Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlk kez geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde gösterilen “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, erkeğin cephesinden bir aşk hikâyesi anlatıyor. Çiğdem Vitrinel’in yönettiği filmde başrolleri Erdal Beşikçioğlu ile Sezin Akbaşoğulları oynuyor.

        Çiğdem Vitrinel, 2011’de Antalya Altın Portakal’a katılan ve dikkat çeken ilk filmi “Geriye Kalan”da eşini aldatan erkeğin hikâyesine her iki kadının cephesinden bakıyordu. Yeni filminde ise erkeğin bakış açısından anlatılan bir aşk öyküsünü görselleştiriyor. Film, İlhami Algör’ün romanını temel alıyor. Ama Çiğdem Vitrinel ile Ceyda Aşar’ın özellikle olay örgüsü ve öykü konusunda romandan bağımsız bir senaryoya imza attıklarını belirtelim. Bir erkeğin ruh hallerini yakalamak ve yansıtmak konusunda ise romanın rehberliğine başvurulduğu belli.

        Kendi deyimiyle “henüz hiçbir kitabı yayımlanmamış bir yazar” olan Arif’i (Erdal Beşikçioğlu) sevgilisini duygusal olarak tatmin edemediği, yürütemediği bir ilişki içinde tanıyoruz önce. Hayata tutunmakta güçlük çeken Arif, kadınlarda ne aradığını bilmeyen, yolunu kaybetmiş bir erkek. Kendine güvenli, gizemli Müzeyyen (Sezin Akbaşoğulları) ise ilk andan itibaren Arif’i etkisi altına alıyor ve kadınlar konusundaki ezberini bozuyor; onu klişeleşmiş düşünceleriyle yüzleştiriyor. Arif, Müzeyyen’le birlikte ergen erkeklik hallerinden sıyrılmaya, gerçek aşkı yaşamaya başlıyor. Lakin, “aşkın ikinci yarısı”nda onu, alışık olmadığı korkular, acılar, rekabet ve kıskançlık bekliyor.

        ERKEĞİN ZAAFLARI, KORKULARI

        “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”nun en hoş yanı, bir erkeğin aşkta yenilgiyi yaşayarak olgunlaşmasını anlatması. Senaryo erkeğin kadının bağımsızlığından duyduğu bilinçdışı korkuyu, özgüvensizliğini ve zaaflarını da bence samimi bir biçimde yansıtıyor.

        Filmin sevdiğim bir başka yanı da anlatımı oldu. Çiğdem Vitrinel, “minimalizm” ile “aşırı duygusallık ve gösteriş” arasında gidip gelen sinemamıza Amerikan bağımsızlarını hatırlatan biçimci bir tavır getiriyor. İçi boş bir biçimcilik değil bu. Vitrinel, ana karakterin bakış açısını görselleştiren bir anlatım hedefliyor. Öyküyü daha çok onun gözüyle takip ediyor; duygularını, acılarını bire bir hissediyoruz ama yine de aramızda bir mesafe var. Özellikle finalde ne karar vereceğini kestiremiyoruz. Vedat Özdemir’in yaratıcı ve şık görüntü çalışmasından da destek alan filmin kusuru, buram buram edebiyat kokması. Ama erkeğin aşk acılarını kadın düşmanlığı yapmadan ve erkekliğe övgü düzmeden anlatması itibarıyla bence kayda değer bir film.

        'Salon' deyip geçme!

        Tecrübeli Ingiliz yönetmen Ken Loach’un yeni filmi “Özgürlük Dansı” (Jimmy’s Hall), 1930’lardaki Büyük Bunalım dönemini yansıtan, siyah beyaz belgesel karelerle başlıyor. Işsizlik nedeniyle ABD’den anavatanı Irlanda’ya dönen sosyalist Jimmy Gralton (Barry Ward), yörenin gençlerinin ve arkadaş çevresinin ısrarıyla yıllar önce kapattığı dans salonunu yeniden açıyor. Kilise başta olmak üzere yerel yöneticiler ve sağcı politikacılar salonun kapatılması için baskı uygulamaya başlıyorlar... Yaşanmış bir hikâyeden önce tiyatroya sonra da sinemaya uyarlanan “Özgürlük Dansı”, 78 yaşındaki Ken Loach’un Irlanda işçi sınıfına ve sosyalistlere selam gönderdiği duygusal bir film. Loach’un klasik sinema klişelerine ve romantizme en çok kapıldığı filmlerden biri olan “Özgürlük Dansı”, Irlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA) emekçilerin mücadelesindeki pasif tavrını ve milliyetçilerle olan işbirliğini de eleştiriyor. Jimmy ve onun mücadelesi, Katolik Kilisesi başta olmak üzere herkes için bir tür vicdan sınavına dönüşüyor. Özellikle Jim Norton’ın canlandırdığı rahip Sheridan, anahtar bir karakter. Film, bir insan olarak Jimmy’nin psikolojik portresine, iç dünyasına yer vermektense daha çok bir kahramanlık güzellemesi yapmayı tercih ediyor. Beyazperdede gördüklerimizin gerçekten yaşanmış olması bu güzellemeyi seyirci için de anlamlı ve etkileyici kılıyor. Ama en iyi Ken Loach filmlerinden biri olmadığını da söylemek zorundayım.

        Diğer Yazılar