Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BRÜKSEL

        Masanda 10’dan fazla gazeteciyiz.

        Bir kez daha anlıyorum ki bizim mahallede ülkesi farklı da olsa herkes birbirine benziyor; sadece sokakları farklı.

        Üstelik onların evlerinin cumbaları da aynı sokakta birbirine bakıyor.

        Bosna Hersekli genç gazeteci, yanındaki Sırp arkadaşından da aldığı destekle ilerleme işleriyle ilgili etkin kişiye şu soruyu yönelterek tartışmayı başlattı:

        “AB’nin yarın Türkiye gibi bizi de gereksiz, nedensiz, her ülke için değişken hale gelen kriterlerle oyalamayacağının garantisi nedir?”

        Kendisini bu soruya iten neden, 1 saat önce Brüksel’de AB’nin kalbi olan binada ülkesi hakkında söylenenler.

        Benzer duyguları çok yakın hisler içinde 30 yıl önce ben de yaşadım.

        O binanın yapımında asbest kullanıldığı için hizmete kapatıldığı, AB hayaliyle yanıp tutuştuğumuz yıllardı.

        Geleceğin tam üyelikle sonlanacağına inancım sonsuzdu.

        Bugün ise merhum Özal’ın “Uzun ince bir yol” diyerek başvurusunun üzerinden 38, 1999’u temel sayarsak 17, müzakerelerin başlandığı 2005’i baz alırsak 11 yıl geçti.

        Belki de bundan, karşımdaki daha söylemeden ezberim canlandı...

        Çünkü söyleyen değişse de söylenen çizik plağa takılmış cümleler gibi...

        Belki bundan, diğer ülkeler için de AB’nin heyecanı kalmamış...

        BAHAR BİTTİ

        Oysa yakın zamana kadar üyelik heyecanıyla tutuşanlar salonları doldurur, her yanda cıvıl cıvıl sesler yükselir, adına da AB baharı denilirdi...

        Şimdi ise “2018’e kadar AB baharının olmayacağı”, yani üye alımının gerçekleşmeyeceğini söyledi karşımdaki etkin ve yetkin isim.

        AB’nin sonbaharını ilan etti.

        Bağımızı canlandıran, umudumuzu yeniden coşturan vize serbestisinin de yıl sonuna kadar olmayacağı sözü, devamında geldi.

        Bugüne kadar yazılanların en ağırı ilerleme raporu da zaten her şeyi sergilemeye yeter.

        Rapor okunurken o salonda kendimi her bir cümlesinde daha da yalnızlaşan kalabalığın ferdi hissettim.

        MÜZAKERE Mİ?

        Nedeni de açık...

        Farz edelim, Türkiye hakkında ortaya konulan yaklaşımların hepsi doğru.

        Unutulmasın ki AB’nin de bunda ister payı, ister günahı deyin en üst seviyede katkısı var.

        Mesela, AB müzakereye başladığı her ülkeye önce vize muafiyeti verdi; Türkiye hariç...

        Bırakın müzakereye başlamış olmayı, Maastricht kriterlerinin yanına dahi yaklaşamayacak kadar geride olan, içinde çatışma halinde bulunanları üye yaptı.

        Bugün de müzakere sürecinin kıyısına dahi gelmeyen Gürcistan ve Ukrayna’ya vize muafiyeti verdi; müzakereyi yürüttüğü Türkiye’ye yeni şartlar dayattı.

        Bir de demesin mi: “Zavallı mültecilerin sorunları, yurtlarına geri dönüşleri için yapılan çabalar ile vize serbestisi gibi kişisel çıkarlar birbirine karıştırılmamalı.”

        Sanırsınız Türkiye 3 milyon sığınmacı için vize muafiyeti istiyor.

        Bütün bunlardan dolayı diyorum ki, kişisel garezleriyle başlık açılmasını engelleyen, anlamsız kriterler yaratan AB üyelerinin, bu noktaya gelinmesinde payı var.

        Çünkü Türkiye insanının kendinden uzaklaşmasına en çok onlar katkı verdi.

        Fakat ne var ki salonda kalbinin iyiliğini vicdanının önünde sergileyenlerin sesi daha yüksek çıkıyordu.

        Şimdiden söyleyeyim, yarın en çok yakınanlar yine onlar olacak...

        Diğer Yazılar