Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Serinin sonuna yaklaştıkça “Açlık Oyunları”nın günümüz gençlerini nereden ve nasıl yakaladığı daha da netleşiyor. Seri, iktidarı sahibi zenginlerin, yoksulları baskı altında tuttuğu ve sömürdüğü karanlık bir gelecekte geçiyor ama asıl mesele politika ya da devrim değil. Her şey bir genç kızın, yani Katniss Everdeen’in içindeki isyancı ruhla ilgili. Katniss (Jennifer Lawrence) başından beri gönülsüz bir kahraman. Efsane olmak için özel bir çaba gösterdiği söylenemez. Sadece duygularını, içgüdülerini takip ediyor. Kaldı ki, öncelikli amacı hep başkalarını korumak. İlk filmde, kız kardeşinin yerine katılmıştı Açlık Oyunları’na. İkinci filmde, insanlar katledilmesin diye kendisine denilen her şeyi yapmıştı. Üçüncü filmde ise önceliği yine isyan ya da devrim değil, Peeta’nın (Josh Hutcherson) hayatı ve sağlığı. Yeraltı şehri 13. Bölge’de uyandığında, diktatörlüğü yıkmak için kurulmuş ordudan etkilenmiyor bile. Herkes “Aramıza hoşgeldin” diye onu karşılarken o “Peeta’yı neden geride bıraktınız?” diye insanların üstüne yürüyor.

        DÜNYANIN MERKEZİ YİNE KATNISS

        Katniss’i günümüzün gençliğinin gözünde değerli kılan tam da bu tavrı değil mi? Sevdikleri, onun için devrimden önce geliyor. O, akıl değil, duygu insanı. İsyan onun zihninde değil, kalbinde. Sadece ailesini, Gale’i (Liam Hemsworth), Peeta’yı değil yol arkadaşları Haymitch’i (Woody Harrelson), Effie’yi (Elizabeth Banks) de çok seviyor. Herkes onun imajıyla ilgilenirken, o sevdiklerinin iyiliğinden başka bir şey düşünmüyor. “Alacakaranlık”ı genç kızlar için değerli yapan unsurlardan biri, herkesin Bella’yı korumak için rekabete girmesiydi. Bella bir tür prensesti. “Açlık Oyunları”ndaki Katniss de neredeyse dünyanın merkezi konumunda.

        İlk iki filmde iktidar, üçüncü filmde ise isyancılar onun imajını kullanmak istiyor. Ama Katniss’in asıl imajı samimiyeti, başına buyrukluğu ve fevriliği. Günümüzün gençleri de toplumun çizdiği imajlara mahkûm olmayı reddetmiyorlar mı? Kendi kimliklerini, gerçek hayatın, rekabetin ve “savaş”ın içinde duygularını takip ederek bulmak istemiyorlar mı? İlk filmden bu yana çevresindeki bütün büyüklerin ona akıl verdiğini ama Katniss’in bu tavsiyeleri dinleyerek değil, içgüdülerini takip ederek efsane olduğunu düşünürsek, “Açlık Oyunları”nın asıl meselesinin devrim ya da isyan değil, genç bir kızın büyüme öyküsü olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

        BU KEZ CANLI YAYINDA İSYAN VAR

        Tüm bunlar sadece alt metin elbette. Francis Lawrence’ın yönettiği filmde bizi oyalayan yine yüzeydeki aksiyon, gerilim ve heyecan. İlk iki filmde macera duygusu baskındı. Üçüncü film savaş türüne yakın ama imajların, stratejilerin savaşı da öne çıkarılıyor. Katniss’in sürekli film ekibiyle dolaşması, canlı yayında isyana katılması bizi yine serinin vazgeçilmez “reality şov”, mantığına bağlıyor. Diktatör Snow (Donald Sutherland) ve isyancıların liderleri (Julianne Moore ile Philip Seymour Hoffman) arasında, televizyon yayınları aracılığıyla adeta bir satranç oynanıyor. Dengede giden oyunu elbette yine Katniss’in beklenmedik eylemleri, sloganları değiştiriyor. Serinin üçüncü filmi, ilk iki filmden ne daha iyi ne de daha kötü. Sadece onların devamı. Dolayısıyla, yalnızca serinin takipçilerine sesleniyor.

        Diğer Yazılar