Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Keman virtüozu Ayla Erduran, Türkiye’nin en seçkin, en hassas ve gerçek sanatkârlarındandır. Ayla Hanım’ın Çanakkale Savaşları’na genç bir askerî doktor olarak katılan babası Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran, tam yüz sene gizli kalan Çanakkale günlüklerinde savaşın dehşetini ve zaferin mutluluğunu anlatıyor.

        Piyasaya önümüzdeki günlerde verilecek olan bir kitap, Çanakkale Savaşları’nın ilk günlerinde yaşanan cehennemi, muharebenin gizli kahramanlarından birinin kaleminden naklediyor. Bir asır boyunca saklı kalan günlüğün sahibi, savaşa genç bir doktor olarak giden, sonraki senelerde Türkiye’de ürolojinin öncülerinden ve büyük sanatkâr Ayla Erduran’ın babası olan Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran.

        Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran.

        ÖNÜMÜZDEKİ hafta, Çanakkale Savaşları konusunda muharebenin ilk günleri hakkında önemli bilgiler veren ve son derece duygusal bir hikâyesi olan bir günlük, kitap olarak piyasaya verilecek.

        Günlük, Çanakkale’ye genç bir doktor olarak katılan sonraki senelerin ordinaryüs profesörü ve Türkiye’de ürolojinin kurucularından Behçet Sabit Erduran’a ait...

        İstanbullu bir ailenin çocuğu olan Behçet Sabit Bey, 1886’da Sultanahmet’te doğdu. Üsküdar Sultanîsi’nden sonra Tıbbiye’yi bitirdi, Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine askerî doktor olarak Kırklareli’ne gönderildi; Dünya Savaşı’nın başında Çanakkale’de bulundu ve 1915 Mayıs’ında İstanbul’a çağrılarak yaralılara tahsis edilen Galatasaray Sultanîsi’nde çalıştı.

        Behçet Sabit Bey’in günlüğünün ilk sayfası.

        TARİH ÖĞRETMENİ BULDU

        1917’de Almanya’ya gönderilen ve ertesi sene üroloji uzmanı olarak İstanbul’a dönen Behçet Sabit Bey önce Gureba Hastahanesi’nde görev yaptı, 1933’teki üniversite reformunda da Tıp Fakültesi’nde profesörlüğe tayin edildi ve 1956’da ordinaryüs profesör olarak emekli oldu.

        Behçet Sabit Bey’in hatıralarını yazdığı defterin hüzünlü bir macerası var: Günlüğe 1915’in 12 Mart’ında başlamış, 6 Mayıs’a kadar yazmış, sonra yaralılarla beraber İstanbul’a gittiği sırada ne oldu ise olmuş ve defter Çanakkale’de kalmış.

        Birinci Dünya Savaşı senelerinde bir askerî hastahane.

        Günlük daha sonra Çanakkale’de bir sahafın eline geçmiş, 60’lı senelerde bir tarih öğretmeni tarafından satın alınmış, elli seneye yakın bir zaman boyunca o öğretmen ve ailesi tarafından muhafaza edilmiş. Tarih öğretmeni bir defasında günlüğü yayınlamak için bir yayınevine götürmeyi düşünmüş, sonra vazgeçmiş, defter tekrar dolaba konmuş ve yine senelerce orada kalmış.

        Behçet Sabit Bey’in günlüğünü, defteri bundan seneler önce Çanakkale’deki bir sahaftan satın alan tarih öğretmeninin kızı Tamay Açıkel yayına hazırlamış ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan kitap olarak çıkmış.

        Günlükte neler yazıldığını merak etmiş olabilirsiniz, aşağıda Behçet Sabit Bey’in 24 Mart gecesi İstanbul’daki kızkardeşine yazdığı mektubun Tamay Açıkel tarafından günümüzün Türkçesi’ne nakledilmiş şeklinin bir bölümünü veriyorum:

        “...Mektubuma nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bu gece tam altıncı gece oluyor. Başarı, zafer sevinciyle karışık o şiddet ve dehşet anlarının etkisinden kurtulup dinlenebileceğim şu birkaç saati size yazarak geçireceğim.

        Ayla Erduran.

        ...Şuna inanınız ki yazdıklarım, gördüklerimi hakkıyla yansıtmaktan âciz kalacak. Harp tarihinin daha önce kaydetmediği, bundan sonra da kaydedemeyeceği böyle bir harbin günbegün görülen safhaları ve her safhasında takdirlerle karşılanacak zaferleri ne kalem yazabilir, ne de fırça resmedebilir. O hal ancak burada bulunmakla, görülmekle sezilir. Her ânım şanla, şerefle ve zaferlerle dolu... Ah keşke gücüm yetse de sizi şan ve zaferin her dakikasından haberdar edebilsem!

        DENİZDEN TOPLADILAR

        ...Mesleğimin şu ikinci safhasında duyduğum iman ve itimat, ilk safhasından ne büyük ve derin ayrılık gösteriyor. Son gördüklerimin bugün yıldızlara yükselen hatırası yanında, o acı günlerde çamurlar içinde sürüklediğim defterime yazdıklarım pek sönük kalır, fakat mazide yaşanmış o felâketlerdir ki bugünün ve geleceğin saadetini hazırlamakta.

        Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’ın yayınlanan günlüğü.

