Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrollerinde Nurgül Yeşilçay ile Mert Fırat’ın oynadığı, Erden Kıral’ın yönettiği “Gece”, dağılan bir evlilik, sorunlu, mutsuz karakterler ve parçalanan bir aile üzerine kurulu sert, karamsar bir film

        Film iyi çekilmiş, iyi oynanmış bir sahneyle açılıyor. Gün ortasında kavga eden, hemen ardından da kafayı bulup sevişen bir çifti tanıyoruz ilk sahnede. Daha sonra evli olduklarını, aynı pavyonda çalıştıklarını anlıyoruz. Süsen (Nurgül Yeşilçay) konsomatris, Yusuf (Mert Fırat) korumadır. Yusuf patronuna (İlyas Salman) borçludur. Patronun ise Süsen’e ilgisi vardır. Bu aşk üçgeni filmin en sağlam yanı. Süsen ile Yusuf’un gençlik aşklarının masumluğu da filmi ayakta tutan en önemli duygusal unsur. Ne var ki, film bir aşk hikâyesi gibi değil, parçalanmış bir ailenin dramı gibi kurguluyor kendini.

        YAN ÖYKÜNÜN FİLME ANLAMLI KATKISI YOK

        Hasan Özkılıç’ın “Zahit” adlı romanından sinemaya uyarlanan film, alışageldiğimiz senaryo formatlarına uygun olarak gelişmiyor. Neyin ana öykü, neyin yan öykü olduğu tam olarak belli değil. Mesela Süsen’in örgüt üyesi abisi (Teoman Kumbaracıbaşı) önemli bir karakter gibi filme dahil oluyor ama sonra kaybolup gidiyor. Diğer erkek kardeş Nahit’in (Hakan Yufkacıgil) örgüte girmesi, yakalanması ve açlık grevine başlaması çok çabuk olup bitiyor. Ayrıca romandaki karakterlerin etnik özellikleri, Doğu’da yakılan köylerden göç etmeleri gibi konular filmde vurgulanmıyor. Tüm bunlar “parçalanmış aile dramı” temasına ciddi anlamda derinlik kaybettiriyor. Bu arada konsomatris (Ayça Damgacı) ile pavyon müşterisi şair (Hakan Karahan) arasındaki ilişkiye geniş yer ayrılıyor ama bu yan öykünün filme anlamlı bir katkısı da olmuyor. “Gece” bence ilk 30 dakikasından sonra nereye gittiği belli olmayan bir filme dönüşüyor. Kesin olan tek şey, Süsen’in ana karakter olduğu. Ama onun da hayatındaki yıkımı, çöküşü durdurmak için bir planı yok. Bu da onu arzusuz, hedefsiz, kendini olayların akışına bırakmış pasif bir ana karakter haline getiriyor. Çoğunlukla acı çekiyor, bağırıyor, isyan ediyor ve cinnet getiriyor... Ama öykünün odaksızlığı, dağınıklığı; seyircinin onunla özdeşleşmesini, duygu birliği kurmasını engelliyor. Bu durum, kendini rolüne tutku ve arzuyla verdiği belli olan Nurgül Yeşilçay’ın performansını bence olumsuz yönde etkiliyor. Vildan Atasever’in oynadığı kız kardeş karakteri de olayların akışında acı çeken biri olmanın ötesine geçemiyor. Film iki erkek kardeşin aileye verdiği sıkıntıları anlatıyor ama neden “siyasi” olduklarıyla hiç ilgilenmiyor.

        KIRAL SENARYO ODAKLI SORUNLARA TAKILIYOR

        Erden Kıral’ın asıl amacı belli ki arabesk müzik eşliğinde, şehrin yoksul kenar mahallelerinde, ucuz pavyonlarında geçen enerjik, öfkeli, küfürbaz, gerçekçi bir film seyrettirmek. Karakterleri yakından takip eden hareketli omuz kamerasına, özenli kadrajlarına, montajına, görsel atmosferine hiçbir itirazım yok ama bu anlatım, daha çok hızla akıp giden öykülere uyum sağlar. “Gece”de akan bir öyküden ziyade hayatları sürekli daha da kötüye giden insanların çektiği acılar var sadece. Umutsuzluk ve bu kadar acının üst üste gelmesi seyirciyi bir noktadan sonra perdede olup bitenlere karşı hissizleştiriyor. Özetle “Gece” bence hedefine ulaşmayan talihsiz bir proje olmuş. İyi başlasa da, bir süre sonra yolunu şaşırarak dağılıyor. Erden Kıral gibi usta bir yönetmenin son yıllarda sürekli senaryo odaklı sorunlara takılması kuşkusuz üzücü bir nokta.

        Diğer Yazılar