Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        En iyi komedi – müzikal dalında Altın Küre’ye aday olan “Benim Komşum Bir Melek” (St. Vincent) sahici karakterleriyle öne çıkan ve hepimizin hayatındaki ünsüz, sıradan azizleri hatırlatan duygusal ve eğlenceli bir film

        BAŞTA kumar, içki olmak üzere her tür kötü alışkanlığa sahip müsrif ve aksi ihtiyar Vincent (Bill Murray), mali sorunlar yaşamaktadır. Kocasından ayrılarak yeni bir hayat kurmaya çalışan komşusu Maggie’nin (Melissa McCarthy) 12 yaşındaki oğlu Oliver’a (Jaeden Lieberher) bakıcılık yapmaya başlar. Alternatif bir bakıcıdır. Ona kavga etmeyi, at yarışlarında bahis oynamayı öğretir, hatta bara dahi götürür. Oliver ise hayatından memnundur. Vincent hâlâ insanlara bir şeyler verebileceğini anlarken, o da yeni deneyimler edinerek büyümesini sürdürür. Ama işler Vincent için giderek kötüleşmektedir...

        İYİMSER AMA HAYALCİ DEĞİL

        Benzerlerini çok gördüğümüz türden bir “kendini iyi hisset filmi” olsa da, “Benim Komşum Bir Melek”i hiç sıkılmadan ve eğlenerek seyrettim. Bunun nedenlerinden biri, kuşkusuz Bill Murray. Herkese ters giden, asık suratlı, antipatik karakterleri oynamakta ustadır Murray. Onun hiç kimseyi umursamayan inatçı hallerini ilk filmlerinden bu yana her zaman çok komik bulmuşumdur. Yönetmen Theodore Melfi, onun tüm bu özelliklerinden maksimum fayda sağlayan bir öyküyle çıkmış yola. Vincent, tembel ve avantacı görünüşünün aksine, işleri yoluna koymak için aslında elinden geleni yapan biri. Kötü görünmeyi çok sevmesine rağmen iyi biri olduğunu saklayamıyor oluşu da eğlenceli. Aslında farklı bakış açısıyla bir aziz dahi kabul edilebilir. Filme İngilizce orijinal adını da veren zaten bu “aziz olma” meselesi. Oğlunu iyi yetiştirebilmek için elinden geleni yapan Maggie ve bebek bekleyen Rus fahişe Daka (Naomi Watts) için de hayat hiç kolay değil. Ama bir araya gelip yardımlaşmaya başladıklarında işler hepsi için biraz daha kolaylaşıyor. Film, başkalarına yardım eden herkesin kendi çapında bir aziz olarak kabul edilebileceği fikrini savunuyor.

        Senaryoyu da yazan Melfi, iyimser, iyi niyetli bir film çekse de mucizevi, hayalci yaklaşımlardan uzak duruyor. İnsanları birbirine bağlayan o görünmez sevgi bağını hissettirmekle yetiniyor ve hedefine ulaşıyor. Gülüyor, hüzünleniyor hatta “en duygusal” yerinde gözlerinizin yaşarmasına engel olamıyorsunuz.

        NAOMI WATTS ‘RUS FAHİŞE’DE ÇOK İYİ

        Tüm bunlarda karakterlerin sahiciliği önemli bir rol oynuyor. Bebek bekleyen Rus fahişe Daka’da beden dili ve aksanıyla daha önce hiç görmediğiniz bir Naomi Watts seyrediyorsunuz. Jaeden Lieberher boyundan büyük bir performansa imza atarken, her inanca saygılı Katolik öğretmende Chris O’Dowd da hoş bir kompozisyon çiziyor. “Benim Komşum Bir Melek” iddiasız, mütevazı bir film. Ama inandırıcı karakterlerin yer aldığı, iyi vakit geçireceğiniz bir film seyretmek istiyorsanız tavsiye ederim.

        Filmin notu:6.5

        Bir zamanlar Çeçenistan’da

        OSCAR’LI “Artist”in Fransız yönetmeni Michel Hazanavicius, “Arayış”ta (The Search) bizi bu kez 1999 yılına götürüyor. Rus birliklerinin “anti – terör operasyonu” altında Çeçenistan’a girdiği günlerde geçen film, Rus askerlerinin iki masum sivili öldürdüğü bir sahneyle açılıyor ve üç koldan ilerliyor. Annesini babasını kaybeden küçük Hacı (Abdul Khalim Mamutsiev), tek başına şehre gidiyor ve orada Avrupa Birliği adına çalışan Fransız Carol (Berenice Bejo) ile karşılaşıyor. Ablası Raissa (Zukhra Duishvili) da onu arıyor. Hacı ve Raissa’nın öyküsüyle birlikte Çeçen halkına yardımcı olmaya gayret eden iki Batılının Carol ve Helen’in (Annette Bening) çaresizliğini de izliyoruz. Hikâyenin üçüncü kolunda ise zorla askere alınan Kolia’nın (Maksim Emelyanov) Rus ordusunda yaşadıkları var. Bu bölümlerde genç askerlerin gördüğü işkence ve Kolia’nın bir katile dönüşüm süreci anlatılıyor. 1948 yapımı aynı isimli Fred Zinnemann filminden de esinlenen “Arayış”ın temel sorunu, üç koldan ilerlerken hiçbirinde tam anlamıyla derinleşemiyor oluşu; şablon karakterler ve durumlar yaratmaktan öteye geçememesi... Sağlam bir dramdan ziyade, daha çok duygusal bir tepki filmi var karşımızda. Belli ki Hazanavicius’un hedefi, Çeçenistan’da olup bitenleri hatırlatarak Rusya’nın bugün hâlâ süren askeri operasyonlarını gündeme getirmek. İkinci hedefi ise AB ve BM gibi kurumların bölgesel savaşlara daha çabuk tepki vermesi gerektiğini vurgulamak. Filmin etkileyici sahnelerinden biri, Carol’un AB’de yaptığı konuşma. Dünyanın dikkatini Çeçenistan’a çekmeye çalışan Carol’un karşısındaki ilgisiz, kayıtsız yüzler, seyirciyi öfkelendiriyor ama bir ayna da tutuyor. Sonuçta ateş düştüğü yeri yakıyor, dünyanın geri kalanı ise çoğunlukla seyrediyor.

        Filmin notu:6

        Diğer Yazılar