Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye’nin nasıl şekilleneceği üzerinde durulurken gelecekle ilgili kerteriz nedense hep Türkiye üzerinden alınıyor.

        Genelde de şu cümle eşlik ediyor:

        “PYD ilerleyişini sürdürüp Kobani ile Afrin’i birleştirirse bu Anadolu’nun bin yıldır ilk defa Arap Ortadoğu ile bağının kopup yalıtılması anlamına gelecek...”

        Çünkü Irak’ta Arap coğrafyasıyla kesilen bağı, bu kez de Suriye’de kesilecek...

        El Bab’a uzanacağı açıklanan, koalisyonla birlikte Rakka için de hazır olunduğu bildirilen Fırat Kalkanı’nın gerisinde yatan neden de bu zemine dayandırılıyor.

        “Orada yaşayan Arap halklarının toprakları, bir başka etnik grubun gaspına bırakılamaz” vurgusu da bu teze eşlik ediyor.

        Bunların hepsi Türkiye açısından haklı gerekçeler...

        Ancak, kerterizin öteki taraftan da alınması, hesabın sağlamasının bir de bu açıdan yapılması gerekmez mi?

        Yani Türkiye’nin Arap Ortadoğu ile bağı koparken, onların da Türkiye, dolayısıyla Avrupa ve Rus coğrafyasıyla da bağı kopmuş olmuyor mu?

        Üstelik bağı koparacağı iddia edilen Kürtler de Türkiye’nin asli unsurlarından biri...

        ARAPLAR İÇİN NE?

        Asıl herhangi bir bağı bulunmayan Arap coğrafyasının bu konuda kaygı duyması gerekmez mi?

        Çünkü bugün Ortadoğu, Arap Yarımadası veya Körfez’den kuzeye doğru yol alan bir Arap, kendi dilini konuşarak Türkiye’ye kadar varabiliyor.

        Hatta Türkiye içinde belli bir bölgeye kadar dilini konuşarak gidebiliyor.

        Bunun Musul veya Rakka’dan sonra kesintiye uğrayacak olması, kuzeyden daha çok güneyin sorunu değil mi?

        Ortadoğu Arapları bunu kendi toplumu açısından önemsemiyor mu?

        Yoksa önemsedikleri meseleye her zamanki yaklaşımları içinde başkalarının çözüm üretmesini mi istiyor?

        KÜRESEL VE BÖLGESEL

        Belki de bundandır, bir süredir Suriye meselesi başlangıçtaki ittifaklarını farklılaştırdı.

        Meseleye bölgesel ve küresel çözüm arayanlar şeklinde ayrıştı.

        Bir yanda, Tel Abyad’daki evlerin damına bayrağını asıp Türkiye, İran ve hatta küresel ittifakta buluştuğu Rusya’ya “Bu bölgeyle ilgili düşünceniz varsa ben buradayım” mesajını veren ABD...

        Diğer yanda, PYD’yi terör örgütü olarak görmediğini açıklayan, Afrin’deki ittifakını Kobani ve Cezire’ye taşıyarak Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya ve Kırım’ın ardından burada da etkinlik arayan Rusya...

        Buna karşılık diğer yanda bölgesel çözüm arayan Türkiye, İran ve Bağdat ile Erbil’in aynı görüşte buluştuğu Irak...

        Buna bir de Körfez’den Arap Yarımadası’na, Ürdün’den Türkiye sınırına uzanan, DEAŞ’ın etkisi dışında kalmış Arapları da eklemek gerek...

        Türkiye bir süredir sessiz kalan bu kesimin hakkını da savunuyor.

        16. yüzyılda Arap alfabesine geçerek Orta Asya’yla, 1927’de de Latin alfabesine geçerek Arap dünyasıyla kültürel bağını koparan Türkiye, bugüne kadar girmekten çekindiği bu coğrafyada varlığını yeniden ilan etti.

        Gerekirse bölgedeki tüm askeri gücüyle o bölgeden de kolay çıkmayacağını her hareketiyle sergiledi.

        Bunun bölgenin yeniden şekillenmesine, Kerkük’te kaybeden Türkmenlerin burada varlığının korunmasına etkisi kaçınılmaz olacak.

        Ancak nelere mal olacağını da zaman gösterecek; belki de umulandan kolay olacak.

        Diğer Yazılar