Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        6 MAYIS FİLMLERİ

        2014’te ‘Kaptan Amerika’ filmleri farklı bir boyut kazanmıştı. “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”nda, o ‘psikolojik paranoya gerilimi’nin üzerine ‘süper kahraman ekibi aksiyonu’ ekleniyor. Marvel evreninde gösteriş yapmayan ve bol sürprizli bir teknolojik iç savaşın, fantastik aksiyonun içine çekiliyoruz. Tarafınızı belirlemek size kalmış.

        “Yenilmezler: Ultron Çağı”nın (“Avengers: Age of Ultron”, 2015) bir sene sonrasına uzanan ‘Kaptan Amerika’ filmi. Elbette bütün ekip toplanıyor. Ancak bu kez 1991’de Hydra’nın görevlendirdiği Bucky Barnes’ın Sibirya’da süper asker serumlarını ele geçirmesiyle fitillenen bir mücadele var. Tony Stark ve Steve Rogers’ın ekiplerinin çekişmesi, son dönemde artan çatışmalara, düellolara bir başka örnek gibi. Hayal kırıklığı “Batman v Superman”den (2016) daha çok sinema olduğu kesin burada.

        AMERİKAN İÇ SAVAŞI’NIN YERİNE TEKNOLOJİK İÇ SAVAŞ

        “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı” (“Captain America: Civil War”, 2016), aslında ‘süper kahraman ekibi filmi’ furyasının son ürünü. Ancak bu kez 2014’te çekilen ve neredeyse Soğuk Savaş gerilimine dönüşen “Kaptan Amerika: Kış Askeri”nin (“Captain America: Winter Soldier”) yapısını izleyen bir iş var. “Yasak Bölge 9”un (“District 9”, 2009) Güney Afrikalı görüntü yönetmeni Trent Opaloch’in sallanan kamerası görsel yapıya bir gerçekçilik katıyor. Oradaki paranoya atmosferi de başka kahramanların katkısıyla anlamlı ve aksiyon yüklü hale geliyor.

        Bu kez kötü adam bir Alman. Daniel Brühl’ün Zemo’su herkese savaş açıyor. Ama esasen Kış Askeri ile Demir Adam’ın karşılaşmasıyla başlayan, bir anlamda ‘mizah’ yüklenen hikaye akışının devamında bir iç çatışma var. Belki de western filmlerinde gördüğümüz Amerikan İç Savaşı, teknolojik bir iç savaşa dönüşüyor bu sayede.

        LEIPZIG/HALLE HAVAALANI’NDAKİ ÇATIŞMA TARİHE GEÇER

        Anthony ve Joe Russo’nun ise 2018 ve 2019’daki ‘Avengers: Infinity War’ filmlerini yönetecek olmaları sevindirici. Zira burada son dönemdeki kolaycılığa kayıp her şeyi görsel efekte yükleyen bir anlayış ve bu eylemin yol açtığı ‘kuru gürültü’ yok. Aksine bu ikili, dengeli aksiyon sahneleri çekmek için çaba sarf ediyorlar. 90’ların tür filmlerini hatırlatan tutarlı bir koreografi var. “Yenilmezler: Ultron Çağı”nda kontrolü kaybeden Joss Whedon’ın şaşkınlığı devreye girmiyor bu kez.

        Aksine leziz araba takip sahnelerinin yanında Leipzig/Halle Havaalanı’ndaki karşılaşma da kanlı geçiyor. Ant-Man, War Machine, Hawkeye ve daha nicesi varken, kameranın sakin bir şekilde aralara süzülmesiyle aslında Michael Bay akla geliyor. Ama her şey daha da içselleşiyor. Bu bol süper kahramanlı sekansta düellolardan arkada bağlı duran ‘dev adam’a kadar bütün detaylar işliyor.

        ESKİ MODEL KAHRAMANLAR DIŞARIDA KALMIŞ

        İyi çekilmiş sekanslar bütünü aslında Kaptan Amerika-Demir Adam çekişmesine doğru ilerlerken Thor, Hulk gibi eski model kahramanları içermiyor. Ama sinema tarihinin en çocuksu ‘Örümcek Adam’ tipinin girişi, Tom Holland’a rağmen boyutsuz duruyor. Ant-Man ise her zamanki eğlenceli haliyle Demir Adam’la beraber mizah katsayısını arttırıyor. Boseman’ın Black Panther’i ise ‘yeni nesil kahraman’ profiliyle içeri giriyor.

