Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrollerinde Charlize Theron ile Javier Bardem’in oynadığı, Sean Penn’in yönettiği “Gerçeğin İki Yüzü” (The Last Face), Afrika’da sürüp giden iç savaşlar sırasında iki yardım gönüllüsü arasında yaşanan aşkı anlatıyor

        Dünyanın geleceğiyle ilgili en iyimser tahminlerde bulunanlar dahi söz Afrika’ya gelince duraksar... Bitmek bilmeyen iç savaşlar ve cehaletle birleşen kontrolsüz şiddet, kıtayı yıllardır içten içe kemiriyor. Bir zamanlar kıtayı ve doğal zenginliklerini aralarında paylaşan Batı ülkelerinin Afrika’nın geri kalmışlığındaki payı yadsınamaz. Buna karşılık, özellikle orman kanunlarının geçerli olduğu Afrika ülkelerinin, çözüm için Birleşmiş Milletler ve Batı’ya ihtiyaç duyduğu kesin. Peki, vicdan sahibi bir Batılı, Afrika’ya gerçekten nasıl yardım edebilir? “Gerçeğin İki Yüzü” biraz da bu soruya yanıt arıyor. Filmdeki iki Batılı, iki farklı yaklaşımı temsil ediyor.

        İDEALİSTİN DÖNÜŞÜMÜ

        Babasının kurduğu uluslararası bir yardım ajansının sahibi ve yöneticisi Wren (Charlize Theron), kıtanın farklı ülkelerinde yaşadığı deneyimlerin ardından, kendini işlevsiz hissetmeye başlıyor ve Batı ülkelerinin Afrika için radikal önlemler alması gerektiğini düşünüyor. Birleşmiş Milletler’de katıldığı bir toplantıda, Afrika’ya ayrılan maddi fonlarla gerçekleştirilen işleri basına açıklarken bardağın dolu yanını değil boş yanını göstermekten yana olduğunu belirtiyor. Ona göre, yapılanların kıtaya kalıcı bir yararı yok. Babasının izinden giden Wren, Afrika’ya geldiği ilk günlerde böyle düşünmüyor aslında. Ama bir noktadan sonra ne işe yaradığını sorgulamaya başlıyor. Sözgelimi, bir sahnede çocuğu olmadan yaşamak istemeyen bir kadına tıbbi müdahale etmekte tereddüt ediyor. İspanyol cerrah Miguel Leon (Javier Bardem) ise “büyük resmi görmek” ya da sorgulamaktan değil, sadece işini yapmaktan yana. Hem de tam bir adanmışlıkla... Wren ve Miguel’in birbirlerine âşık olmaları, bir süre sonra aralarındaki anlaşmazlığı derinleştiriyor.

        HİKÂYE KURGUSUNUN FİLME FAYDASI YOK

        Erin Dignam’ın senaryosu, Wren ile Miguel’in yıllar sonra yeniden bir araya geldiği günlerde başlayıp geçmişe dönüş sahneleriyle gelişiyor. Neden ayrıldıklarını ve aralarındaki çatışmanın hangi olaydan kaynaklandığını merak etmemiz isteniyor. Ne var ki, böylesi bir hikâye kurgusunun filme yararı olmuyor. İki karakter arasındaki fikir ayrılığının iyi geliştirilememesi bir yana, Afrikalıların yaşadığı onca sorunun ortasında varoluş bunalımları yaşayan “iki Batılı âşığın” öyküsü açıkçası itici geliyor. Batı’nın geçmişten gelen sömürgeci ve ikiyüzlü tavrı da eleştirilmiyor. Batılı gözüyle çekilen Afrika filmleri klişeleri neredeyse bire bir uygulanıyor.

        YAN KARAKTERLER SİLİK KALIYOR

        En önemli sorunsa yönetmen Sean Penn’in anlatımının, ele alınan meselenin özüyle çelişen aşırı bir süslülük içinde olması... Penn, yeterince çarpıcı ve vurucu olan olayları daha da abartan, bir “hızlı kurgu sineması”na yöneliyor. Reklam filmi yönetmeni gibi davranıyor. Seyirciyi duygulandırmaya yönelik aşırı müzik kullanımı da rahatsız edici. Ele aldığı konunun ağırlığıyla klişeleri cilalayan gösterişli anlatımı arasındaki çelişki, filmin notunu düşürüyor. Penn, daha sade bir anlatımla daha etkili olabilirdi. Filmin bu haliyle de Afrika’da yaşananlar üzerine bizi düşündürmeyi becerdiği kesin. Bunda Charlize Theron ve Javier Bardem’in oyunculuklarının payı büyük. Son olarak, Adele Exarchopoulos ve Jean Reno gibi isimler tarafından canlandırılan diğer karakterlerin çok silik kaldığını belirtelim.

        Diğer Yazılar