Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avrupa’da son günlerde gittikçe artan Türkiye karşıtlığı yeni bir hareket değil, asırlar öncesinden gelen Türk korkusunun ve Türk antipatisinin yeniden ortaya çıkması ve artık açıkça telâffuz edilmesidir! Batı dünyasının yüzyıllardan buyana bizi nasıl gördüğünü bilmeden “Avrupalı oluyoruz, batılılaşıyoruz” gibisinden hayallere dalmak ise, sadece derin bir hayal kırıklığı ile neticelenir!

        Almanya, Belçika ve derken Hollanda ile sorunlar yaşamamızın ardından birkaç Avrupa ülkesi daha aleyhimize döndü...

        Bütün bu yaşananlar Avrupa’nın, özellikle de Avrupa kültürü ile aydınlanma çağının en önemli isimlerinin bize karşı asırlar önce başlattıkları ve halkın düşüncesinde de geniş şekilde yer bulan antipatinin tekrar ortaya çıkması ve artık açıkça telâffuz edilmesidir!

        İşte bu “Türk antipatisi”nin kısa öyküsü:

        Avrupa, “Türk” kavramı ile Yıldırım Bayezid’in 1394’te İstanbul’u kuşatması üzerine tanıştı ve Hun hükümdarı Attila’nın Yıldırım’dan çok önce yarattığı korku tekrar canlandı. 1396’daki Niğbolu bozgununun ardından gittikçe artan bu korku Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinin ardından Avrupa’da tam bir moral yıkım hâlini aldı ve zihinleri “Türkler her yeri işgal mi edecekler?” soruları işgal etti.

        19. yüzyıl sonlarında çizilmiş bir İngiliz karikatürü: Türk, darağacı için İslâm fanatizmi, kadın ve çocukların boğazlanması, reform vaadi, Hristiyan katliamı, kundaklama, cinayet, vesaireden ip örüyor!

        TÜRKLER İTALYA’YI ALIR MI?

        Batı’nın entellektüelleri eserlerinde Türk korkusunu ele alıyorlar, meselâ Makyavel, “İtalya’nın günün birinde Türkler’in eline geçmesi” ihtimalini ortaya atıyordu.

        Bütün bunlara, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1522’de Rodos’u fethetmesinin ardından kazandığı Mohaç zaferi ve 1529’da Viyana’yı kuşatması da ilâve edilince korku artık Avrupa’nın kalbinde hissedilir oldu. Avrupa’da o senelerden itibaren bale, tiyatro ve opera eserlerinde, halk şarkılarında, şiirlerde ve hikâyelerde hep Türk endişesi vardı. Krallar ve diğer yöneticiler halkı bu sayede Türk tehlikesine karşı canlı tutuyor, siyasî bir kalkan oluşturmaya çalışıyorlardı.

        Almanya’da, 17. yüzyıl sonlarında yapılmış Türk çizimi.

        Türk korkusunu yenmeyi amaçlayan yazarlar da Türkler’i konu alan opera ve tiyatro eserlerinde Yıldırım Bayezid ile Timur’un mücadelesini, Kanunî’nin oğullarını, Türk korsanların kaçırıp köle olarak sattıkları Hristiyanlar’ı konu ediyorlardı. “Türk” kelimesi Avrupa’da artık “şeytan”, “dinsiz” ve “barbar” mânâsına gelir olmuştu.

        REKLAM

        Bütün bu psikoloik gerginliklerin ardından, iş Avrupalı aydınlara düştü ve eserlerinde Türk korkusunu ortadan kaldırmaya çaba gösterdiler. O devir Avrupa’sının en önemli düşünürlerinden olan Erasmus, “Türk İmparatorluğu’nun büyüklüğü insanları korkutmamalıdır. Roma ve Büyük İskender’in imparatorlukları da büyüktü ve yenilmez oldukları sanılırdı. Halbuki bugün artık mevcut değiller, yıkılıp gittiler” diyor, Protestanlığın kurucusu Martin Luther de “Papa ile beraber Türkler’e karşı da mücadele edilmesi gerektiğini” söylüyordu.

        ÜNİVERSİTENIN LOGOSU OLDUK

        Türkler’in yenilmez oldukları inancının yanlışlığı hakkında kaleme alınan ilk eserlerden biri, 17. yüzyılda yaşamış bir Alman seyyaha ait idi. Seyyah, bir Türk gemisi ile İskenderiye’ye gittiği sırada Venedik kalyonları ile karşılaşmışlar, Türk denizciler telâşlanıp korkuya kapılmışlardı ve seyyah “Türkler gibi dünyanın en cesur insanları bile Venedik gemilerinden korktular. Onlar da bizim gibi birer insanmış” diye yazmıştı.

        2013’te Vatikan’a asılan Otranto tablosu: Fatih Sultan Mehmed, masum Hristiyanlar’ın kellelerini kestiriyor.

        REKLAM

        Avrupa’nın Türk korkusu sadece kitaplarla sınırlı kalmadı, o devrin çizimlerinde de yeraldı. Türkler çizimlerde canavar şeklinde gösteriliyor, şeytan ile arkadaşlık ettikleri söyleniyor, hattâ o devrin en önemli öğretim kurumlarından olan Passau Üniversitesi bile mühründe Türk korkusuna yer veriyor ve Türk’ü “Hazreti Meryem’in ayaklarının altındaki bir canavar” olarak ifade ediyordu...

        Türkler, 17. asrın sonlarında Avusturyalılar’ın gözünde kadınları öldürüp çocukları şişe geçiren canavarlardı.