        “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”, ‘Yenilmezler’in (‘The Avengers’) üçüncü filmi havasında. Ama “Galaksinin Koyurucuları” (“Guardians of the Galaxy”, 2014) gibi özgün ve taptaze bir süper kahraman ekibi filmi değil. Ancak Russo Kardeşler’in seriye kattıklarını burada bir ekip mücadelesi üzerinden görüyoruz. Bu çekişmede bir iç tehdit, yozlaşma, siyasi ayrışma olabileceğine dikkat çekiliyor. Metin dışarıyla uğraşmıyor. Çöp üretim “İlk Yenilmez Kaptan Amerika”dan (“Captain America: The First Avengers”, 2011) bu yana gelinen nokta, hem sinemasal hem ideolojik açıdan Hollywood’un mucizeler ülkesi olduğunu ispatlıyor. Kapanış jeneriğinin başlarına ve sonuna denk gelen iki ek sahneyi de kaçırmamakta fayda var.

        FİLMİN NOTU: 5.7

        Künye:

        Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı (Captain America: Civil War)

        Yönetmen: Anthony ve Joe Russo

        Oyuncular: Chris Evans, Robert Downey Jr., Scarlett Johansson, Sebastian Stan, Don Cheadle, Elizabeth Olsen, Daniel Brühl, Tom Hiddleston

        Süre: 147 dk.

        Yapım yılı: 2016

        MÜSAMERE TADINDA 12 EYLÜL FİLMİ

        Siyasi söylemiyle tartışmalar açması olası bir proje… “Ankara Yazı Veda Mektubu”, son 15 yılın en iyi Çanakkale Savaşı filmi “Çanakkale: Yolun Sonu”nun yönetmeni Kemal Uzun’un imzasını taşıyor. Ancak onun iki-üç sekanstaki görsel zekası ve İpek Tuzcuoğlu’nun çabası dışında, adeta post-prodüksiyon sürecine girmemiş ve bitmemiş bir film izliyoruz.

        12 Eylül’e genelde solcuların gözünden bakılır. Ama sinemamızda son yıllarda üretim arttığından siyasi duruşlar da değişkenlik gösterebiliyor. Yeri geldiğinde farklı gözlemler devreye girebiliyor. Bu dönemle ilgili “Ayhan Hanım” (2013) misali olağandışı bir film çıkabiliyor örneğin. Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun o yıllarda yaşadıklarına odaklanan “Ankara Yazı Veda Mektubu”, onun kadar yenilikçi ve kalıcı değil. Mustafa Preşeva ve İpek Tuzcuoğlu dışında bu heyecanın altında ezilmeyecek bir ekibi ve oyuncu kadrosu da yok.

        KEMAL UZUN’UN KARİYERİNİN EN ALT SIRALARINDA

        Film, “Vay Arkadaş” (2011) ve “Çanakkale: Yolun Sonu” (2013) ile iyi bir yönetmen olduğunu ispatlayan Kemal Uzun’un son işi. Ama 2013’te “Günce”de gördüğümüz gibi kendisi bir kez daha müsamere tadında, renkleri işlenmemiş, TV üşengeçliğini üzerinden atamayan derme çatma bir esere imza atmış. Bunun sebebi ‘tatmin etmeyen ön çalışma veya post-prodüksiyon süreci’ olabilir. Bir şeylerin aceleye getirildiği hissediliyor.

        “Ankara Yazı Veda Mektubu”nu büyük oranda Bülent Terzioğlu zedelemiş gibi. Hiçbir renk işlemesi yapılmamış görsel yapı, dizi dekupajına kayıyor. Adeta kameranın bir süre sonra elden kaçırıldığını, kendi haline bırakıldığını hissediyoruz. Terzioğlu da TV’ye zorla iş kaydeden bir ‘kameraman’a dönüşüyor. Genel planlar ile detay planlar arasında giden klasik anlatı yöntemleri ise bu boyutsuzluğa karşı çıkamıyor. Ama yönetmen, örneğin kahve baskını sahnesinde devreye girip, William A. Wellman’ın gangster filmi klasiği “Halk Düşmanı”nı (“The Public Enemy”, 1931) akla getiren bir özenle iş bitirebiliyor.

