Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        1986 yapımı ilk film, dönemin unutulmaz gişe ‘hit’lerinden biridir. Havacılık veya savaş uçağı pilotluğunu konu alan filmlerden, Tom Cruise’un yıldız kişiliğinden ve 1980’lerin popüler sinemasından söz ederken ‘Top Gun’ı atlamanız mümkün değildir.

        Yapımcı Jerry Bruckheimer’ın New West dergisinde gördüğü haberden yola çıkarak Jim Cash ve Jack Epps Jr.’a yazdırdığı senaryo, yönetmen Tony Scott’un ellerinde 1980’li yıllar sinemasının görsel karakterini yansıtan son derece şık ve biçimci bir aksiyon filmine dönüşür. Günbatımı ışığındaki çekimleri, tele objektifli planları, hız duygusunu yansıtan montajıyla ‘Top Gun’, daha önceki hiçbir havacılık filmine benzemez. Babalarının devrinden kalma uçuş filmlerine burun kıvıran genç seyircilerin hayran kaldığı ve uzun yıllar unutamadığı bir film olur. Geçmişteki benzerlerinden ayrılan yanı, hikâyesinden ziyade yönetmenliği ve çekimleridir.

        İlkinden 36 yıl sonra karşımıza gelen ‘Top Gun Maverick’in hedefi de çok farklı değil. Özellikle, kullanılan çekim teknikleri açısından gelmiş geçmiş en iyi havacılık filmini gerçekleştirmek için yola çıkıldığı çok belli.

        ‘Tron’ (2010), ‘Oblivion’ (2013) ve ‘Only the Brave’ (2017) gibi filmleriyle tanıdığımız yönetmen Joseph Kosinski, ‘Neden yeni bir Top Gun filmi çekmeliyiz?’ sorusunun yanıtını merak eden Tom Cruise’a yaptığı ilk sunumda, hedefini ‘Her şey gerçek olacak, bilgisayardan çıkma görüntüler kullanmayacağız’ diye özetlemiş. Risk içeren sahnelerde dublör kullanmayı sevmeyen, çekimlerde kendini zorlamaktan hoşlanan ve aksiyon türünde gerçekçilik duygusunu önemseyen Tom Cruise’u ikna eden bir yaklaşım olmuş bu…

        Sonuçta, pilotluk ehliyeti olan ve ‘Top Gun Maverick’in genç oyuncularına sadece filmde değil gerçek hayatta da uçuş eğitimi vermeyi görev edinen bir oyuncudan söz ediyoruz. Belki kameranın arkasına geçmiyor ama ‘Mission Impossible’ serisinden bildiğimiz gibi Tom Cruise’un, yapımcı ve star olarak Marvel ile DC’nin domine ettiği çağdaş aksiyon sinemasında eski usul saf aksiyon duygusunu korumak istediğini anlamak zor değil.

        ‘Top Gun: Maverick’ her şeyiyle Tom Cruise’un aksiyon tarzına uygun bir film. Kendi adıma bilgisayar kökenli görüntülerle hiçbir sorunum yok. Ama Christopher Nolan gibi her şeyi post prodüksiyonda çözmek yerine aksiyon duygusunu çekimlerde oluşturmaya çalışan yönetmenlerin işlerini seviyorum. ‘Top Gun: Maverick’ işte tam da bu kafada planlanıp çekilmiş bir film.

        Teknolojinin geldiği aşamada seyirciler ve eleştirmenlerin dijital efektle gerçek çekimler arasındaki farkı detaylarına varana kadar anlaması kuşkusuz mümkün değil. Kaldı ki, en gerçekçi filmlerin bile yeri geldiğinde dijital müdahalelere ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Ama organik ve hormonlu gıdalarda olduğu gibi bir şekilde farkı hissediyoruz.

