ve savaş sahneleri asgariye indirgenmiş. O bölümlerin ‘atari kültürü’ne yatkın halinin eskiliği kestirilip atılmış. Fakat Lucas’ın ‘destansı’ anlatısı da bu sayede geri plana itiliyor.

        OBAMA DÖNEMİNİN ‘STAR WARS’U

        Kağıt üstünde daha olgun bir ‘Star Wars’ var. Obama döneminin ‘Yıldız Savaşları’nda, uzay uçaklarını süren karakterlerin bakış açısı kameraları, bizi bir video oyunu deneyimine davet etmiyor. Aksine ‘Kara Şövalye’ (‘The Dark Knight’) misali ciddiyet, stormtrooper kıyafeti giyen siyahi kahramanı da, kadın ana karakteri de ‘ötekiler merkeze yerleştirilmiş’ incelemesine tabi tutuyor.

        Açıkçası Mark Hamill ve Harrison Ford özellikle hayranları selamlayıp, sıralarını savıyorlar. İlk serinin yıldızlarının burada ‘30 yıl sonrasında ne olduğuna odaklandık’ bakış açısına uymadığı kesin. Aksine yeni bir başlangıç canlanıyor. Droid teknolojisinin eskidiği günlerde, konuşmayan ama ‘son model’ gibi gözüken, BB-8 adlı o türe mensup bir ‘robot’ yaratmak hiç yaratıcı değil. R2-D2 ve C3PO’nun girişleri, eski dostlar, seyir sürecine bir heyecan katıyor.

        ANDY SERKIS YİNE DİKKAT ÇEKMEYİ BECERİYOR

        “Star Wars: Güç Uyanıyor”, John Williams’ın eskimeyen ama güncellenen besteleriyle halen zihinlerde yer edebiliyor. Ama özellikle Andy Serkis’in Supreme Leader Snoke’u ve Lupita Nyong’o’nun Maz Kanata’sı, görsel efekt ve makyaj ile evrim geçirerek kalıcı olma konusunda adımlar atıyorlar. Birincisinin ‘Gollum’ misali, “Oz Büyücüsü”nün (“The Wizard of Oz”, 1939) kötülük figürünü hatırlatan kocaman ve karanlık cüssesi, ikincisinin muzip ve cildi pürüzlü haliyle dengeleniyor.

        Abrams, “Star Trek” gibi yine bir ‘arkası yarın’ seyirliğine imza atmış. Sahnelerde mizansen açısından bir detaycılık görmek mümkün değil. Ama kalıcı karakterler var. Serinin en kötüsü olarak görülebilecek ikinci bölümün bile gerisinde kalıyor yedinci film. 2008’deki TV animasyonu görünümlü yan bölüm (spin-off) “Star Wars: Klon Savaşları” (“Star Wars: The Clone Wars”, 2008) ile birlikte en zayıf ‘Star Wars’ temsiline dönüşüyor. Yönetmenlik koltuğunda, sadece yapımcılıktaki başarısını bildiğimiz Abrams’ın yerine serinin fanatikleri otursa sonuç daha iyi olabilirdi.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Star Wars: Güç Uyanıyor (Star Wars: The Force Awakens)

        Yönetmen: J.J. Abrams

        Oyuncular: John Boyega, Daisy Ridley, Harrison Ford, Adam Driver, Oscar Isaac, Andy Serkis, Carrie Fisher, Mark Hamill

        Süre: 135 dk.

        Yapım yılı: 2015

        ‘UCUZ’ AMA ‘NADİDE’ OLABİLİR

        20 sene sonra “Ulak” ve “Prensesin Uykusu” ile beraber ‘Çağan Irmak’ın fantastik üçlemesi’ne ait olduğunu söylersek, kimse itiraz etmez… “Nadide Hayat”, bu kült olma ihtimali yüksek eserlerin bile altında. Ama ucuzlukta sınır tanımayınca ‘nadide’ anlar da bırakıyor geriye.