        KURGUCU, YAPIMCILARA TAKILMIŞ OLABİLİR

        Zaman zaman Preşeva’nın kurgu konusundaki becerisini görüyoruz. Uzun’un en azından fikir olarak ortaya koydukları yerinde olabiliyor. Sözgelimi finaldeki mektubun kullanımı, Tuzcuoğlu’nun koşuşu ve paralel kurgu bir ‘dil nesnesi’ni dönüştürülüyor. Ama öndeki hikaye, ajitasyona alan açan müziğin katkısıyla ‘ısmarlama proje’yi hedefine ulaştırmak için…

        “Taş Mektep”in (2012) yapımcıları Galip Güner-Elin Ecealp, oradaki ucuz görsel efektlerle ve performanslarla adeta ‘Nereye Bakıyor Bu Adamlar?’ dedirtmişlerdi. Ama hedef milliyetçi mesajlarla seyirciyi boğup, kendi kitlelerini arkalarına almaktı. 2010’da Tayyip Erdoğan’ın mektubunu mecliste okuduğu ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun öyküsü acıklı.

        BİTMEMİŞ GİBİ BİR HALİ VAR

        Film bunu bir ‘aile dramı’na çeviriyor. Ama Gürkan Uygun, ülkenin Sylvester Stallone’si olmaya uygunken, burada kendini paralamaya çalışıyor. Burçin Abdullah, ela gözleriyle konu mankenine dönüşüp diğer oyunculara katılıyor. Bu yüzeyselliğe karşı direnen sadece İpek Tuzcuoğlu olmuş. Onun film boyunca kendini hırpaladığı ve anne rolüne inanan performansı devreye girdiğinde en azından sahnede yaşananlara odaklanabiliyoruz.

        “Ankara Yazı Veda Mektubu”, siyasi açıdan nasıl yaralar açar ve hangi kitleleri karşısına alır kestirmek güç. Ama sanat yönetimi ve kostüm tasarımındaki eksiklerini kapatmak için her şeyi yapıyor. Mahkeme sekanslarında senkronu kaçmış dublaj göze batıyor. Bu gibi birçok sorun var. Film, ‘bitmemiş’ ya da ‘yarı yolda kalmış’ izlenimi bırakıyor. Ama 12 Eylül filmlerinde solcu yönetmenlerin işkence sahneleriyle sömürme ezberi pek yok. Sadece camideki tartışmalı sahne gerçekçi mi ondan şüpheliyiz.

        FİLMİN NOTU: 2.7

        Künye:

        Ankara Yazı Veda Mektubu

        Yönetmen: Kemal Uzun

        Oyuncular: İpek Tuzcuoğlu, Gürkan Uygun, Munir Can Cindoruk, Burçin Abdullah

        Süre: 96 dk.

        Yapım yılı: 2016

        RİSKLİ BİR AŞK ÖYKÜSÜ

        Görücü usulü evlilik ve zeka geriliği, ülkemizde de görülen problemler... “Yar1m”, bu ikisini bir araya getiren diken üstünde bir aşk hikayesi anlatma peşinde. Cesareti takdire değer olsa da, ilk 15 dakika dışında riskli engelleri aşamıyor.

        “Yar1m”, 13 yaşındaki bir kızın, Türkiye’nin doğusunda yaşayan Fidan’ın ruh halini yansıtarak başlıyor. Filmin isminden de destek alan bilinçli girizgah ümit veriyor aslında. Çağıl Nurhak Aydoğdu, Önder Şengül’den özellikle bakış açısı planları ve röntgenci açılar kullanmasını istemiş. Çamur gibi duran renk skalası da bir yaşayışı, bir dünyayı portrelemeye destek veriyor. Girişin helikopter kamerayla olması yerinde. Abdullah Oğuz’un “Mutluluk”unun (2007) açılışı kadar melankolik durmasa da ona benzeyen bir ‘kapana kısılma’ resmi çiziliyor.

        ‘RENKSİZ SİNEMATOGRAFİ’ MESELEYİ YAVANLAŞTIRIYOR

        “Yar1m”, ülkemizin kanayan yarası ‘görücü usulü evlilik’in yarattığı problemleri, kadının ifade özgürlüğünü görsel bir dille sorgulayacak gibi başlıyor. Ancak bu kızın zorla batıya, damadına götürülmesiyle birlikte duygu sömürüsüne ve etik olarak yanlış anlara kayan bir aşk hikayesi devreye giriyor. Yavaş çekimin ‘yarım kalan hayatlar’ için nasıl bir anlamı var tartışılır. 33 yaşlarındaki zihinsel engelli Salih, hem Serhat Yiğit’in vasat performansı, hem de kızın gözünden uzaklaşıp tekdüzeleşen kamera kullanımıyla ayakları yere basmayan bir tipe dönüşüyor.