        PAPA’NIN ÂYININI HATIRLAYIN

        Avrupa’nın bize karşı olan hisleri hiç değişmedi ve bugünlere kadar geldi... Bir örnek: Papa Fransuva, Vatikan’da 2013 Mayıs’ında yapılan bir törenle 400 ile 800 kişi arasında oldukları tahmin edilen bir grubu “aziz” ilân etti. Katolik inancına göre “cennete girecekleri kesin” olan bu kişiler, Fatih’in Gedik Ahmed Paşa’ya 1480’de yaptırdığı “Otranto çıkarması” sırasında can veren Otranto sâkinleri idi. Tören sırasında Sen Piyer Kilisesi’nin balkonuna Fatih’in “Hristiyanlar’ın canını alan” donanmasının temsilî bir resmi de asıldı! Avrupa’nın bizim ile ilgili kanaati işte hep böyle olmuş, Batı uygarlığının ve aydınlanmanın en önemli isimlerinin ortak noktalarını bir türlü bitmek bilmeyen Türk düşmanlığı teşkil etmiştir.

        REKLAM

        Bu düşüncenin, endişenin ve düşmanlığın örneklerini de bu sayfada görüyorsunuz...

        REFORMCU DİYE BİLDİĞİMİZ LUTHER, BİZİM İÇİN BAKIN NELER DEMİŞTİ!

        Martin Luther’i Katolik kilisesine başkaldıran, papaların gücünü azaltıp Protestan mezhebinin güç kazanmasını sağlayan ve Hristiyanlık tarihinin en büyük reformunu hayata geçiren kişi olarak biliriz.

        Luther’in dinî alandaki çabasının yanısıra aynı inançla savunduğu bir başka görüşü daha vardı: Türk düş- manlığı! Yazılarında ve vaazlarında Türk tehlikesini gündeme getiriyor ve Avrupa’yı işgal etmek üzere olduklarına inandığı Osmanlılar ile mücadele edilmesini istiyordu.

        Almanya’da 17. yüzyılda yayınlanan ve “işgalci” Türkler’i anlatan bir kitabın kapağı.

        TANRI’NIN GAZABIYMIŞIZ

        Onur Bilge Kula’nın “Alman Kültüründe Türk İmgesi” isimli kitabında Luther’in Türkler’e ilişkin bu görüşleri teferruatlı olarak anlatılır.

        Martin Luther, 1529’da basılıp aynı sene dokuz baskı yapan “Türkler’e Karşı Savaşa İlişkin” isimli bir kitabında bizim hakkımızda şöyle yazıyordu:

        “Türk, Tanrı’nın öfkeli kırbacı ve yakıp yıkan Şeytan’ın uşağı olduğu için, önce onun efendisi olan Şeytan’ı yenmek, Tanrı’nın kırbacını almak ve Türk’ü tek başına bırakmak gerekir. Din adamları, ‘Tanrı’nın işlenen sayısız günah ve nankörlüklerden dolayı Şeytan Türkler’i Almanlar’ın başına musallat ettiğini’ anlatmalıdırlar.

        Hristiyanlar, Papa ve yandaşlarının söylediği gibi yapmamalı, yani Türkler ile sadece bedensel şekilde savaşmamalıdırlar. Türkler’i Tanrı’nın gazabı ve kırbacı olarak görüp dualarla, ağıtlarla ve fedakârlıklarla kendilerini korumalıdırlar.

        Türkler’e karşı savaşmak isteyenler, imparatorun bayrağı altında toplanmalıdırlar. İmparator, Tanrı’nın düzeninin temsilcisi ve ordunun komutanıdır. Böyle bir durumda imparatora bağlılık, Tanrı’ya bağlılık demektir. İmparator üstelik kâfirlerin ve Hristiyanlık düşmanlarının kökünü kazımak istiyorsa Türkler’e karşı savaşmak yerine önce papaya, piskoposlara ve diğer din adamlarına karşı mücadele etmelidir, zira imparatorlukta dinsizler ve din düşmanı hareketler zaten vardır.

        PAPA ILE TÜRK’ÜN FARKI

        Savaşı yalnız Türkler’e karşı değil Papa’ya karşı ve birlikte düşünmeliyiz. Türkler, en az Papa kadar dindardırlar. Dört kitap ile peygamberlere inanırlar ve Hazreti İsa ile annesi Hazreti Meryem’i kabul ederler ama kendi peygamberini Hazreti İsa’dan üstün tutar, İsa’nın Tanrı olduğuna inanmazlar.

        Martin Luther.

        Papa eğer Türkler’in gücüne sahip olsa, Osmanlılar’ın yaptığından daha fazla kötülük yapacaktır. Türk ile Papa arasındaki tek fark, Türk’ün eline kılıç almasıdır. Papa ve Türk’e karşı savaş birdir, zira ikisi de aynı günahları işlemektedir.

        Türk hâkimiyetini arzulamak, en büyük günahlardandır. Bu durum, gerçek idarecilere karşı edilmiş olan bağlılık yemininin inkârıdır ve cezasız kalamaz. İdarecisini lânetleyip Türkler’e koşanlar, Türkler’in arasında hiç bir zaman vicdan huzuru içerisinde yaşayamazlar. Türkler’den kaçıp gerçek idarecilerine dönmedikleri sürece, pişmanlık ve acı duyacaklar, bedenleri Türkler’in arasında olacak ama ruhları bizleri hep özleyecektir.

        Gönüllü olarak Türklere katılanlar, onların dostu ve eylemlerinin ortağı olanlar, sadakatsizler ve dönekler, Türkler’in acımasızlıklarına ve kanlı eylemlerine ortak oldukları takdirde günahların en korkuncunu işleyeceklerdir!”

        Diğer Yazılar