Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Oyun Atölyesi’nde yeni sahnelenmeye başlanan Kim Korkar Hain Kurttan’ın 17 Ocak’taki oyunundaydım. Edward Albee’nin evlilik kurumunu topa tutan dahiyane eserinin, Zerrin Tekindor’in mucizevi kavrama gücü ve Tardu Flordun’un uyumlu eş performansıyla dönüştürülmesi tadına doyum olmaz bir oyunculuk gösterisini beraberinde getiriyor. 1966’da Mike Nichols’ın sinemaya da uyarladığı 1962 tarihli metin, burada özüne sadık üç perdeli bir oyunla karşımıza çıkarılıyor.

        ABD’de absürd tiyatronun önemli isimlerinden biri olarak anılan Edward Albee, seneler boyu oyunlarının uluslararası piyasaya sızması ile şanına şan katmıştır. Büyük oranda da aslında Samuel Beckett, Jean Genet gibi isimlerle yan yana anılmıştır. 1962 tarihli en ünlü oyunu ‘Who’s Afraid of Virginia Woolf?’ ise 1963’ten bu yana Türkiye’de birkaç temsil bulmasına karşın, Oyun Atölyesi’nin katkıları ve Hira Tekindor’un mizanseniyle bir kez daha şansını sahnede deniyor.

        EVLİLİĞE YAKLAŞIMIYLA KALICI BİR ESERDİR

        ‘Kim Korkar Hain Kurttan’, bu oyunlara önayak olan Asude Zeybekoğlu’nun metninin izdüşümlerini takip ediyor. Bundan kendine özgü şeyleri alıp çıkartıyor. Üç perdeli, iki 10 dakikalık aralı, üç saati bulan orijinal oyun, burada biraz daha kısalıyor. Zerrin Tekindor, Tardu Flordun, Şükrü Özyıldız ve Nilperi Şahinkaya’nın performansları ile her daim canlı kalmaya çalışıyor.

        1966’da Mike Nichols’ın ilk filmi olma şerefiyle perdede bir başyapıt çıkaran eser, orada Elizabeth Taylor ile Richard Burton’ın arasına sızmıştı. New England’daki bir üniversite kampüsünde müstakil evde kalan profesörlerin dünyasına alkolizm, evlilik, sadakat ve ahlaki yozlaşma üzerinden bir gecede bakmıştı. Garip oyunlar oynayan, didişmekten, nefret ilişkisinden güç alan bir çifti, absürd ve kara komediye meyleden öğelerin yanı sıra küfürlü diyaloglarla sarmıştı. Film aynı zamanda Hays Code’un baskıcı tutumundan MPAA’in sınırlama sistemine geçişte ‘sadece yetişkin seyircilere için uygundur’ ibaresi alan ilk film olmuştu.

        Kullandığı küfürlü diyalog oranıyla Tarantino’nun, üst-orta sınıf Amerikan ailesinin iletişimsizliğine bakmasıyla ise “Amerikan Güzeli”nin (“American Beauty”, 1999) oturttuğu modelin esin kaynağına dönüşmüştü. O yılların tiyatro uyarlaması alışkanlığına ‘sarsıcı ve iz bırakan bir ekleme’ yapmıştı.

        ZERRİN TEKİNDOR MUCİZELER YARATIYOR

        Açıkçası Albee’nin oyununu izlemedim. Ama Zerrin Tekindor ile Çetin Tekindor’un 24 yaşındaki tiyatro ve sinema aşığı oğlu Hira Tekindor, belli ki burada özüne sadık bir uyarlamaya imza atmak için uğraşmış. iPad kullanımı, güncel şarkıların müzik skalasına etkisi ve Bette Davis filmi yorumuna verilen “Chicago” (2002) cevabı dışında kendimizi 60’lar Amerika’sında, Vietnam Savaşı’na paralel olarak açığa çıkıp ‘delilik’ kokan ruh halinin içinde hissetmemizi sağlıyor. Aslında ‘mizansen’ açısından bu tercih, esere de olumsuz yansımamış. Tardu Flordun’un, terli girdiği sette Zerrin Tekindor’un akıllara durgunluk veren ‘tehlikeli kadın’ becerisiyle yüzleşmesi ucu bucağı olmayan bir gerilim duygusu getiriyor.

        Tiyatro oyunu nazarında 10 dakika aralar bu durumu biraz baltalıyor. Ama Tekindor’un Joan Crawford’un ayakları üzerinde duran tekinsiz kadın kimliğinden izler taşıyan oyunculuk anlayışı burada da canlanıyor. Yanağının bir tarafında mutluluk, bir tarafında hayal kırıklığı, bir tarafında heyecan, bir tarafında pişmanlık, bir tarafında zarafet, bir tarafında zalimlik taşıyan üç boyutlu performansla kendisine bir kez daha hayran kalıyoruz.

        Tekindor gibi Hollywood’da rol bulmakta sıkıntı yaşamayacak oyunculara sinemamızda ihtiyaç olduğunu da hissediyoruz böylelikle. Adeta sınır tanımayan Tekindor’un, Şükrü Özyıldız’ı da Tardu Flordun’u da idare ettiği, sahneyi tek başına kontrolü altına aldığı kesin. Gecenin bir yarısı açığa çıkan alkollü, dengesiz ve kaçık karakter benliği, onun kimliğine çok yakışıyor açıkçası.

        BU EVE YANAŞMAK CESARET İSTER

        Flordun’un Richard Burton’ın tiplemesi George’u kavrama becerisi bir tarafa Şahinkaya da fena bir performans sergilemiyor. Üst-orta sınıf aile evinin tek mekana sıkışmasıyla birlikte bize özü Disney’in çizgi filmine uzanan ‘Üç Küçük Domuzcuk’ şarkısı ile Virginia Woolf’u birleştiren nakaratı duymak kalıyor: ‘Kim Korkar Hain Kurttan?’. Bu diğer bireylerle oynanan oyunları, didişmeyi ve zalimliği açığa çıkaran ezgi, işin boyutunu tüyleri diken diken etmeye kadar götürüyor. Gerçek bir evlilik kurumu yozlaşması olarak anılabilecek bu süreç gerçekten sinir bozuyor. Karakterlere de düzgün gözüken eve de yaklaşma arzusu yaşamamızı engelliyor. Aksine yalanların sınır tanımadığı bir iletişimsizlik platformu yaratıyor.

        Kampüse yeni ayak basan Martha ve George’a göre daha genç ve silik bir çiftin sahneye girmesi ise yalanların ve birbirinden habersizliklerin açığa çıkmasına yol açıyor. Bu tuhaf umursamazlık da çekici hale geliyor. Bir anlamda sevgisizliğin, temassızlığın doruk noktası kesif bir kara komedi veya ironi ile karşımıza çıkarılıyor. Her an birbirini vuracak veya birbirinin üzerine atlayacak esneklikte karakterler görüyoruz. Martha ve George’un oyunları ve nefret ilişkisi, bu durumda büyük rol oynuyor.

        İletişime karşı duran didişme esasları, evliliğin orta yaş döneminin ıssızlığına getirilen Edward Albee yorumunu, o zamanın alkolizm, Vietnam Savaşı, Küba füze krizi gibi sorunlarıyla canlandırıyor. Psikolojik çekişmeye sosyolojik ve politik bir kıyafet giydiriyor.

        Diğer Yazılar