        Elbette çocuk yaşta kız-orta yaşlı engelli adam aşkı cesur bir süreç getiriyor. Ama film uzadıkça Şengül’ün “Güzel Günler Göreceğiz” (2012), “Merdiven Baba” (2015) gibi eserlerdeki ‘renksiz’ sinematografisi buraya yansıyor. Kameranın ne yapacağını bilememesi ikilinin ilişkisini ‘hazin gerçekler’e, ‘acıklı dönüşler’e yönlendiriyor.

        BİR ‘DAVID AND LISA’ ÇIKARMAK ZOR

        Açıkçası bu karakterin kullanımı da ‘zeka geriliği yaşayan insanlar, her konuda sakar, şaşkındırlar ve hayata adapte olamazlar, boşuna uğraşmayın’ gibi bir dışlamaya kayıyor. Elbette böylesi riskli iki konuya el atmak, bir şekilde “Lal Gece” (2012) ile “Özür Dilerim”i (2013) birleştirme çabası takdire şayan. Ama Aydoğdu, girizgahtaki kadar soğukkanlı olamıyor filmin hiçbir anında.

        İlk sinema deneyiminde parlayan, 2001’li Ece Tatay ise projeden yanımıza kar kalıyor. Elbette uçlarda gezinen karakterlerin aşk filmlerinde Frank Perry’nin “David and Lisa”sı (1962) gibi bir başyapıt çıkarmak zor. Lee Chang-Dong’un 133 dakikalık bir ajitasyon senfonisine kayan “Oasis”ini (“Oasiseu”, 2002) de bildiğimizden “Yarım”a fazla yüklenmemek lazım.

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Yarım

        Yönetmen: Çağıl Nurhak Aydoğdu

        Oyuncular: Ece Tatay, Serhat Yiğit, Hülya Böcekli, Recep Yener

        Süre: 102 dk.

        Yapım yılı: 2015

        ‘HER ŞEYİN TEORİSİ’NE RAHMET OKUTUYOR

        Ucuz dönem atmosferiyle günümüzün ‘tarihi doku’ konusunda çaylak duran Türk filmlerini aratmayan bir iş. Ama esasen “Akıl Oyunları” ile “Can Dostum”un yollarını kesiştiren bir matematikçi biyografisi. “Sonsuzluk Teorisi”, TV boyutsuzluğunu her konuda üzerine alırken Dev Patel’i de bu uçuruma sürüklüyor.

        Yakın zamanda “Akıl Oyunları” (“A Beautiful Mind”, 2001), “The Imitation Game” (2014), “Her Şeyin Teorisi” (“The Theory of Everything”, 2014) gibi matematikçi/fizikçilerin hayat hikayelerini ele alan filmler izledik. Bunlardan özellikle ilki Ron Howard’ın sinema diline hakimiyetiyle, detaycı yönetmenliğiyle parlamıştı. Şizofrenik John Nash’in bilinçaltında yaşananlar bir planlama harikasına dönüşmüştü.

        MATT BROWN’DAN SİNEMA YÖNETMENİ OLMAZ

        “Sonsuzluk Teorisi”nde (“The Man Who Knew Infinity”, 2015) ikinci uzun metrajına imza atan Matt Brown ise 1930’larda yaşanan bir olaya bakıyor. Hint matematikçi Srinivasa Ramanujan’ın hikayesi, onun akıl hocası, öğretmeni G. H. Hardy’nin katkısıyla perdeye yansıyor. Bu durum akla “Can Dostum”u (“Good Will Hunting”, 1997) ve “Akıl Oyunları”ndaki Crowe-Harris ilişkisini getiriyor.

        Açıkçası “Her Şeyin Teorisi”nde James Marsh’ın başarısızlığını, gösterişli sinematografinin göz boyayarak önemsizleşmesiyle ‘ajitasyon’a kaymasını herkes hatırlıyor. Ama buradaki yönetmen onun da gerisine düşmüş. Kurgu asistanlığı yaparak piyasaya giren bir kurgucunun ve Refn’in yanında çalışan görüntü yönetmenin de getireceği buymuş.

