Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sinema tarihimizi yazarken adı asla atlanmaması gereken yönetmenlerden biridir Erden Kıral…

        İlk filmi ‘Kanal’ (1978), dönemin gerçekçi Türk sineması geleneği içinde yer alır. Festivallere katılır; yurt içi ve yurt dışında ses getirir. İlk yönetmenlik deneyimi olarak baktığınızda, gayet başarılıdır ama ikinci filmini seyrettiğinizde, ‘Kanal’ın sadece bir başlangıç olduğunu daha iyi anlarsınız. Öyle ki bugün bile birçok eleştirmene göre en iyi filmi hâlâ ‘Bereketli Topraklar Üzerine’dir. Daha önemlisi, sinema tarihimizin en iyilerinden biri olarak anılır.

        Orhan Kemal’in eserinden uyarlanan ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ (1980), görüntüleri, oyuncuları, sinema dili ve konusuna yaklaşımıyla Erden Kıral’ın Yeşilçam estetiğiyle hiçbir ilişkisi olmadığının açık kanıtıdır. Dolayısıyla, Yılmaz Güney’in ‘Umut’ (1970) filmiyle başlayan ve Yeşilçam anaakım sinemasından kopuşu işaret eden yeni bir eğilimin her açıdan en olgun işleri arasında yer alır.

        Erden Kıral’ın benim için önemli yanlarından biri, 1970’lerin politik sineması ile 1980’lerin bireysel konuları temel alan auteur sineması arasında köprü kuran sinemacılar arasında olmasıdır.

        Dönemin siyasi koşulları nedeniyle Türkiye’de gösterimi 5 yıl geciken ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ (1983) her iki sinema ekolünden de izler taşıyan, hem 1970’ler hem 1980’ler sinemasını yansıtan, kendi döneminin en ilgiye değer ve önemli filmlerinden biridir. Kıral, Ferit Edgü’nün ‘O’ romanından Onat Kutlar tarafından sinemaya uyarlanan filmde, gerçekçi gelenekle Avrupa auteur sinemasını birleştirir. 1980’ler boyunca Türkiye’de birçok örneğini göreceğimiz auteur sinemasını önceden haber veren filmlerden biri olarak kabul edilebilir. ‘Hakkari’de Bir Mevsim’in, 1983 Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı (Jüri Özel Ödülü) ve FIPRESCI dahil 4 ödül aldığını da belirtelim.

        REKLAM

        ‘Kanal’ı yaptığında, asistanlıktan gelen, kısa filmler çeken ve dönemin keskin politik ikliminin içinde sinemacılık pratiğine sahip bir yönetmen olarak çıkar karşımıza. Kökeni film eleştirmenliğidir. Sinemacı olarak en güçlü yanlarından biri ise film teorisine hâkim olmasıdır. İlk filmleri Batı’da Üçüncü Dünya Sineması ve gerçekçilik kapsamında değerlendirilir. ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ ve peşinden gelen ‘Ayna’ (1984) ile birlikte filmlerinin Avrupa auteur sinemasından da izler taşıdığı görülür. Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’ filminden sonra Türkiye’de devamı gelmeyen üslupçu ve kişisel bir sinema arayışının 1980’lerdeki öncülerinden biridir.

        12 Eylül darbesinden sonra bir süre Türkiye’ye dönemez. Kayıtlarda Batı Almanya yapımı olarak geçen ‘Ayna’, Venedik Film Festivali’ne seçilir ve özellikle eleştirmenlerden olumlu tepkiler alır. ‘Ayna’ ve Berlin Film Festivali’nde yarışan ‘Av Zamanı’ (1988), Erden Kıral’ın, popüler estetikten tümüyle koptuğu, yeni arayışlara girdiği, ağır kamera hareketleri ve kesintisiz uzun planları tercih ettiği filmlerdir

        Sinemamızın en iyi dönem filmlerinden biri olan, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın eserinden uyarladığı ‘Mavi Sürgün’ (1993) ise sinemasında yeni bir dönemin başlangıcıdır. ‘Ayna’ ve ‘Av Zamanı’ndaki ağır tempolu plan sekans sinemasına yönelen alternatif biçimsel arayışlar, yerini hikâyenin öne çıktığı daha konvansiyonel bir sinemaya bırakır. Sonraki çalışmalarına baktığımızda, Erden Kıral’ın her filminde kendini tekrar etmeden yeni denemelere, farklı arayışlara girdiğini görmemiz mümkündür.

        Hakkari'de Bir Mevsim filminden...
        Hakkari'de Bir Mevsim filminden...

        Erden Kıral başyapıtlarını çok erken veren bir yönetmendi. Kariyeri boyunca yaptığı her film hep ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ ve ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ gibi iki başyapıtıyla karşılaştırıldı.

        1993’ten sonra yönettiği az sayıda filmi arasında kendi adıma en çok ‘Mavi Sürgün’, ‘Yolda’ ve ‘Yük’ü severim. Otobiyografik nitelikler taşıyan 2005 yapımı ‘Yolda – Rüzgâr Geri Getirirse’nin hakkı verilmemiş filmlerinden olduğunu düşünürüm. Cezaevindeki Yılmaz Güney’in daha sonra ‘Yol’ adını alacak senaryosunu yönetmesi için seçtiği ilk yönetmendir Erden Kıral. Ama çekimler başladıktan bir süre sonra Yılmaz Güney, Erden Kıral’la çalışmama kararı alır. Yönetmenliğe Şerif Gören getirilir. Bir yol hikâyesi olarak yazdığı filmde genç ve tecrübesiz bir yönetmen olarak yaşadığı bu hayal kırıklığıyla yüzleşir Kıral. Yılmaz Güney’e olan saygı ve sevgisini harika bir final sahnesine dönüştürür.

        REKLAM

        Maden ocaklarında geçen ‘Yük’ (2012) de kayda değer bir gerilim ve dram olarak Erden Kıral’ın görsel atmosfer kurma ustalığını yansıtan bir filmdir.

        Erden Kıral’la ilk olarak 2003 yılında Antalya Film Festivali’nde başkanlığını yaptığı jüride birlikte çalışırken tanışmış ve çok iyi anlaşmıştık. Bol bol sinema üzerine konuşmuş, birlikte iyi vakit geçirmiştik. İlgi alanları geniş, gerçek bir entelektüeldi.

        Son olarak ise 2018’de Frankfurt’ta, Türk Filmleri Festivali sırasında karşılaştığımızı ve yine uzun uzun sinema sohbeti yaptığımızı hatırlıyorum. İyi bir sinema seyircisiydi. Sinema tarihini çok iyi bilir ve yeni sinemacıları takip etmeyi hiç ihmal etmezdi.

        İşlerim nedeniyle yer almayı kabul edemediğim bir jüride başkan olduğunu öğrendiğimde, yıllar sonra yeniden bir araya gelme fırsatını kaçırmış olduğuma üzülmüştüm. Şimdi daha çok üzülüyorum.

        Ölüm haberini ilk duyduğumda, ‘Doğru değildir, daha genç!’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Neden öyle düşündüğümü aslında biliyorum. Çünkü Erden Kıral benim gözümde, öğrencilik yıllarımda uzaktan hayranlıkla izlediğim başarılı ve yenilikçi genç sinemacılardan biri olarak kalacak hep…

        Başta kızı sevgili Deniz olmak üzere tüm sevenlerinin başı sağ olsun…

        Diğer Yazılar