Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cem G.’nin teslim olmasına rağmen cinayetin yarattığı tuhaf cazibe hâlâ devam

        ediyor. Ortada kafası acımasızca kesilmiş, üstelik öyle bıçakla yahut baltayla falan değil, testere ile kesilmiş genç bir kız; cinayet öncesinde uzun zaman devam etmiş tuhaf bir ilişki, katilin aylar süren gaybubeti ve nihayet tuhaftan da öte şartlar altında cereyan eden bir teslim oluş varsa, böyle bir cinayetin gündemi herşeyden fazla meşgul etmesi zaten normaldir.

        Cinayetten sonra yaşananlar, dallanıp budaklanan söylentiler ve Münevver’in fecî âkıbeti, nedendir bilmem, bana çocukluk yıllarımın hüzünlü bir hadisesini hatırlattı: 60’lı senelerde kamuoyunu aynen bu cinayet gibi, hattâ çok daha fazla ve seneler boyu meşgul eden, hemen her gün ve her yerde konuşulan ve zamanla acı bir masal haline gelen hadiseyi, “Aylâ” dramını...

        ‘AYLÂ’ SENDROMU

        Yaşıtlarım, gayet iyi hatırlayacaklardır: Bizim çocukluğumuzda bir “Aylâ” olayı vardı. O seneler Aylâ’nın bahsi ile geçmiş, aileler bizlere hissettirmeseler de, Aylâ’nın kaderinin kendi çocuklarının da başına gelmesi endişesini gizliden gizliye taşımışlardı. Herşey, İstanbul’da, 1961’in 9 Ekim’inde, öğleden sonra başladı. 1955 doğumlu Aylâ Özakar adındaki bir kız çocuğu, o gün öğleden sonra saat dört

        sularında, Bahçelievler’deki evinin hemen ilerisindeki bakkala yalnız başına bisküvi

        almak için gitti ve bir daha dönmedi. Aylâ’nın kaybolması, bir anda en önemli olay hâline geldi. Türkiye, o günlerde siyasi bir çalkantının içerisindeydi. Bir sene önceki ihtilâlin, yani 27 Mayıs darbesinin ardından ilk genel seçimler 15 Ekim

        günü yapılacaktı ve eski Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanının, Fatin Rüştü

        Zorlu ile Hasan Polatkan’ın idamlarının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişti. Ama, dikkatler siyasetten çok Aylâ’nın kaçırılmasına yöneldi.

        İlk söylenenler, Aylâ’yı “çingenelerin” kaçırdığı yolundaydı. Polis, şehrin dört bir yanında Aylâ’yı arıyordu. Küçük kızın babası Selahattin Özakar, çocuğunu bulabilmek için polisten de fazla ve filmlere bile taş çıkartacak bir çaba gösterdi.

        VİCDANSIZ ŞAKALAR

        Kızının nerede olduğunu bildirecek olanlara 20 bin lira gibi o günlerde bir servet

        sayılabilecek ödül vaadetti, bastırdığı binlerce el ilânını İstanbul’un dört bir yanında

        bizzat dağıttı ve çeribaşıları ikna edip o günlerin İstanbul’unda bolca rastlanan göçebe çingene kamplarında Aylâ’yı aradı.

        Aylâ’dan bir haber yoktu ve ardı arkası kesilmeyen ihbarların hepsi asılsız çıkıyordu. Hattâ, babanın felâketini kendilerine eğlence vasıtası yapan bazı vicdan

        düşkünleri Selahattin Özakar’a telefon ediyor, ahizeyi kız çocukların ellerine vererek “Babacığım ben Aylâ. Seni çok özledim” dedirtiyor ve akılları sıra eğleniyorlardı.

        ACABA HAYATTA MI?

        27 Mayıs sonrası ilk genel seçimler o günlerde yapıldı ama hiçbir parti iktidarı tek başına alamadı. Gazeteler birinci sayfalarının üst tarafında siyaset literatürümüze ilk defa giren “koalisyon” sözünün ne demek olduğunu yazıyor, sayfanın altında da Aylâ hakkındaki son haberleri veriyorlardı.

        Aylâ’dan ümit giderek kesildi, aramalara nihayet verildi ama küçük kızın dramı

        hiç unutulmadı. Selahattin Özakar, seneler sonra kızı için sembolik bir mezar inşa ettirdi. Ben ve yaşıtlarım, çocukluk senelerimizi hep bu “Aylâ” hadisesini işiterek geçirdik. Hemen her gün dinlediğimiz “Sokakta tanımadıklarınla konuşma” yahut “Sana birşey vermek isterlerse alma” gibisinden tavsiyelerin ve telkinlerin gerisinde büyük ihtimalle “Aylâ endişesi” vardı. Aradan geçen 40 küsur yıl sonra da, Aylâ hakkındaki tek yazıyı, görebildiğim kadarıyla bundan birkaç sene önce Faruk Bildirici kaleme almıştı, o kadar.