        ‘Top Gun: Maverick’ resimli roman estetiğinde, gökyüzünde animasyon tadında gerçek dışı fantezi görüntüler seyrettiğimiz bir havacılık filmi değil. Kameranın pilota kilitlendiği çekimler başta olmak üzere sahici bir tarzı var. Gerçi gökyüzündeki ‘it dalaşı’ sahnelerinde inanılmaz şeyler olup bitiyor, uçakların havada adeta bale yaptığı bazı çekimlerin nasıl gerçekleştirildiğini anlamakta zorlanıyoruz. Kuşkusuz, dijital efektsiz bir film çekmek bugünün sinemasında zor ama ‘Top Gun: Maverick’ organik bir aksiyon filmi izlenimi veriyor.

        REKLAM

        Kosinski ve görüntü yönetmeni Claudio Miranda’nın hava çekimlerinde, uçağın içinde pilotun karşı açısına gelecek şekilde kokpite kilitlenmiş, farklı lenslerde farklı kadrajlar veren 6 tane Sony Venice marka kamera kullandığını set fotoğraflarında görüyoruz. Buna Extension System adını veriyorlar. Bildiğimiz ağır IMAX kameraları değil ama IMAX sistemine uyumlular.

        Peki, sonuç? Arka fon dahil kadrajdaki her şey gerçek. Hatta uçağın burnunu yukarı dikip hızla uçan pilotların yaşadığı baş döndürücü, katlanılması zor G kuvveti de gerçek... Yani, ‘Top Gun: Maverick’ birçok yönetmen ve sinemacının ‘Ne gerek var o kadar zorluk çekmeye? CGI ile aynısını daha ucuza yapabiliriz’ diyerek burun kıvırabileceği eski usul gerçekçi aksiyon sahnelerine sahip.

        Tüm bunların seyirciye yansımasının ne olduğu sorusuna kendi adıma vereceğim yanıt olumlu. Havada geçen sahnelerde uçağın içinde pilotun karşısında sıkı sıkıya kilitlenen o sabit kameraların verdiği sahicilik duygusunu CGI ile çekilmiş başka bir filmde bulmak zor. Tuhaf ama kokpite takılı kameranın sabitliği ve kısıtlayıcı yanı, bence film için estetik avantaja dönüşebiliyor.

        Motorsikletin üzerindeki Maverick’in pistten havalanmak üzere olan bir F-18 ile yarıştığı sahne de güzel… Kosinski’nin 40 kez tekrar yaptığı bu çekim, arka fondaki günbatımına kadar gerçekten her detayıyla iyi ve söylenene göre kayda değer bir dijital müdahale içermiyor.

        Sonuçta, yapımcılar ve yönetmen Kosinsski’nin başlangıçta koydukları hedefe ulaştıklarını ve teknik anlamda gelmiş geçmiş en iyi havacılık filmini çektiklerini düşünüyorum. ‘Top Gun Maverick’in mükemmel bir ses çalışmasına sahip olduğunu ve ses faktörünün filme çok şey kattığını da belirtmek isterim.

        Hikâyeye geldiğimde ise kendi adıma ne yazık ki söyleyecek pek iyi bir şeyim yok. Öykü ve senaryo olarak toplam 5 kişinin imzasını taşıyan ‘Top Gun: Maverick’, ilk filmin formülünün dışına çıkmıyor. Maverick karakterinde değişen bir şey yok: Her şeyiyle tam bir Amerikan kahramanı. Otoriteyle arası iyi değil ve görev için canını ortaya koymaktan çekinmeyen korkusuz biri.

        REKLAM

        Açılış bölümünde Maverick hiç şaşırtmıyor bizi. Deneme pilotu olarak çalıştığı projede, emirleri, kuralları değil sezgisini takip ediyor. Sadece kendi şanı şöhreti için değil o projede çalışan insanlar için de hayatını tehlikeye atmaktan kaçınmıyor.

        Ed Harris ve Jon Hamm, ordu içinde Maverick’in tarzından hoşlanmayan, ona engel olan ‘gıcık komutanlar’ olarak çıkıyorlar karşımıza. İlerlemiş yaşına rağmen omzu kalabalık bir komutan olamayan, iktidar istemeyen Maverick’in aklı hâlâ uçmakta. Çok gizli ve tehlikeli bir operasyon için ülkenin en iyi pilotlarına eğitmenlik yapmak konusunda da gönülsüz olduğunu saklamıyor. Çünkü eğitmenlik yapmak değil, yüksek risk içeren görevi bizzat gerçekleştirmek istiyor ama emir yukardan geldiği için kabul etmek zorunda kalıyor.