        Çağan Irmak’ın ‘melodram’ uyruğundan koptuğuna arada rastlıyoruz. Buna paralel olarak da “Ulak” (2008), “Prensesin Uykusu” (2011) gibi fantastik filmlere imza atabiliyor. “Nadide Hayat”, orta yaş üstü bir kadının bunalımını konu alırken, romantik öğeler de barındıran bir ‘dramedi’ örneği.

        ‘NADİDE’NİN HAYALLERİ

        Film, Nancy Meyers’in kadın tanımları, Diane Keaton (“Aşkta Herşey Mümkün”), Meryl Streep (“İlişki Durumu: Karmaşık”) gibi oyuncuların karakterleri kadar işi ileri götürme, samimi olma şansına erişemiyor. Aksine bağımsız bir ruh kazanmaya çabalıyor, fakat ilginç bir şekilde potansiyelinin çok üzerine çıkıp ucuz görsel efektlerle etrafımızı donatıyor. Konuşma baloncuklarının, animasyon parçalarının (caretta carettalar), yapay patlamaların devreye girdiği evren, ‘nasıl olsa Nadide’nin gözünden akıyor’ düşüncesine bel bağlayarak ‘kolaycılık’a kayıyor.

        “Nadide Hayat”, aynı yılda denk geldiği başarılı kadın filmi/romantik-komedi “Kocan Kadar Konuş”un (2015) görsel özenini, reflekslerini canlandıramıyor, aksine yerinde sayıyor. Bu sayede de aslında Irmak’ın üç fantastik filmine bir ‘komedi’ eklemesi yapıyor. Bu üçlü uzun vadede ‘kült mertebesi’ne erişebilir. Zira “Prensesin Uykusu”, Japon animelerini kıskandıran bir animasyon bölümü içerse, “Ulak” çıkış noktası olarak cüretkarlıkla gelenekselliği birleştirse de genel anlamda ‘gülünç görüntüler’le boğuşan vasat denemeler.

        DİZİ KARTONLUĞUNDA UCUZLUK TANIMI

        “Nadide Hayat”ta, Demet Akbağ tüm bu ‘ucuz’luktan beslenen fantastik zeminle boğuşuyor. Barış Özbçier’in sanki tente rengi tutturma adına prodüksiyona sokmadan aldığı çamur gibi renkler her şeyin tuzu biberi gibi. Bu durum karşısında da “Mutlu Aile Defteri”nin (2013) yaratıcı üçlü senarist ekibi etkili olamıyor. Aksine diyaloglar kör kör parmağın gözüne ders verme ve hayal ile gerçeği ayırma kaygısını belli ediyor. Nihat Durak’ın Çağan Irmak’tan iyi yönetmen olduğu ortaya çıkıyor.

        Demet Akbağ’ın oyunculuk şovu yapması için her sahnede kontrolü eline almasına bile gerek kalmıyor. Ama etrafındaki başta Yetkin Dikinciler olmak üzere aval aval bakan oyuncular B-tipi öğeleri başka bir boyuta taşıyor. “Nadide Hayat”ı kitsch, camp, çöp (trash), ucuz, B sınıfı gibi sıfatlarla anarsak Türk sinemasının külliyatı için yerinde bir tespitte bulunmuş oluruz. Zira bu yazlık dramedide her şey dizi kartonluğunda…

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Nadide Hayat

        Yönetmen: Çağan Irmak

        Oyuncular: Demet Akbağ, Yetkin Dikinciler, Sadi Celil Cengiz, Ümit Erlim

        Süre: 120 dk.

        Yapım yılı: 2015

        PENELOPE CRUZ MELODRAMI

        Gerçeküstücülüğü bir-iki rüyadan ibaret gören ve bu uykudan uyanma arzusu yaratan bir Julio Medem sıradanlığı… Penélope Cruz’la beraberlik auteur yönetmene yaramamış. “Ma Ma”, Yeşilçam’daki türdeşlerini akla getiren, ‘kanser’ üzerine kurulu çiğ bir melodram. Şüphesiz Medem’in kariyerinin en zayıf halkası.

