Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kadın” ve “fıtrat” kavramları yanyana gelince ilk hatırlanacak olan isim, 1759 ile 1810 arasında yaşayan ve kadınları fıtratlarına, yani yaratılış özelliklerine göre sınıflandırmış olan şair Enderunî Fazıl Bey’dir.

        Hafta boyunca “kadının fıtratı” kavramını konuştuk. “Yaratılıştan gelen özellikler” demek olan “fıtrat” ile “kadın” kavramının biraraya gelmesi, bana bundan iki asır önce yaşamış bir şairi ve dünya kadınlarının özelliklerinden bahseden eserini, Fazıl Bey ile “Zenannâme” sini, yani “Kadınlar Kitabı”nı hatırlattı... İşte, Fazıl Bey’in dünya ve İstanbul kadınları hakkında yazdıkları...

        BU haftaya damgasını “fıtrat” kelimesi vurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kadın ve Adalet Zirvesi’nde kadın-erkek eşitliğinden bahsederken “fıtrat” sözünü kullanınca kelime hem tartışıldı, hem de ne mânâya geldiğini merak edenler öğrenmeye çalıştılar.

        İslâm Ansiklopedisi, “fıtrat”n karşılığını “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” şeklinde verir ve kelime Türkçe’de “yaratılıştan gelen şahsî özellikler” mânâsında da kullanılır.

        SARAYDAN SEFALETE

        “Farklılık” ve “yaratılıştan gelen özellikler” ile “kadın”ın biraraya gelmesi, bana bundan iki asır önce yaşamış bir şairin dünya kadınlarının özelliklerinden bahseden bir eserini hatırlattı: Fazıl Bey’in “Zenannâme”sini, yani “Kadınlar Kitabı”nı...

        REKLAM

        Fazıl Bey, 1759 ile 1810 arasında yaşadı. Büyükbabası ile babası bir isyana kalkıştıkları için idam edilmişler ve Fazıl kardeşi ile beraber İstanbul’a getirilip saray okulu Enderun’a alınmıştı. Sonraki senelerde “Enderûnî Fazıl” diye tanınmış, sıkıntılar içerisinde ve serseriyâne bir hayat sürmüş, bir ara Anadolu’da bazı idarî görevlerde bulunmuş, Rodos’a sürgün edilmiş, üzüntüden gözleri kör olmuş ama her nasılsa on sene sonra yeniden açılmış ve İstanbul’a dönüşünden kısa bir müddet sonra Beşiktaş’taki evinde sefalet içinde ölmüştü.

        ZENANNÂME’DEKİ KADINLAR

        Kadınlardan hoşlanmadığını hep söylemiş ve eserlerinde de bu konuyu işlemişti. Maceralarını, duygularını, isteklerini apaçık ve hiçbirşeyin ardına gizlenmeden anlatmış ve bu açık sözlülüğü ona meşhur beytini, “Şâiriz, şeyn verir şânımıza / Giremez fâhişe divânımıza (Şâiriz, fâhişeler divânımıza giremez, böyle birşey bize utanç verir)” yazdıracak dereceye varmıştı.

        Fuhuş yaparken yakalanıp dayak cezasına çarptırılmış günahkâr kadın.

        Fazıl Bey’in bugün elimizde beş kitabı bulunuyor ve bunlardan biri olan “Zenannâme”de kadınların mensup oldukları memleketlere göre özellikleri anlatılıyor.

        Fazıl Bey’e göre kadınların ülkelerine göre özellikleri

        - ACEM KADINLARI: Nedir o eşsiz câzibe, nedir o yanakların üzerindeki gözler? Serhoşu andıran gözleri badem şeklindedir. Çatık kaşları, vücudlarının kıvrımıdır. Sır gibi, nâz ve niyaz gidişlidirler. Hoş edâlı, hoş hareketli, hoş seslidirler. Eteklerini kısa yapmak, hepsinde eski bir âdettir. Kimi şair, kimi söz ustası, kimi de ressamdır. Buruşuk çehreli çirkin avratları ise, kocakarıların hallerini andırır. Böyle çirkin bâkire kızları görünce “Sanki iki yüz yaşına basmış” dersin.