        TÜRK DÖNEM FİLMLERİNDEN FARKSIZ

        Adeta ucuz Türk dönem filmlerinden farksız, makyaj ve aksesuar kullanımıyla, setleriyle yerlerde sürünen bir iş izliyoruz. Dışarıyı gizleyen iç mekan sekanslarının ruhsuzluğu çok açık. Üstüne üstlük Patel’in yüzüne sürülen birkaç parmak boyanın makyaj sanılmasına akıl sır erdirmek de mümkün değil!

        “Sonsuzluk Teorisi”, pespaye bir matematikçi biyografisi. Jeremy Irons kendini paralamazken, Patel de gülünç duruyor. Sanki Ali Özgentürk, Ersin Pertan gibi yönetmenlerin dünyasında alıyoruz soluğu. Vasat ve dokunaklı “Can Dostum”a atıfta bulunan, duygusallaştırma ihtimali yüksek usta-çırak ilişkisinde sadece biraz Irons ayakta kalıyor.

        FİLMİN NOTU: 2.6

        Künye:

        Sonsuzluk Teorisi (The Man Who Knew Infinity)

        Yönetmen: Matt Brown

        Oyuncular: Dev Patel, Jeremy Irons, Malcolm Sinclair, Stephen Fry, Toby Jones, Jeremy Northam

        Süre: 112 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        91.1: 2.8

        Annemin Yarası: 2.9

        Ateş: 4.1

        Avcı: Kış Savaşı (The Hunstman: Winter’s War): 4.2

        Azazil 2: Büyü: 0.6

        Babaların Babası: 3.8

        Baskın Günü (Bastille Day): 3.3

        Batman v Superman: Adaletin Şafağı (Batman v Superman: Dawn of Justice): 4

        Bekar Yaşam Kılavuzu (How to Be Single): 5.9

        Cloverfield Yolu No: 10 (10 Cloverfield Lane): 3

        Deadpool: 6.1

        Deliormanlı: 4

        Diriliş (The Revenant): 6.2

        Emicem Hospital: 4.5

        Hasret (Yearning): 5.5

        Hatıraların Masumiyeti (Innocence of Memories): 7.2

        Hayatımın Yolculuğu (A Walk in the Woods): 2.6

        İftarlık Gazoz: 5.5

        Kaçma Birader: 5.4

        Kapının Diğer Tarafı (The Other Side of the Door): 1.2

        Kar Korsanları: 6

        Kartal Eddie (Eddie The Eagle): 2.8

        Kod Adı: Londra (London Has Fallen): 3

        Kod 999 (Triple 9): 5.5

        Kolpaçino 3. Devre: 1.2

        Kor: 4.8

        Kral için Hologram (A Hologram for the King): 5.5

        Kung Fu Panda 3: 5.1

        Kurdun Uyanışı (Le Dernier Loup): 3.3

        Küçük Esnaf: 3.2

        Mısır Tanrıları (Gods of Egypt): 4.5

        Mükemmel Bir Gün (A Perfect Day): 5.4

        Naciye: 4

        Olaylar Olaylar: 2.7

        Orman Çocuğu (The Jungle Book): 6.7

        Ölüm Emri (Eye in the Sky): 6

        Ölüm Treni (Backtrack): 4.4

        Ölümcül Oyun (Ich Seh, Ich Seh): 8.5

        Özel Bir Gün (Mother’s Day): 3

        Roma’da Aşk Başkadır (All The Roads Lead to Rome): 2.7

        Saklı: 5.6

        Saul’un Oğlu (Saul Fia): 6.7

        Senarist: 1.9

        Seni Şimdiden Özledim (Miss You Already): 3.8

        Somuncu Baba: Aşkın Sırrı: 1.9

        Şeytan Tüyü: 3.5

        Spotlight: 2.5

        Suçlu (Criminal): 3.8

        Suikastçı (Nie Yin Niang): 7.8

        Toz Bezi: 3.5

        Yandaş (Allegiant): 5.7

        Yemekteydik ve Karar Verdim: 4.5

        Yeniden Başla (Demolition): 4.3

        Yeni Ahit (Le Tout Nouveau Testament): 6.9

        Yitik Kuşlar: 4.5

        Yola Geldik: 1.2

        Yolculuk: 1.9

        Zoolander 2: 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar