Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Öyle tarihler vardır ki, zaman tablosunda kalın siyah karakterle yer alır.

        İşte, 2015 de öyle yazılacak.

        Hem de daha da kalınlaştırılarak.

        Belki biz çok ağır yaşadık, ancak dünyaya da az çektirmedi.

        İç savaşların, uluslararası terörün, insan göçünün, patlamaların, toplu can kayıplarının, ülkeler arasındaki gerilimin, sevdiğimiz insanların ölüm yılı oldu.

        Daha ilk haftasında Charlie Hebdo baskınıyla dünyayı ayağa kaldırdı.

        Fransa terörle uğraşırken, TBMM dört bakanının Yüce Divan’a yollanmasına odaklanmış, devlet de 15 yıl sonra bir bankaya el koymuştu.

        Suriye’de terörün göçü sürerken, “Benzemez kimse sana...” diye başladığında sesine hayran olduğum Müzeyyen Senar’ı da aramızdan göç ettirdi.

        Hatta göç edenlerin arasına Süleyman Şah Türbesi’ni de kattı.

        Yetmezmiş gibi Özgecan Arslan’ın acı haberiyle yüreğimizi yaktı.

        Adı “güdük” idi ama, şubatın yaptıkları büyük oldu; İnce Memed’in babası, “Demir olsam çürürdüm, ama toprak oldum dayandım” diyen dev adam Yaşar Kemal’i toprağa götürdü.

        “Oh kurtulduk” dediğimiz anda, mart da kapıdan baktırdı; gençliğimizin “Sevgi Çiçeği” Erol Büyükburç’u aramızdan ayırdı.

        Terörü de insanların adalet aradığı mekâna taşıdı, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı odasında katletti.

        Öyle insafsızlaştı ki son gününü bile boş bırakmadı, bütün ülkeyi saatlerce karanlığa gömdü, elektrik sistemini çökertti.

        Nisan baharın sevincini içimize taşır demiştik ki, baharın sesini “Gönül Sayfası”ndan kopardı; Kayahan’ı aramızdan ayırdı.

        Bir de futbola bulaştı, Trabzon’da Fenerbahçe kafilesine saldırdı.

        Nepal’de de yeri yerinden oynattı, yüzlerce insanın hayatını kararttı.

        Mayıs içimizi ısıtır demiştik ki neşe kaynağımız Zeki Alasya’yı aramızdan alıp götürdü.

        “Netekim...” cümlesiyle hafızalarımıza kazınan Kenan Evren’in ölüm haberini getirdi.

        İstanbul’da arkadaşlarım Galatasaray’ın şampiyonluk sevincini yaşarken, bana Kobani çevresinde acımasız ölümü seyrettirdi.

        Seçim sandığından da iktidar çıkarmadı, siyaseti ortada bıraktı.

        Bir hafta sonra da siyasetin duayeni Süleyman Demirel’i, “Nerede kalmıştık” demesine fırsat bırakmadan aramızdan ayırdı.

        Çetin Altan’ın, son anına kadar bırakmadığı yazısını noktaladı.

        Ankara’ya dönmüş, rahata ederim sanmıştım ki Suruç’ta 32 cana katletti.

        Pusu kurup insanları suikasta uğrattı; karakol baskınlarını başlattı.

        Türkiye’nin bir bölgesini, unuttuğumuz sıkıyönetim günlerini hatırlatır şekilde güvenli bölge haline getirdi, sokağa çıkma yasaklarını getirdi.

        Sanki Güneydoğu yetmezmiş gibi Kuzeydoğu’yu da sel altında bıraktı, Ünye ve Hopa’yı çamurla kapladı.

        Küfür etmesiyle bile neşelendiğim, can sohbetim, ağabeyim Fikret Otyam’ı bizimle beraber, koca gözlü kızlarından, turnalarından ayırdı, Hakk’a yolladı...

        Aylan bebeğin acısıyla yanarken, hacda 2 bini aşkın cana sebep oldu.

        Başkent’in göbeğinde canlı bombanın ihanetiyle yüzü aşkın canı da aramızdan aldı.

        Biri yetmezmiş gibi neşemizin kaynağı Levent Kırca’nın kahkahasını tüketti.

        Arkadaşlarım Can Dündar ile Erdem Gül’ün özgürlüğünü kararttı.

        Son ana kadar da durmadı, yok etti, tüketti, bitirdi...

        İnsanları yılbaşında bile neşesiz bıraktı, evlerine kapattı.

        Neyse ki kendi de bitti.

        Dilerim benzerini yaşatmaz...

        Nice yıllara...

        Diğer Yazılar