        REKLAM

        - BAĞDAT KADINLARI: Ey huyu ay gibi olan, yüzü de güneşi andıran, Zühre yıldızının huyuna gıpta ettiği güzel! Bağdat kadınları esmerdir, yanakları parlaktır ama zevk ve safâdan yoksundurlar, insan oldukları da belirsizdir. Allah, sizi ona düşürmesin. Onları arzulayanlara sanmayın ki Bağdat uzak olur.

        - MISIR KADINLARI: Ey devrin Mısır’ının Yusuf’u; ey ciğer yakan zamanın Züleyha’sı, dinle! Mısır kadınlarının yürüyüşü, seğirtip yürümenin bir ihsanıdır. Esmer tenlerinin rengi, o et rengi nokta olmazsa hoştur. Mısır’da mübârektirler, bütün dilberler ona tutkundur. Mahmur gözleri şehlâ gibi görünür ama dikkatle bakarsan körü andırırlar. Ayağı yerle beraber sürünür, cebindeki torbası da, baldırı da görünür. Mısırlı’nın konuşması hakikaten güzeldir, etkili sesleri Allah’ın onlara bir ihsanıdır.

        - YEMEN KADINLARI: Hepsi hasta, bedenleri yıkılmış, tenleri nâzende değil. Karınları su dolu sanırsın. Bu durum, yaratılışlarından ileri gelir. Zayıf cüsseli, kuzgun duruşlu, soluk çehreli, bozgun görünüşlüdürler. Kadın ve cariyelerin hepsinin suratı çirkindir. Ey sevgili! Sendeki bu güzellik o diyara bir defa bile gitse, kimi sana candan köle olur, kimi de dehşetle secde ederdi!

        - İSPANYA KADINLARI: Hepsi seçkindir, dünya sâzının velvelesidir. Dilberlerin vücudları güzeldir, boyları ince ve uzundur.

        - RUM KADINLARI: Nedir o dilinin ortasındaki incelik? Nedir o nâz, o gönül çeken dil, o temâyül, o gönül götüren salınış? Nedir o cümbüş, o serhoş gibi gamze, o şaşkınlık, o edâ? O konuşma ona mahsus, o ses ona mahkûm. Nâz ve edâsı cana can katar. Doğrusu, sevgiliye böylesi lâzım. Yakaları, âşıklarının gönlünü yakana kadar yerlerde sürünür. Ama takdîre ne kadar lâyık iseler, o derece huysuzdurlar.

        REKLAM

        - ERMENİ KADINLARI: Hepsi kötü tavırlı, sadece edâlı yürüyüşleri kalmış. Teni çirkin, sohbeti tatsız, konuşması ve tavrı kötü, vücuduyla elbisesi de biçimsiz. Fakat hepsi çirkin değil, içlerinde güzelleri de var.

        - BOŞNAK KADINLARI: Kadınlarının huyu vahşîdir, küçük bir hataya bile tırnak vermezler. İçlerinde seçkin, süslü bir gonca gibi olanları vardır. Hiddet, bu milletin huylarına üstün gelmiştir. Aralarından dilber olanları da çok çıkar.

        - ÇERKEZ KADINLARI: Kızları ay yüzlü olur, âşık onda her aradığını bulur. Onlara nazar ayağıyla çıkılır, kalbin gözüyle bakılır. Çerkezler Gürcü’den daha süslüdür ama Gürcüler’in cazibesi daha fazladır. Nedir o cömertlik, o bağlılık, o edep; nedir o mukaddes yaratılış?

        - FELEMENK (Hollanda) KADINLARI: Yürüyüşleri hoş ama vücudları çirkindir. Yüzleri hep safran gibidir, çekicilikleri yoktur. Kadını ve oğlanı birbirinden beterdir, kadınlarının hepsi de aşiftedir.

        - LEH (Polonya) KADINLARI: Müstesnâ olurlar. Bağlılıkları güzel, uzun boyları hoştur. Âââh yürüdükçe o nazlı bel, söyledikçe o nazlı ağız! Aslı Yahudilerden gelmiyorsa, o temiz vücud nâziktir.

        - İNGİLİZ KADINLARI: Ey siyah beni Hindistan olan güzel! İngiliz’in kadını hoş yüzlü, hoş edalı, hoş yürüyüşlüdür. Hepsi temiz huyludur, süse ve süs eşyasına meyleder. Dudaklarından bülbül sesi çıkar.