        90’larda çıkış yapan, İspanyol sinemasının yükselen değeri Julio Medem, fantastikle akrabalık kurarken gizem, bellek, cinsellik ve aşk kavramlarıyla anılan bir yönetmendir. Gerçeküstücülüğü, mitolojiyle, mistisizmle harmanlayarak kendine özgü bir dünya, bir film modeli yaratmıştır. Her daim de belli bir kitleyi etkilemeyi becermiştir.

        Yaratıcı sinemacı, sadece başyapıt seviyesine yaklaşan “Lucia” (“Lucia y El Sexo”, 2001), “Kutup Çizgisi Aşıkları” (“Los Amantes Del Circulo Polar”, 1998) ve “Ateşli Oda” (“Habitacion en Roma”, 2011) ile bile kalıcı olmayı hak eder. Bu filmler onun ‘emekleme adımları’ olarak anılabilecek ilk döneminin ardından gelmiştir.

        AĞLATMA ARZUSU ‘ZORAKİ’ DURUYOR

        Ama “Ma Ma”, Medem’in temalarından, modern bir Bunuel olma arzusundan esintiler taşımıyor. İki rüya sahnesini gerçeküstücülük veya meme kanserine yakalanan kadının iyimserliğini ‘masalsılık’ olarak yorumlarsanız elbette... İşin ilginç tarafı, burada kendi ekibinden de ayrılmıyor Medem.

        Görüntü yönetmeni Kiko de la Rica, gri-beyaz arası duvar renginin üzerine kuruyor her şeyi. Bunu tanımlarken belki de ameliyata, röntgene girmenin estetiği yapılıyor. Ama baştan itibaren Cruz’un bir göğsünü aldırıp tek göğüsle dolaşması, saçını kazıtıp peruk takması gibi hamleler bilinçaltındaki ‘ağlatmak şart!’ emir kipini idrak etmemizi sağlıyor.

        2.35:1’de Çağan Irmak’ın veya Yeşilçam’daki nice melodram yönetmeninin, Orhan Aksoy’un sevebileceği bir iş canlanıyor. Kitsch (bayağılık estetiği) öğelerin ciddiye alınarak dil objesine dönüştüğü noktada, Cruz’un Nurgül Yeşilçay kadar yapaylaşması da trajik. Elbette Cruz-Medem birlikteliğinden bir “Jambon, Jambon” (“Jamón Jamón”, 1992) bekliyoruz. Ama nafile… “Ma Ma”, 1992’den bu yana sekiz uzun metraja imza atan Medem’in en kötü filmi.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Ma Ma

        Yönetmen: Julio Medem

        Oyuncular: Penélope Cruz, Silvia Abascal, Àlex Brendemühl, Luis Tosar

        Süre: 110 dk.

        Yapım yılı: 2015

        SULU KOMEDİNİN ENTELEKTÜELİ OLUR MU?

        90’larda izlediğimiz saygın filmlerdeki performanslarıyla çıkış yapan oyuncu Julie Delpy, günümüzde yönetmenliğe de el attı. Onun kamera arkasına altıncı geçişi, yavaş yavaş kaydığı kaba/fiziksel komedinin boyutsuzluğuna saplanmasını sağlıyor. “Lolo”, kendi kendinize ‘sulu mizahın entelektüeli olur mu?’ sorusunu sormak için ideal.