        Hikâye, operasyonun provası şeklinde gerçekleşen eğitim sürecine ve Maverick’in, ilk filmden tanıdığımız arkadaşı Goose’un oğlu Rooster (Miles Teller) ile problemli ilişkisine odaklanıyor. Maverick aslında Rooster için baba figürü olmak istiyor. Ama aralarında geçmişte yaşanan sorun nedeniyle Rooster, ona karşı çok tepkili. Bu arada, Rooster ile ekibin en iyisi olarak sivrilen Hangman (Glen Powell) arasındaki rekabetin de filme damga vurduğunu belirtelim. Hangman, ilk filmdeki Iceman’i akla getiren bir karakter. Yeni filmde Iceman (Val Kilmer) de var ama tabi ki farklı bir konumda. Son olarak, Maverick ile Jennifer Connelly’nin canlandırdığı Penny arasındaki romantik ilişkiyle hikâye üzerine söyleyeceklerimizi noktalayabilirim.

        Aksiyon harikası ‘Top Gun Maverick’e gidecek seyircilerin böyle bir beklentisi olup olmadığını kestiremem ama karakterlerde ciddiye alınır bir derinlik olmadığını söylemem gerek. Olup bitenleri tahmin etmenin hiç zor olmaması bir yana, hikâyenin de baştan sona klişelere uygun geliştiğini düşünüyorum.

        REKLAM

        Top Gun formülüne olan sadakat konusunda o kadar titizler ki ilk filmdeki plaj voleybolu sahnesinin yerini bu kez plajda Amerikan futbolu alıyor.

        Sonuçta her şey, erkekliğin ve kahramanlığın yüceltilmesi üzerine kurulu. Bu arada, operasyonun hangi ülkeye ve düşman güce karşı yapıldığının belirsiz bırakıldığını belirtelim. Altı çizilen tek nokta, düşmanın operasyonun gerçekleşeceği tesiste bazı açılardan ekipten daha ileri bir teknolojiye sahip olması…

        Kaldı ki, filmin ana fikrini de ‘Önemli olan uçağın sahip olduğu teknoloji değil; onu uçuran pilot, yani insandır’ diye özetlemek mümkün. İlk bölümde, Ed Harris’in canlandırdığı komutan, pilotsuz uçaklardan söz ederek Maverick’e ‘Gelecekte sana yer yok’ diyor. Tüm filmin bu görüşün anti tezi çevresinde örüldüğünü söyleyebiliriz. Kuşkusuz, böyle filmlerde hep olduğu gibi takım çalışmasına övgü öne çıkıyor. Öte yandan, Maverick’in sadece imkansızın peşinde olmadığını, eğittiği pilotların hayatını çok önemsediğini, hikâyenin biraz da bu güzergahtan ilerlediğini not edelim. İlk filmdeki trajik Goose vakası nedeniyle bütün öykü ‘Acaba bu filmde kim ölecek?’ beklentisiyle geçiyor. Heyecan ve gerilimi en çok ayakta tutan unsur galiba bu endişe…

        ‘Top Gun Maverick’te nostaljiye tutunmanız ve hikâyeyi sevmeniz mümkün. Ama ilk filmin öyküsünü sevmeyen biri olarak açıkçası benim böyle bir şansım yoktu. Senaryonun ardındaki formülün görünür olması nedeniyle duygusal bağ kuramadım filmle.

        Sonuçta, çekim tekniği açısından önemli ama hikâye kalitesi ve dramatik derinlik açısından çağdaş aksiyon sinemasının genel seviyesini yakalamakta zorlanan bir film olduğunu düşünüyorum.

        Son olarak, sinema salonunda seyredilmesi gereken, küçük ekranlarda etkisini kaybedecek bir film olduğunu not edelim.

        6/10

        Diğer Yazılar