        ...Eminim bunları okurken sanki siz de burada bulunuyormuşsunuz gibi zaferimizle, başarımızla iftihar edeceksiniz. İslam birliği Allah’ın adaleti ile yüceliğe ve şâna kavuşacak, göğsünü siper ederek o şânını, şerefini daima koruyacak.

        O zafer ve saadet günü geldiğinde benden sözlerimi ispat etmemi istemeyeceğinizden eminim. Fakat ben yine de derim ki: O gün (18 Mart Perşembe) Boğaz’ın, tarihine altın harflerle yazdıracağı şân ve şeref günü idi! Daha dokuz gün evvel yediği darbenin acısını unutamayan çıldırmışçasına saldıran ifritler, müthiş bir karşı koyuşla perişan edildi... İşte, altı gündür sesleri solukları çıkmıyor. Felâket girdabına yuvarlanıp gittiler.

        ...Orada zafer tâcını giyenler ise o hainlerin, o zalimlerin üzerine şarapnellerini yağdırmadılar. Işıl ışıl yıldızlarla bezenmiş gökkubbe şahittir ki, tertemiz duygularla onları denizden toplayıp şefkat gösterdiler. İşte Boğaz’ın zaferi, işte Dârülhilâfet’in arslanları!”...

        Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran, hayata 1980’de İstanbul’da veda etti, ardında günlüğünün, ilmî çalışmalarının ve yayınlarının yanısıra çok önemli bir başka eser daha bıraktı: Memleketimizin en seçkin, en hassas sanatçılarından ve dünyanın önde gelen keman virtüozlarından olan kızı Ayla Erduran’ı...

        Ayla Hanım babasının kitabına bir de önsöz yazmış ve nasıl hassas bir ruha sahip olduğu zaten önsözün ilk cümlesinden, “Sizin gibi bir babanın kızı olmak müstesna bir mutluluk” sözlerinden anlaşılıyor.

        PROPAGANDA İÇiN PADİŞAHA BİLE GAZEL YAZDIRMIŞTIK!

        DEVLET, Çanakkale Savaşları sırasında halkın moralini yüksek tutmak maksadı ile yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişti.

        Zamanın en meşhur gazetecileri ve sanatçıları Çanakkale’ye götürülüyor, şairlere cephe turları düzenleniyor, konusu kahramanlık olan eserler vermeleri isteniyor ve bu faaliyet ile halkın karamsarlığa kapılmasının önüne geçilmesine çalışılıyordu.

        Sultan Reşad’ın “Gazel-i Humâyûn”u.

        Cepheyi görmeye giden edebiyatçıların yazdıkları, o günlerin gazeteleri ile dergilerinde geniş şekilde yeralıyordu. Zamanın genelkurmayı da, Dünya Savaşı’na girişimizden itibaren iki yeni dergi yayınlamaya başlamıştı: “Harp Mecmuası” ve “Donanma”.

        Derken, propaganda faaliyetine çok daha önemli bir ismin de dahil edilmesi kararlaştırıldı: Zamanın padişahı Sultan Mehmed Reşad da edebî bir eser verecekti!

        Sultan Reşad’ın edebiyat ile alâkası zaten eskiden beri biliniyordu ve Çanakkale’yi konu alan bir şiir yazması rica edildi! Padişah bir gazel kaleme aldı, şiirin hükümdarın elyazısı ile olan orijinal nüshasına şık bir tezhip yapıldı ve Harp Mecmuası’nın ilâvesi olarak onbinlerce nüsha basılıp dağıtıldı.

        Sultan Reşad.

        Sultan Reşad’ın gazeli, şöyle idi: “Savlet etmişti Çanakkale’ye bahr ü berden / Ehl-i İslam’ın iki hasm-ı kavîsi birden // Lâkin imdâd-ı ilâhi yetişip ordumuza / Oldu her bir neferi kal’a-i pûlad-beden // Asker evlâdlarımızın pîşgeh-i azminde / Aczini eyledi idrak nihayet düşmen // Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak etti firâr / Kalb-i İslam’a nüfûz eylemeye gelmiş iken // Kapanıp secde-i şükrâna Reşad eyle duâ / Mülk-i İslâm’ı Hüdâ eyleye dâim me’men”.

        Gazeli şimdi de günümüzün Türkçesi’ne nakledeyim:

        “İslâm’ın iki güçlü hasmı, Çanakkale’ye karadan ve denizden saldırmıştı. Ama ordumuza ilâhî imdad yetişti ve neferlerin her biri çelikten birer kale oldu. İslâm’ın kalbine girmek için gelmiş olan düşman asker evlâtlarımın azminin önünde aczini idrak ve kendi kıymeti ile haysiyetini de ayaklar altına alarak firar etti. Ey Reşad! Allah’ın İslâm mülkünü emin kılması için şükran secdesine kapanıp dua et”.

        Sultan Reşad’ın bu gazeli, sonraki senelerde bir hayli tartışıldı. Şiirin ona ait olmadığı, aslında zamanın meşhur şairlerinden biri tarafından yazılıp padişahın adı ile yayınlandığı söylendi. Derken bir “tahmis” yani gazelin her beytinin üzerine üçer mısra ilâvesi ile “kuple” denen bölümlerdeki mısra sayısını beşe çıkarma modası başladı ve başta Yahya Kemal olmak üzere başka şairler de gazeli tahmis ettiler.

        Diğer Yazılar