Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Martin McDonagh’ın yazıp yönettiği, 7 Oscar adayı “Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri” (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri), öldürülen kızının katilinin bulunması için bölge polisini köşeye sıkıştıran Mildred’in öyküsünü anlatıyor

        İNSANLARIN mükemmel olmak istemediği, başkaları için en doğrusunun ne olacağını düşünmediği anlar vardır. Bazen herkes derdine odaklanır ve öfkesini boşaltmak ister. “Üç Billboard...” da böylesi durumlarla sıkça karşılaşıyoruz. Başta Mildred (Frances McDormand) olmak üzere filmdeki karakterler duygularıyla hareket ediyor, davranışlarının doğuracağı sonuçları pek düşünmüyorlar. Karşısındakinin damarına basmaktan, hatta fiziksel saldırıya ya da daha ileri noktalara kadar gitmekten çekinmiyorlar.

        Gerçek hayatta da bazen böyle değil midir? Canımız çok yandığında doğru ya da yanlış olduğunu hiç düşünmeden içimizden geleni yapmaz mıyız?

        Kızının tecavüz edilerek öldürülmesi ve polisin suçluyu bulamaması üzerine Mildred’in şehir dışındaki üç billboard’u kiralaması, öfkeli ama anlamlı bir tepki... Billboardlarda küçük düşürülen polis şefi Willoughby’nin (Woody Harrelson) katili bulmak için elinden gelen her şeyi yapması ve kanser hastası olması Mildred’i ilgilendirmiyor. O bir anne ve adalet istiyor.

        Tam da bu noktada, “Üç Billboard...” un pes etmemenin erdemleri üzerine çekilmiş bir Amerikan filmi olduğunu düşünmeyin. “Üç Billboard...” polisiye değil. Bir cinayetin kara delik misali insanları saldırganlığın içine çekmesiyle ilgili bir film. Peki ama tırnak delmeyle, pencereden adam atmalar ve molotofkokteylleriyle sürüp giden bu cinnet zincirinden bir çıkış var mı?

        BİR BAŞYAPIT DEĞİL AMA…

        Mildred’in rahibi evden kovduğu ya da ilahi adaletsizlikten dem vurduğu sahnelerden de anlaşılacağı gibi yönetmen Martin McDonagh’ın çözümü dinde, inançta aramadığı kesin. Filmin “sürpriz bilge adamı” nın yaptığı sakinlik çağrısı, yani Dixon’un (Sam Rockwell) adeta öbür dünyadan gelen o mektubu okuduğu sahne bir dönüm noktası.

        İflah olmaz diye düşündüğümüz Dixon, bir insanın kendini gerçekten anladığını, koruduğunu ve sevdiğini hissedince sakinleşiyor. McDonagh sakinleşme anındaki o huzur ve kararlılığa çekiyor dikkatimizi, “Birbirimizi anlamaya çalıştıktan sonra gerisi kolay” demeye getiriyor. Kaldı ki, Mildred-Willoughby ilişkisi filmin çözüm anahtarı gibi...

        McDonagh, duygusal patlamaları, öfke nöbetlerini ironik bir tonda insanlar arasında bir iletişim biçimi gibi yazmış. Bazen özür dilemenin, çoğu durumda ise karşılıklı anlayış ve sessizliğin ortalığı sakinleştirmesi önemli. Filmde her şeyiyle kötü olan yegâne karakterin Ortadoğu’da savaşırken muhtemelen tecavüz suçu işlemiş biri olması tesadüf değil. Akılla, hukukla yönetilmeye çalışılan bir dünya bu... Ama hepimiz biliyoruz ki adaletsizlik her yerde ve akılcılık, yaşanan şiddet çılgınlığını önlemiyor. Bölgedeki ırkçı, ayrımcı iklimi hissetiren McDonagh akılcılık ve sivil ikiyüzlülük yerine kontrollü bir öfke ve empati öneriyor...

        Finalde “Mildred’in yerinde olsak ne yaparız?” diye düşünürken kendimizle yüzleşiyoruz. Mildred’i “adalet peşindeki kovboy John Wayne” olarak yorumladığını söyleyen McDormand, Rockwell ve Harrelson’un oyunculuklarıyla da öne çıkan “Üç Billboard” bence bir başyapıt değil ama kafamızı karıştırmaktan çekinmeyen, iyi yazılmış, iyi çekilmiş bir film.

        Filmin Notu:7.5

        Diğer Yazılar