        Senelerden buyana hep merak ettim ve Münevver Karabulut hadisesinden sonra,

        merakım daha da arttı: Aylâ acaba hâlâ yaşıyor mu? Küçük kızı evinin hemen ilerisindeki bakkalın önünden kaçıranlar ona ne yaptılar? Bir sapığın elinde can verdi de minik cesedi bugüne kadar bir türlü bulunamayan bir yere mi gizlendi; yoksa ismi, geçmişi ve hattâ hafızası bile değiştirilerek başka bir şehirde başka bir isim altında yaşamaya mı zorlandı?

        54 YAŞINDA OLACAKTI

        Benim temennim bu ikinci ihtimal, yani hâlâ yaşıyor olmasıdır ve şayet hayatta

        ise şimdi 54 yaşındadır ama asıl adını ve kimliğini bilmemekte, hayatını onu kaçıranların verdikleri başka bir isimle sürdürmektedir. Belki de, hayal bu ya, bir türlü çocuk sahibi olamayan zengin bir çift tarafından kaçırtılıp öz evlâd gibi büyütülmüştür ve bugün yine gerçek kimliğinden habersiz refah içerisinde bir hayat sürmektedir. Hattâ, hayattaysa ve hikâyesini anlatan bu yazıyı da okudu ise mutlaka içi burkulmuş, küçük Aylâ’ya yani bizzat kendisine artık bambaşka bir isme ait olan yüreğinin derinliklerinden üzülmüş bile olabilir...

        Falcılar seferber olmuş, korsan filmi bile çekilmişti

        AYLÂ’nın bulunması için sadece babası Selahattin Özakar ve polis değil, çok kişi seferber oldu. Vatandaşlar şehrinmetruk mahallerinde küçük kızın cesedini ararlarken, emekli polisler de dedektiflik yapmaya başladılar.

        Bu yoğun çabanın gerisinde insanî hislerin yanısıra, Ayla’nın babasının kızını bulana vermeyi vaadettiği 20 bin liralık ödülün de mutlaka tesiri vardı. Ayla’nın kaçırılmasından birkaç gün sonra, küçük kızı arayanların arasına bir başka grup dahil oldu:

        Falcılar ve medyumlar...

        Küçük kızın annesi, Aylâ’nın bulunmasını sadece polise ve ödülün peşine düşenlere bırakmak istememiş, olayın daha ilk haftasında falcılara gitmeye başlamış ve bu gidişler gazetelerde haber olmuştu.

        İşte bu haberler, ne kadar falcı ve medyum varsa, hemen hepsinin işin içine girmelerine ve her Allah’ın günü kehanetlerde bulunmalarına yolaçtı. Derken,

        hadiseye Avrupa’daki medyumlar el attılar. Gazetelerde “Londra’nın, Kraliçe’nin de geleceğini okuyan meşhur medyumu filânca Aylâ’yı gördü” gibisinden haberler çıkıyor, o senelerinmeşhur falcı “bacıları” her yılbaşında “Aylâ bulunacak”

        diyorlardı.

        Ve, hiçbirinin söylediği çıkmadı.

        Olayın üzerinden bir sene geçmesinden sonra, bir başka tatsızlık yaşandı: Aylâ’nın kaçırılması Yeşilçam’da film olmuş ama filmi çekenler küçük kızın acılı ailesinden izin almaya lüzum hissetmemişlerdi.

        “Kayıp Kız Aylâ” isimli filmin senaryosunu Afif Yesari yazmış, Hüseyin Kâşif yönetmişti.

        Başrollerde Muhterem Nur, Turgut Özatay, Nedret Güvenç ve Atıf Kaptan vardı. Aylâ filmde bir çete tarafından kaçırılıyor, Turgut Özatay çetenin reisini,Muhterem

        Nur reisin sevgilisini, Nedret Güvenç de kaçırılan çocuğun annesini oynuyordu.

        Aylâ’nın babası Selâhattin Özakar bu defa hukuki bir mücadeleye girişti, filmi yasaklattı, üstelik bir eksiğiyle bütün kopyaları da toplattı.

        “Kayıp Kız Aylâ”, sadece Türkiye sinema tarihinin değil, dünya sinemacılığının da yasaklı filmleri arasında bulunuyor.

        Diğer Yazılar