        - ANADOLU KADINLARI: Bunlar, dağın tepesindeki ağaç gibi. Herşeyden önce, güzellikleri ciğer yakıcı değil. Sonra şiveleri de gönül delmiyor. Güzelliği, şivesi olmayan bir avrata akıllı kişi nasıl meyletsin? Ama birisi çıkar da o surata meylederse, kendi cinsinden olanlar arasında şüphe doğar.

        REKLAM

        İstanbul kadınları, Fazıl Bey’e göre dört farklı gruba ayrılırlar

        FAZIL Bey, “Zenannâme”- sinde İstanbul kadınlarını ayrı bir fasılda yazar ve bu kadınların “dört bölüğe ayrıldıklarını” söyler...

        İşte, Fazıl Bey’in bu sıralaması:

        - İSTANBUL KADINLARININ BİRİNCİ BÖLÜĞÜ: Bunlar perde ehlidir, mahşerde bile görünmezler. Ev erbâbı, gümüşler arasına sıkışmış yakut gibidirler. Şişede saklanan gonca, kafese hapsedilmiş papağandırlar. Her biri mutlu birer Meryem’e benzer ve ikinci Hazreti Râbia gibidirler. Alınlarındaki saça sabah rüzgârı hiç değmemiş, yüzlerini güneş bile görmemiştir. Namus ve vakar sahibidirler, gece-gündüz evlerinde otururlar.

        - İSTANBUL KADINLARININ İKİNCİ BÖLÜĞÜ: Dışarıdan bakınca perde ehli görünürler ama namuslu gibi gezerlerse de, aşiftedirler. Çeşit çeşit süslü elbiseler giyerler. Sanki mücevherli birer servidirler. Eflâtunî ferâceleri insanın aklını şaşırtır. Güzelliklerini böyle süsledikleri zaman, ava niyet etmişlerdir. Arkalarında bir-iki cariye yürür, çarşıyı dükkân dükkân dolaşır, nâz içerisinde yürürler. Sevdikleri hangi dükkândaysa, nâz ve şîve ile oraya giderler. Hâlini anlamak için “Bana uygun malın var mı?” diye sorarlar. “Malın kötüyse bana hiç gösterme, değilse gel seninle alışveriş edelim ama önce ölçünü çıkart” derler. Bu sözler, karşılarındaki ay parçasına dokunur ve her söz artık bir günâh olur. Kadının kınalı parmaklarını gördükçe, şeytan da onu parmaklar. Derken kadın erkeği avlar, evine götürür. Kocası yoktur, çünki gecenin yarısında dükkânına gitmiştir. İşinin peşinde koşmakta, düzenbaz karısının ne ettiğini bilmemektedir.

        REKLAM

        - İSTANBUL KADINLARININ ÜÇÜNCÜ BÖLÜĞÜ: Bunlar çarşılarda dolaşan, aşifte ve iş üzerindeki kadınlardır. Gözleri sürmeli, yüzleri yumuşak, hoş sözlü ve süzgün gözlüdürler. Hele bir bölükleri vardır ki, içlerinde en beterleri onlardır, sanki mahşer gününün şirretidirler. Suratlarına ıtırşâhiler sürer, kaşlarına rastık çekerler. Suratsızdırlar, hamama gittiklerinde kızlıklarını sanki yeniden bulacaklarmış gibi çeşit çeşit ilâç taşırlar. O fahişelerin bakışları ne zaman karşılaşsa, birbirlerine “Bre çingene kılıklı cadı, seni gidi fışkıcı sürtük o...! Ayağıma papuç bile yapmam seni, tarlamda havuç bile olamazsın” derler.

        - İSTANBUL KADINLARININ DÖRDÜNCÜ BÖLÜĞÜ: Ey sevgili, ortaya eski zaman kadınları arasında olmayan, yeni bir bölük çıktı. Bu bölük, kadınlar için kötü bir hediye! Birbirlerine gönül verip âşık olurlar.

        ...Bu yola girenler temiz huylu, nâzik, ilimirfan sahibi kadınlardır. Böylesine ilişkiler artık pek çok oluyorsa da, diğer davranışlara göre kötünün iyisi sayılıyor, birbirleriyle geçinip gidiyorlar. Her biri sevgilisi için canlar verir; başkasına dönüp bakmaz bile...

        Ben, bu işin bu kadınlar arasında niçin yayıldığını düşündüm ve anladım: Galiba erkekten birbirlerine âşık oldular! Ama yolları irfan sahiplerine sapadır...

        Diğer Yazılar