Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gösterime giren “Jackie” vesilesiyle kadınları temel alan biyografik filmleri hatırladık. İkibinli yıllarla sınırlı tuttuğumuz seçkide, kraliçe, sanatçı ve yazarın yanı sıra bir seri katilin hikâyesi de yer alıyor.

        TATLI BELA2000

        (Erin Brockovich) Yönetmen: Steven Soderbergh Bir avukatlık bürosunda çalışan Erin Brockovich, patronundan aldığı dosyayı kendi çabalarıyla araştırır.

        Pacific Gaz ve Elektrik Şirketi’nin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararları kanıtlayacak belgeler bulur. Hayatın içinden gelen, fevri ve açık sözlü bir kadın olan Erin ilk bakışta bir kahraman gibi görünmese de yaptıklarıyla ABD’nin gönlünü fetheder. Julia Roberts, mizahi bir yorum getirdiği Brockovich ile Oscar kazandı.

        IRİS 2001

        Yönetmen: Richard Eyre Hafızasıyla birlikte düşüncelerini, kelimelerini kaybeden ve “karanlığa yelken açan” bir yazar...

        Film İrlandalı yazar Iris Murdoch’un Alzheimer’ın pençesine yakalandığı günlerden gençliğine kadar uzanıyor. Öykünün odağında Murdoch’un eşi John Bayley ile olan ilişkisi var. Hastalık sinsi ilerleyişini sürdürürken her ikisi de geçmişle yüzleşiyor. Sadece Iris değil, Bayley de ruhsal bir sarsıntı geçiriyor.

        FRİDA 2002

        Yönetmen: Julie Taymor

        Sanatçı biyografileri kolay değildir. Hayranları filmle sanatçının eserleri arasında duygusal bağ kurmak ister. Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun hikâyesini anlatan “Frida” bunu başarıyor... Yönetmen Taymor, Kahlo’nun yaşadığı fiziksel acılara sanat ve hayal gücüyle karşı koymasını etkili bir sinema diliyle anlatıyor. Film, Kahlo’nun resimlerinin havasını taşıyor. Hayek de Kahlo’nun efsane kişiliğinin altında ezilmeden yaşadıklarını inandırıcı bir şekilde yansıtıyor.

        CANİ 2003

        (Monster) Yönetmen: Patty Jenkins

        Seri katil Aileen Wuormos’un hikâyesi... Para karşılığı erkeklerle ilişki kuran Aileen, yedi kişinin katili olarak yakalanır. Öldürdüğü erkeklerin kendisine saldırdığını söyler... “Cani” başlığıyla Wuornos’u peşinen yargılarmış gibi görünen film, aslında tam aksi yönde ilerliyor. Tarafsız, gerçekçi ve önyargısız bir tavırla Wuornos’u katil haline getiren travmatik çocukluğunu ve hayatını sorguluyor. Charlize Theron’un Oscar’a uzanan performansı görmeye değer.

        KRALİÇE 2006

        (The Queen) Yönetmen: Stephen Frears

        Prenses Diana’nın ölümünden sonraki günlerde Kraliçe II. Elizabeth ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasında, kapalı kapı- lar ardında yaşanan çatışma ve gerilimin bu kadar iyi bir filme dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi ki? Frears, Peter Morgan’ın şahane senaryosu ve Helen Mirren’in Oscar’a da uzanan olağanüstü oyunculuğunun yardımıyla İngiliz toplumunun derin fay hatlarını gözlemleyen bir film çıkarıyor ortaya. İngiltere Kraliçesi, bildiğimiz imajının dışında daha önce galiba hiç bu kadar sahici anlatılmamıştı.

        KALDIRIM SERÇESİ 2007

        (La Vie en Rose) Yönetmen: Olivier Dahan

        Çocukluğu, yoksulluk ve hastalıklar içinde bir genelevde geçti. Ama bir gün bir şarkı söyledi ve hayatı değişti. Küçük kızın sesi muhteşemdi... Öyle ki tüm dünyanın tanıdığı bir efsane oldu. Film, bütün bu süreci duygusallıktan kaçınmayan bir sinemayla anlatırken Piaf’ın çocukluğunu asla aklı- mızdan çıkarmamamızı sağlıyor. Filmin en büyük kozu ise Marion Cotillard’ın seyirciyi alıp götüren ve Piaf’ın ruhundaki derin acılara sızmamızı sağlayan Oscarlı müthiş oyunculuğu...

        PERSEPOLİS 2007

        Yönetmen: Vincent Paronnaud, Marjane Satrapi

        Marjane Satrapi’nin 1969’da doğduğu İran, modern bir ülkeydi. İran halkı şahı devirmeyi başardı ama devrim kısa sürede mollaların kontrolüne girdi ve İran, vatandaşlarının yaşam tarzlarını zorla değiştiren bir ülkeye dönüştü. İran artık Satrapi’nin çocukluğunu geçirdiği ve çok sevdiği o ülke değildi... “Persepolis” bütün bu süreci sade ve gösterişsiz bir üslupta, siyah beyaz bir animasyonla anlatıyor.

        JULİE& JULİA 2009

        Yönetmen: Nora Ephron

        Aynı tutkuyu 50 yıl arayla paylaşan iki kadının hikâyesi... Julia Child, 1950’lerin Paris’inde erkek şeflerin dünyasında Fransız mutfağını öğrenmek için pes etmeden mücadele eder. Julie Powell ise 2000’lerin New York’unda Julia Child’ın Fransız mutfağı kitabındaki tariflerini pişirir ve deneyimlerini blogunda paylaşır. Her iki kadın da tutkularının peşinden giderken inatçı ve kararlıdırlar. Nora Ephron’un senaryoyu Child ve Powell’ın kitaplarından yola çıkarak yazdığını belirtelim.

        PARLAK YILDIZ 2009

        (Bright Star) Yönetmen: Jane Campion

        Fanny Brawne, gücünü aşktan alan genç bir kadındı. O yıllarda adı duyulmamış bir şair olan John Keats’i, toplumsal önyargılara meydan okuyarak sevmişti. Ekonomik zorluklarla mücadele ederek, 25 yaşında öldükten sonra efsane olan Keats’e sahip çıkmıştı. Fanny’yi tanımak, aşkın ve kadınlığın gücüne şahit olmakla aynı şey... Ancak bir kadın yönetmenin kalbinden ve zihninden çıkabilecek kadar duyarlı ve dokunaklı bir film.

        SAVİNG MR. BANKS 2013

        Yönetmen: John Lee Hancock

        P. L. Travers, “Mary Poppins”in film haklarını Walt Disney’e satmamak için yıllarca direndi ve sonra bir gün imzayı atıverdi... Film, bu imzanın gerçek hikâyesini anlatırken Travers’in Avustralya kırsalında geçen çocukluk yıllarına kadar uzanıyor, babasıyla olan ilişkilerinin keşfine çıkıyor. Travers romanının haklarını savunurken sadece yazar kimliğini ya da eserini değil, çocukluğunu ve babasını koruyor aslında... Özellikle finaliyle çok dokunaklı bir baba-kız öyküsü...

        Diğer Yazılar