Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başlık, bir rapordan alıntı; “Cenup-Şark” dediği bugünkü Türkçe’yle Güneydoğu Anadolu...

        Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Hüseyin Yayman, Suriye sınır boyunu dolaştığımı “Bize Sığınanlar” dizi yazısını okuyup öğrenince, “Sohbet etmek isterim” dedi. Kürt sorunu üzerinde akademik çalışmaları ve kitapları da bulunan Yayman ile makamında buluştuk. Gördüklerimi, yol güvenlik noktalarında karşılaştıklarımı, PKK terörünü ve sınırın öte yakasını anlatınca 2011’de kaleme aldığı “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası” kitabını kütüphanesinden çıkardı.

        Ezberinde olduğu belli sayfa başlığını açıp uzattı:

        “Burhan Ulutan Raporu, 1947...”

        DEMİREL’İN NOTU

        Raporu yazanın kimliğini merhum Süleyman Demirel’in muhteşem anlatımıyla aktarmış:

        “Burhan Ulutan, Maliye Müfettişi bir adamdır. Parlak bir adamdır. Bundan sonra Hazine Müdürlüğü yaptı 1950’de. Bu Maliye Müfettişi iken 1947’de Van’a, Hakkâri’ye oralara gitmiş bir rapor yazmış. Burada doğunun o günkü halini çırılçıplak görüyorsunuz. Şimdi bu raporu okuduğum zaman tüylerim diken diken olur...”

        Bugünkü Türkçe’ye çevirdiği Ulutan Raporu’nun bazı bölümlerinden alıntı da yapmış.

        Üzerinden 69 yıl geçmiş olmasına karşın, Ulutan Raporu’nda kendimi buldum, aktarıyorum:

        “Yarın acı bir ihtimalle karşılaşmak istemiyorsak birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcudiyeti ile buraya hâkim olunamayacağını, yani halkla anlaşmak ve onları bağrımıza basmak ve aramıza karıştırmak mecburiyetinde bulunduğumuzu hatırlarımızdan çıkarmamalıyız...

        ***

        Türkiye henüz doğunun sahibi değildir. İyi idare, halka benliğini iade ve halkla kaynaşma devleti bu toprakların sahibi yapacaktır. Gerek köylü ve gerek ağaların Irak ve İran ile yakın alaka ve akrabalıkları vardır. Bu itibarla aradaki hudutlar göreceli ve yapaydır.

        ***

        Halen bölge halkı, devlet teşkilatına inanmamaktadır. Bilhassa jandarma, tahsildar ve hırsız memurlar dolayısıyla idareden nefret ettiği görülmektedir. Fakat yine de yarı korku ve yarı ümitle bağlanmaya çalışmaktadır. Halk devletten iyi idare, güler yüz ve yardımdan başka bir şey beklememektedir.

        ***

        Hiçbir devlet, halk kitleleri üzerinden birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcuduyla sonsuza kadar hâkim olamaz. Bu nedenle yerli halkla anlaşmak gerekir.

        ***

        Doğuda muhatap kim olursa olsun, şiddet siyasetine artık son verilmelidir. Adalet, iyi idare, köylüyü kalkındırmak ve devlete bağlamak yegâne hedef olmalıdır.

        ***

        Hakikatleri açıkça görmek ve ifade etmek en önemli vazifemiz. Kendi vatanımızda kendi kardeşlerimiz arasında adeta bir müstemleke devleti gibi yaşamamızın, silah kuvvetiyle halka hâkim olmaya çalışmamızın sebepleri üzerinde ısrarla durmak, bunları bertaraf etmeye çalışarak vazifeye başlamak hedefimiz olmalıdır. Şiddet siyasetine artık son verilmesi kati bir zarurettir.

        ***

        Mahkemesiz, hâkimsiz, yolsuz, mektepsiz, doktorsuz, hastanesiz, baytarsız, ziraat teknisyensiz, bilgisiz, üstelik hırsız memurlu bir idare nasıl olur da halkın kalbini kazanabilir?

        ***

        Bol kadrolu jandarma, ekseriyeti tahrirat (yazı işleri) kâtibinin vekâlet ettiği kaymakamlık ve mal müdürü ile tahsildarlardan mürekkep bir devlet teşkilatının, üstelik memurlar bir de halkı soymayı ilk vazifeleri telakki ederlerse, memlekete faydalı olacağını beklemek çok fazla ümit olur.”

        Kitabının bu bölümünü Bakan Yayman, “Şiddet siyaseti 1950’li yıllarda anlamsızlaşmış ise bugün için ne duruma gelmiştir...” diye tamamlamış.

        Okuyunca benim de “tüylerim diken diken oldu”...

        Diğer Yazılar