Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HA gayret, Suriye ile savaşa tutuşmamıza şunun şurasında az birşey kaldı diyeceğim ama...

        Muhabirlik yıllarımda cepheleri karış karış dolaştığım için savaşın ne olduğunu yakından gördüm; "savaş" sözünün kelimelerin ve kavramların dışında kalan mânâsını da gayet iyi öğrendim... Dolayısı ile "Suriye'ye karşı hemen savaş ilân edelim, Halep zaten Türk şehridir, oraya kadar gitmişken Şam'ı da tekrar fethedelim" gibisinden ifadelerin aslında ne kadar kışkırtıcı olduklarını da bilirim.

        Savaş fenadır, berbattır tamam... Ama memleket saldırıya uğradı ise, yani birkaç zibidinin "Yallah" deyip nereye gideceğini bile düşünmeden salladıkları top mermisinin üçü çocuk ikisi kadın beş kişinin canını alması üzerine "Aman sesimizi fazla çıkartmayalım, sonra olanlar olur, kan dökülür, zaten savaş çok fena birşeydir" demenin de sadece mıymıntılıktan, korkaklıktan ve tembellikten ibaret olduğuna inanırım.

        İŞGAL BEKLENTİSİ

        80'li senelerde Ortadoğu'nun ezilen milletlerinin, özellikle de Lübnanlılar'ın en büyük hayâli, Türkiye'nin Suriye'ye savaş ilân etmesi ve Türk birliklerinin Şam'a kadar girip Hafız Esad'ı devirmesi idi. O günlerin geçimini zengin Arap ülkelerini tehdit ile şantajdan, doğu blokundaki müttefiklerine para için yalvarıp yakarmaktan ve işgal altında tuttuğu Lübnan'ın iliğini kemiğini sömürmekten sağlayan Suriyesi'nin Lübnan'da yaptıkları öylesine bir nefret yaratmıştı ki, tek ümid sadece Türkiye idi. PKK'nın 1990'da terörü tırmandırması üzerine Türk savaş uçaklarının Bekaa'daki Suriye mevzileri ile PKK kamplarını bombalayacağı söylentileri yayıldığı zaman, Lübnanlılar nerede ise bayram yapmışlardı.

        Esed ailesinden ve Baas iktidarından bir zamanlar çekmediği kalmayan Arap dünyasının kendilerini bu dertten kurtaracağına inandıkları Türkiye, bu kadar sene sonra Suriye yönetimi ile karşı karşıya... Üstelik karşımızda eskisine göre süngüsü düşmüş, iktidarda kalabilmek için hiçbirşeyi yapmaktan çekinmeyen ve halkına karşı her türlü cinayeti işleyebilecek bir Suriye var...

        "Şam'daki iktidara karşı hükümette birdenbire ortaya çıkan bu nefretin sebebi ne ola ki?" diye uzun zamandır düşünüyorum...

        Belki hatırlarsınız: 1973'teki Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra, Türkiye'deki İslâmî camianın iki hayâli vardı: Suriye'deki Baas rejiminin devrilmesi ve Kudüs'ün işgalden kurtarılması...

        Şam'da iktidar Baas Partisi'nin, parti de Nusayrî azınlığın elinde idi. Bu, Suriye'deki Sünnî çoğunluğun Ehl-i Sünnet inancına göre "Gulat" olan bir azınlık iktidarının altında ezilmesi demekti ve Sünnîler'in bu baskıdan kurtarılması gerekirdi...

        Kudüs de kurtarılmayı bekliyordu... İslâm'ın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa 1967'deki savaştan sonra Yahudi işgaline uğramış, 1973 savaşı işgali daha da bitmeyecek hâle getirmişti ve dolayısı ile Kudüs'ün yeniden Müslümanlar'ın elinde olması şarttı.

        O ZAMANIN GENÇLERİ

        70'lerin İslâmî gençliğinin hayalinde işte bu iki hedef vardı. Filistin meselesi o günlerde pek bilinmezdi, zira "Filistinliler" dendiğinde akla önce El Fetih grubu ve grubun lideri Yaser Arafat gelir, Arafat ile gerillaları da terör saldırıları yahut uçak kaçırmalar ile hatırlanırdı.

        Sonra aradan seneler geçti ve "işgal altındaki Kudüs için birşeyler yapma" hayâlinin yanında bir de "ezilen Filistinliler" kavramı yerleşti ve sadece Kudüs'ün değil, Filistinliler'in de kurtarılması hedef hâlini aldı...

        Bugün Türkiye'de dış politika konusunda karar verme yetkisine sahip bulunanların çoğunun 70'li senelerin o şekilde düşünen gençleri olduğunu hatırladığınızda Ortadoğu, özellikle de Suriye, İsrail ve Filistin politikamızın artık bambaşka bir yola girmiş olmasının sebebini çok daha iyi farkedebilirsiniz...

        Diğer Yazılar