        İlişkiye girerken evde bir ‘oğlan çocuğu’ bulunmasını zeki komedi malzemesi sanan tuhaf bir film. “Lolo”ya, eğer bir festivalde değil TV başında denk gelseniz, ‘yönetmen herhalde video piyasasına film yapan bir memur’ yorumunu yaparsınız. Bunun ötesinde zaten Delpy’nin “Kontes” (“The Countess”, 2009) ve “New York’ta 2 Gün” (“2 Days in New York”, 2012) dışında hiçbir şekilde ‘sinema’ya bağlayamadığı bir gerçek. Onlarla da kısmen…

        FİZİKSEL MİZAH ÇOK KARTON

        “Micmacs” (Micmacs à Tire-larigot”, 2009) ile dikkat çeken Dany Boon’un, ‘Kemal Sunal’ ya da ‘Rob Schneider’ damarından bir romantik-komediye giriş yapması kaçınılmaz bir fiziksel mizah getiriyor. Ama bu eylem planı fazlasıyla karton. Sinemaskop formatında itici anlar ve tutmamış espriler gürle gidiyor. Bu bombardımanı karşı çıkmak kolay değil.

        Delpy ve Viard’ı görmesek günün kalitesiz Türk komedileri ile karşılaştırabiliriz “Lolo”yu. Kendi espri yapıp kendi gülen, ama karşısına geçenlere eziyet veren bir tür örneği… Açıkçası Delpy, “Kontes”te önceki yüzyıllara yolculuk yaparak bir yamyam filminde başarılı olmuştu. “New York’ta 2 Gün”de ise seks komedisi nedense çekiciydi.

        Burada ise öylesine entelektüel durma sevdası var ki Linklater’ın çapsızlığı adeta oyuncu-senarist-yönetmeni silkeleyip yıkıyor. Violette ile Jean-René arasındaki ‘screwball komedi’ damarlı rekabette işin içine suçun ve polislerin dahil olduğu sahnelerin konusunu bile açmayalım. Bunları anlamak, görmek bile isteyemeyebilirsiniz.

        Sinemasal açıdan da bir geri adım gibi gözüken “Lolo”, çocuk sahibi olmayı özendirmiyor, aksine itici hale getiriyor. Film, ismini Violette’in (Delpy) oğlundan almasına karşın, ‘kutsal aile’nin ‘anti-tez’ine kayma konusunda hiç sağduyulu hareket etmiyor. Anne-oğlan-metres çatışması felsefi metin açmıyor, aksine boyutsuzluğuyla sinemadan soğutuyor.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Lolo

        Yönetmen: Julie Delpy

        Oyuncular: Julie Delpy, Dany Boon, Vincent Lacoste, Karin Viard

        Süre: 99 dk.

        Yapım yılı: 2015

        AİLE BOYU İŞKENCE

        Muhafazakar bir noel filmi çekme hedefiyle üzerimize Diane Keaton, Alan Arkin, Marisa Tomei, Amanda Seyried ile John Goodman’ı atan ve geri çekilen bir oyuncu provası mı? Tartışılır... Zira işin ucunda bir performans yetkinliği de yok, sanki kendilerini canlandıran kaliteli oyuncular bir ‘Pazar sabah kuşağı filmi’ne ev sahipliği yapıyorlar. “Mutlu Yıllar”da yönetmen Nelson ise misafir.

        ‘Aile boyu saadet’in adını koyan, ama bunu kuşak farkları üzerinden yapan bir yapıt…

        “Corrina, Corrina” (1994) ile “Benim Adım Sam”ı (“I Am Sam”, 2001) yöneten Jessie Nelson, esasen yapımcı ve senaristlik mesleğiyle bilinir. Bu sebeple de 90’larda çıkış yapan oyuncularla arası iyidir. “Mutlu Yıllar” (“Love the Coopers”, 2015) bu açıdan bir ‘déjà vu’ hissiyatı yaratmaya yarıyor.

        NOELLE İLGİLİ DAHA BAŞARILI FİLMLER İZLEDİK

        İşin doğrusu yönetmenlik koltuğunda daha ziyade olup biteni göstermek ve oyunculara alan açmak kaygısında, yaşı geçmiş bir kadın rejisör var. Nelson, zaman zaman ‘ekran bölme tekniği’ni bir dil oturtmaktan ziyade ‘çeşitlilik olsun’ diye kullanıyor. Ama HD’nin aşamalarına güvendiğinden sinematografik öğelere hiç kafa yormamış. “Corrina, Corrina” ve “Benim Adım Sam”in ‘pelikül’ devrinde en azından bir tutarlılığı vardı.

