Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        80’lerin sonunda “Salvador”, “Doğum Günü 4 Temmuz” gibi filmlerle çıkış yapan, 90’lı yılların yıldız yönetmeni Oliver Stone, iki binli yılları ortalama filmlerle geçirmeyi sürdürüyor. “JFK” ve “Nixon”da ABD tarihinin kritik sayfalarını yeniden açıp, derin devletten hesap soran Stone, sadece saldırgan politik tutumuyla değil, dönemin genç seyircilerini yakalayan anlatım stiliyle de dikkat çeken bir yönetmendi. Stone, Don Winslow’un çok satan bir romanından uyarlanan “Vahşiler”de de görsel efektlerle dolu hızlı, fiyakalı bir montaj ve dinamik bir kamera kullanıyor. Öykü, “kötüler kendi halindeki iyilere karşı” güzergâhını izliyor. “O” (Blake Lively) adlı genç ve güzel bir kadını paylaşan iyi kalpli genç marihuana üreticileri Chon (Taylor Kitsch) ve Ben’in (Aaron Johnson) başları bir Meksika uyuşturucu karteliyle belaya giriyor.

        UYGAR ABD’LİLER, ‘VAHŞİ’ MEKSİKALILAR

        “Uyuşturucu işine girip temiz kalmak mümkün değildir” anafikrine bel bağlayan filmde özellikle üç karakter çelişkileri ve değişim süreçleriyle öne çıkıyor: Giderek kontrolden çıkan olaylar, Buda hayranı barışçı Ben ile şımarık, zengin kızı O’nun dengesini bozuyor. Kartelin lideri Elena da (Salma Hayek) içten içe annelik ve kadınlık içgüdülerine karşı mücadele ediyor. Ama bunların iyi “pişirilip” sunulduğunu söylemek zor çünkü öykü hızla akıp gidiyor; entrika, ihanet, çatışma ve gerilim durmak bilmiyor. Dolayısıyla karakter psikolojileri güme gidiyor. Daha önemlisi, her iki tarafın birbirini “vahşiler” olarak görmesi filmin ana meselesi haline gelemiyor. Bir yanda feodal toplumdan kalma eski usul bir örgüt, diğer yanda global sermayeyi, girişimci ruhu temsil eden bir grup var. Kartel tutucu aile değerlerini, gençler ise özgür ahlaki değerleri temsil ediyor. Ne var ki Stone, ticari reflekslerle elindeki öykünün ilginç yanlarını törpülüyor, vahşilik kavramının göreceli yanını sorgulamıyor. Bunun yerine filmini sıradan bir “serüven gerilim limanı”na demirliyor. Sonuçta, “Vahşiler”in uyuşturucu kartelleri üzerine çekilen Hollywood filmlerinden dişe dokunur bir farkı yok. Meksikalılar vahşi, Amerikalılar medeni!.. Öykünün iki “gerçek” erkeği filmin tarafını da belirliyor: Lado (Benicio Del Toro) güçlü sezgileri ve hayvani içgüdüleriyle eski Yeşilçam kötü adamlarını, Afganistan’da savaşmış eski asker Chon ise Rambo tarzı kahramanları temsil ediyor. Özetle, Stone sürükleyici, rahat seyredilir bir serüvene imza atsa da, öykünün hakkını tam olarak veremiyor.

        ‘ATM’ gerilimi

        Bir finans şirketinde çalışan üç genç, Noel partisinin ardından evlerine dönerken para çekmek için bir ATM’ye uğrarlar. ATM tenha ve karanlık bir bölgededir. İşlerini bitirip çıkmak istediklerinde 4-5 metre ileride bir adamın onları beklediğini görürler. Yüzünü saklayan bu sessiz ve esrarengiz adam tarafından kıstırıldıklarını anlamakta gecikmezler. Tabutun içinde sıkışıp kalan bir adamın öyküsünü anlatan “Buried” ile tanıdığımız senaryo yazarı Chris Sparling, “ATM”de esrarengiz adamın gerçek amacını finale kadar netleştirmiyor. Çok çabuk panikleyen üç genç biraz da kendi korkuları, zaafları ve önyargılarıyla mücadele ediyor aslında. Finalle birlikte nerede hata yaptıkları daha net ortaya çıkıyor ama aynı final bence bazı tutarsızlıkları da beraberinde getiriyor. Yine de gerilim türü açısından ilgiye değer bir film olduğu söylenebilir. Yönetmen David Brooks, üç genç oyuncusu Alice Eve, Josh Peck ve Brian Geraghty’den de iyi performanslar almayı başarıyor. Filmden çıkarılacak ders, para çekmeye giderken cep telefonunu unutmamak. Unutursunuz diye, ne planlar yapıldığını bir bilseniz... Filmin notu: 5

        Diğer Yazılar