Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Pastoral Amerika” (American Pastoral), 1960’lı yılların Amerika’sına varlıklı bir ailenin cephesinden bakıyor. Ewan McGregor’un başrolünde oynadığı ve yönettiği film, kızı terör eylemlerine karışan bir babanın trajedisine odaklanıyor

        FİLMİN NOTU: 6

        AMERİKALI ünlü yazar Philip Roth’un, 1998 yılında Pulitzer Ödülü kazanan romanından John Romano tarafından sinemaya uyarlanan “Pastoral Amerika”, 1990’lı yıllarda bir lise mezunları toplantısında açılıyor ve “flash-back” ile 1960’lara uzanıyor. “Swede” (İsveçli) lakaplı Levov (Ewan McGregor) lisede efsane olan yakışıklı bir sporcudur. Güzellik kraliçesi seçilmiş Dawn (Jennifer Connelly) ile evlenir, babasının eldiven atölyesini devralıp şehir dışında bir çiftliğe yerleşir. Kızları Merry’nin (Dakota Fanning) konuşma güçlüğü dışında görünürde hiçbir sorunları yoktur. Ama ülke, huzurlu değildir. Hükümetin ırkçı politikaları ve Vietnam savaşı, ABD’yi kaynayan bir kazana çevirmiştir. Çocukken dahi vicdani hassasiyetiyle dikkat çeken Merry, genç yaşta politize olup radikalleşir. Yörede yaşanan bir bombalama olayından sonra FBI, Merry’nin peşine düşer ve Levov Ailesi’nin hayatı kararır...

        68 RUHU KAYIP

        Film, 1960’lı yılların Amerika’sına ve “1968 ruhu”na varlıklı bir Yahudi ailenin cephesinden bakıyor. Kuşkusuz bu perspektiften kayda değer gözlemler yapılabilir. Kaldı ki, romanın aldığı olumlu eleştiriler Philip Roth’un kâğıt üzerinde bu meselenin hakkını verdiğinin açık ispatı. Ama film konusunda aynısını söylemek zor. McGregor, Merry’nin radikalleşmesini vicdani bir mesele olarak değil ailenin huzurunu yok eden bir süreç olarak filme yerleştirirken ‘68 ruhunu bombacı teröristlere indirgiyor. Merry’nin radikal arkadaşı Rita (Valorie Curry) da yalancı, sorunlu bir karakter. Swede ise hep masum ve saf. Film, demokrat, liberal patron Swede ile işçilerinin politik olarak doğru bir yerde durduğunu, isyanın ise aşırılık olduğunun altını çizmeye çalışıyor sanki.

        EKSİK KALAN TEMALAR

        McGregor, ilk yönetmenliğinde hikâyeyi ele alırken, Amerikan rüyasının tersine dönmesini öne çıkaramıyor. Geniş kırlarda “pastoral Amerika” imgesinin içinde koşturan bir kız çocuğunun “karanlığa yolculuğu”nun nedenlerini de galiba ıskalıyor... Merry filmde burjuva konforuna ve vicdan anlayışına isyan eden bir karakterden ziyade nankör, dengesiz bir çocuk olarak tasvir ediliyor. Terapistin (Molly Parker) Merry’nin konuşma güçlüğünün nedenlerini açıklarken öne sürdüğü tez, filmde yeterince işlenemiyor. Kaldı ki, film boyunca Swede ile eşinin kendilerini savunduğu diyaloglar daha güçlü ve anlamlı dururken, aile birliğini çökerten Merry duyarlılıktan yoksun bir radikal olarak resmediliyor.

        FİNAL SAHNESİ ETKİLEYİCİ

        Finalde dile getirilen ve “kimse kimseyi tam olarak anlayamaz” şeklinde özetlenebilecek fikrin iyi ele alındığını da düşünmüyorum. Belli ki romanın McGregor’u çeken yanı, evladından asla vazgeçmek istemeyen bir babanın inadı ve kararlılığı... Dolayısıyla, film tümüyle bu meseleye odaklanıyor ve Swede’in çöküşü duygusal bir Amerikan trajedisine dönüşüyor. Beğenmediğim yanlarına karşın “Pastoral Amerika”nın hikâyesinden gelen bir çekiciliği olduğunu ve kendini sonuna kadar ilgiyle seyrettirdiğini belirtmeliyim. Özellikle Swede ile Merry’nin yıllar sonraki karşılaşmaları ve final sahnesinden etkilendiğimi, ayrıca tüm oyuncuların inandırıcı karakterlere imza attığını da söylemem gerek.

        Diğer Yazılar