        “Mutlu Yıllar”, farklı kuşaklardan oyuncuları üzerimize atmak dışında işlevsiz bir film. Boş yere koşuşturmacalar, ayağa düşen ahlak meselesi, kuşak farkları derken, muhafazakar aile tablosu için bir tez çalışmasına dönüşüyor. ‘Noel filmi’ denince akla gelen birçok eser var. Filmde gösterilen “Şahane Bir Hayat” (“It’s A Wonderful Life”, 1946) bunlardan biri. Ama bu eser Capra’nın başyapıtının tırnağı bile olamıyor. Kesişen hayatlar mevzusu bir kez daha tutmazken, yakın dönemden “Noel” (2004) gibi en azından bir reji geleneği olan filmleri tercih ederiz.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        I Love the Coopers

        Yönetmen: Jessie Nelson

        Oyuncular: Diane Keaton, John Goodman, Olivia Wilde, Marisa Tomei, Amanda Seyried, Alan Arkin

        Süre: 110 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        45 Yıl (45 Years): 5.6

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş – Bölüm 2 (The Hunger Game: Mockingjay – Part 2): 3.5

        Amy: 4.2

        Ali Baba ve 7 Cüceler: 3.2

        Annem (Mia Madre): 3.1

        Aşka Özgürlük (Freeheld): 2.9

        Azap: 1.4

        Babalar ve Kızları (Father and Daughters): 4.9

        Bulantı: 3.9

        Casuslar Köprüsü (Bridge of Spies): 6

        Cin Kuyusu: 5.2

        Çok Pişmiş (Burnt): 4.1

        Düğün Dernek 2: Sünnet: 2.2

        Düşlerin Terzisi (The Dressmaker): 6.5

        Evlenmeden Olmaz: 1.8

        Frankenstein: 4.2

        Git Başımdan: 1.7

        Gizemli Gerçek (Secret in Their Eyes): 3

        Gizli Dosya (Truth): 3.5

        Goosebumps: 5.6

        Güneş Tepedeyken (Zvizdan): 4

        Hayal Ülkesi (Jauja): 9.2

        Hayatın Kıyısında (By the Sea): 3.5

        İçimde Akan Nehir: 0.8

        Kara Bela: 3.8

        Kara Düzen (Black Mass): 4

        Kızıl Tepe (Crimson Peak): 4.6

        Korku Terapisi (Regression): 5.5

        Küfa: Cin Kapanı: 2

        Life: 4.8

        Macbeth: 5.5

        Mantıksız Adam (Irrational Man): 4.8

        Marslı (The Martian): 3

        Mavi Gece: 3.4

        Minyonlar (Minions): 5.2

        Nefesim Kesilene Kadar: 3.3

        Otel Transilvanya 2 (Hotel Transylvania 2): 5.3

        Pan: 5.5

        Paranormal Activity: Hayalet Boyutu (Paranormal Activity 5: Ghost Dimension): 2.5

        Pırdino Sürpriz Yumurta: 4.4

        Rüzgarın Hatıraları: 3.9

        Sakin Batı (Slow West): 5

        Snoopy ve Charlie Brown Peanuts Filmi (The Peanuts Movie): 5

        Solace: 5.6

        Son Cadı Avcısı (The Last Witch Hunter): 2.9

        Spectre: 4.1

        Steve Jobs: 5.5

        Şeytanın Gecesi (Exeter): 4.5

        Takım: Mahalle Aşkına: 4.4

        Tehlikeli Yürüyüş (The Walk): 3.6

        Victor Frankenstein: 3.8

        Uzaklarda Arama: 3

        Yaktın Beni: 2.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar