Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Meclis yeni anayasa paketi üzerinde çalışıyor, iktidar ve muhalefet taslak metinler hazırlıyorlar ve "resmî dil" konusu da gündeme geliyor... Türkiye aynı tartışmaları Midhat Paşa'nın bundan tam 137 sene önce bir tekkede tek başına kaleme aldığı ve ilk anayasamız olan "Kanun-ı Esâsî" günlerinde de yaşamış, resmî dil konusu 1908'deki İkinci Meclis'in gündemini de uzun müddet işgal etmişti.

        MECLİS'te yeni anayasa üzerinde çalışmalar hummalı şekilde devam ediyor; iktidar da, muhalefet partileri de taslak metinler hazırlıyorlar ve tartışmaların esası, anayasanın giriş bölümü ile ilk maddeleri üzerinde yoğunlaşıyor.

        Çalışmalar yakında bitecek, metin son şeklini alacak ve artık "çağdaş" standartlarda bir anayasaya sahip olacağız!

        Türkiye'de bütün anayasalar şimdiye kadar darbeler yahut ağır baskılar neticesinde olağanüstü şartlarda hazırlanmıştır ve ilk anayasamız olan 1876'daki "Kanun-ı Esâsî" de o sene ardarda yaşanan iki darbenin eseri gibidir...

        ÜÇ AYDA İKİ DARBE

        İşte, bu ilk anayasamızın hazırlanış öyküsü:

        Osmanlı Devleti, 1876'nın yaz aylarını son derece hareketli yaşamış, 30 Mayıs'ta Sultan Abdülâziz tahtından indirilmiş, yerini Beşinci Murad almış, devrik hükümdar sadece dört gün hayatta kalabilmiş ve 4 Haziran akşamı öldürülmüştü. Beşinci Murad ise 93 gün padişahlık etmiş, "delirdiği" iddiası ile 31 Ağustos'ta o da tahtında indirilmiş ve Sultan Abdülmecid'in oğullarından Şehzade Abdülhamid Efendi, "İkinci Abdülhamid" olarak tahta çıkmıştı.

        Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindeydik ve 31 Ekim günü Rusya'dan İstanbul'a savaşa derhal son verilmesi için bir ültimatom aldık. Avrupa ülkelerinin temsilcileri İstanbul'un Rusya karşısında yalnız kalmaması ve güç dengesinin değişmemesi için birşeyler yapmak maksadıyla İstanbul'a geldiler ve 23 Aralık günü Haliç Tersanesi'ndeki Denizcilik Bakanlığı binasında bir konferans toplandı. Resmi gündem İstanbul'a destek ve Rusya'ya gözdağı vermekti ama Avrupa, Babıali'den bu vesile ile birşeyler kopartabilmenin peşindeydi ve söylenenler bugün edilen sözler ile aynı idi: "Avrupalı olabilmek için köklü reformlar yapmalısınız!" diyorlardı.

        TEKKEDE HÜCREYE KAPANDI

        Tersane Konferansı öncesinde, saray bir başka hazırlıkla meşguldü: Kanun-ı Esasi'nin, yani anayasanın ilânıyla... Genç hükümdar Abdülhamid, tahta çıkarken meşrutiyet sözü vermiş ve bir anayasa taslağı hazırlanmasını istemişti.

        Meşrutiyetin ilânı ve ilk anayasa, 23 Aralık'ta, Tersane Konferansı'nın açıldığı saatlerde top atışlarıyla duyuruldu. Babıali, Avrupalılar'a "Biz de artık sizler gibi olduk" diyerek Türkiye'nin Avrupalılaştığını kabul ettirebileceğine inanıyordu.

        Anayasayı, Midhat Paşa'nın başında bulunduğu bir komisyon hazırlamıştı ama söylentilere göre metni Paşa bizzat kaleme almış, hatta bu işi yapmak için gözlerden uzak bir yer aramış ve bir tekkeye, İstanbul'un surdışındaki tek Mevlevi dergâhı olan Yenikapı Mevlevîhânesi'ne kapanmış, orada günlerce çalışmıştı.

        Midhat Paşa'nın kaleme aldığı metin başkanı olduğu komisyon tarafından kabul edildi ve birkaç maddede bazı değişiklikler yapan Abdülhamid Türkiye'nin ilk anayasasını ilân edip yürürlüğe koydu.

        AVRUPA BEĞENMEDİ

        Ama işler o gün beklendiği gibi gitmedi. Tersane'deki Avrupalılar top seslerini işitince, önce ihtilâl oluyor zannettiler ve vaziyetten Babıali'den gelen bir heyet sayesinde haberdar oldular. Heyet "Top sesleri, devletimizin meşrutiyete geçtiğini müjdeliyor. Artık azınlık meselesi diye bir problemimiz kalmamıştır ve dolayısıyla konferansın devamına da lüzum yoktur" dediler. Avrupalıların cevabı sadece iki kelime oldu: "Çocuk oyuncağı" dediler...

        RUSLAR YEŞİLKÖY'DE!

        Meşrutiyet hiçbirinin umurunda değildi, toplantılarına devam ettiler ve hazırladıkları talep listesini Babıali'nin burnuna dayadılar. Gayrımüslimler için yeni haklar istiyorlardı...

        Avrupalılaşma uğruna rejimi baştan aşağı değiştirmemize rağmen Avrupalı olamamıştık...

        Bu ilk anayasa denememizden sonra olup bitenleri de kısaca anlatayım: İşin devamı biraz kanlı oldu. İlk parlamento 19 Mart günü açıldı, Rusya 24 Nisan'da Türkiye'ye savaş ilân etti. Tarihlere "93 Harbi" diye geçen savaşta çok büyük yenilgiye uğradık, Rus ordusu Yeşilköy'e kadar geldi. Dünya kadar toprak kaybettik ve bütün bunlar olup biterken Meclis'in bazı üyeleri milliyet davasına kalkıştılar, Abdülhamid de 1878'in 13 Şubat'ında Meclis'i süresiz tatil etti. Bu tatil tam 30 sene, 1908'deki İkinci Meşrutiyet'e kadar devam edecekti.

        CELAL BAYAR GETİRTTİ

        Anayasanın mimarı Midhat Paşa ise, meclisin kapatılmasından bir ay kadar önce, 5 Şubat günü devreden çıkartıldı. Paşa'nın devletin tek hâkimi gibi davranmaya başlaması ve etrafta "Osmanoğulları olur da Midhatoğulları niçin olmaz?" gibisinden sözler söylediğinin iddia edilmesi üzerine, Sultan Abdülhamid anayasanın 113. maddesini işletti. Madde, padişaha devlet için tehlikeli olabilecek kişileri sınırdışı etme hakkı veriyordu. Abdülhamid, maddeyi Midhat Paşa'ya uyguladı ve sadrazamlıktan azledilen Paşa, Avrupa'ya sürgüne gönderildi. Anayasanın yazıldığı Yenikapı Mevlevîhânesi ise sıkı bir tarassut altına alındı, etrafına jurnalciler yerleştirildi ve mevlevîhâne seneler boyunca âyin gecelerinde bile jurnalcilerle dolup taştı.

        İstanbul'a birkaç sene sonra yeniden dönecek olan Midhat Paşa ise bu defa Sultan Abdülâziz'i öldürtmekle suçlanıp mahkemeye çıkartılacak, idama mahkûm edilecek, cezası müebbed hapse çevrilecek, Arabistan'a sürülüp Taif'te bir kaleye kapatılacak, orada hâlâ tartışılan bir şekilde can verecek ve kemikleri 1951'de Türkiye'ye getirtilerek 26 Haziran'da Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın da katıldığı bir devlet töreni ile İstanbul'da, Âbide-i Hürriyet'e defnedilecekti.

        1876'daki ilk anayasamızın macerası, ana hatlarıyla işte, böyle... Yine o günlerde gündeme gelen "resmî dil" tartışması sırasında yaşanan bazı hadiseleri de, bu sayfadaki kutuda okuyabilirsiniz...

        Sultan Abdülhamid resmi dil yüzünden Meclis'i kapatmıştı

        ANAYASA'da "resmî dil" ve "Türklük" tartışmalarının her bahsi geçişinde, bugün Yunanistan'ın "Servia" adını taşıyan Serfiçe bölgesinin Osmanlı Meclisi'ndeki Rum milletvekili olan Yorgi Boşo Efendi'nin İkinci Meşrutiyet Meclisi'nde ettiği söylenen "Ben, Osmanlı Bankası kadar Osmanlı'yım" şeklindeki sözlerini hatırlarız...

        ŞİRKET GİBİ DEVLET

        Meclis tutanakları tarandığında Boşo Efendi'nin böyle bir sözüne rastlanmaz ama 1909'da "Osmanlı Devleti bir şirket gibidir. O şirketin büyük olabilmesi için bütün ortakların sermayeleri ile girmeleri lâzımdır. Bizim sermayemiz nedir? Dilimiz ve öğretimimiz... Başka birşey yok" dediği görülür.

        MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de anadil tartışmalarını araştırırken Boşo Efendi'den geriye gidememiş olacak ki, geçenlerde bu konuda yaptığı konuşmada Boşo Efendi'den bahsetti ama 1876'daki ilk Meclis'te yaşananlardan hiç söz etmedi.

        İKİ MADDEDE TÜRKÇE

        Anayasa değişikliği paketi ile şimdi yeniden tartışılan anadil meselesi, bundan 137 sene önce, ilk anayasamızın hazırlanması sırasında da gündeme gelmişti.

        Midhat Paşa, hazırladığı anayasa taslağında resmi dil meselesine temas etmemiş, sadece "İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan herkes kendi diliyle eğitim ve bu dili her yerde kullanabilme hakkına sahiptir" demişti.

        Böyle bir madde tam bir dil kargaşasının çıkması, hattâ Meclis kürsüsünde bile değişik dillerde konuşulması, dolayısı ile dil anarşisinin doğması demekti. Devreye giren Mabeyn Başkâtibi yani sarayın genel sekreteri Eğinli Said Paşa, hükümdarı maddenin değişmesi için ikna etti ve ilk anayasamızda resmi dile iki maddede yer verildi: 18. maddede devletin resmi dilinin "Türkçe" olduğu söyleniyor, 57. maddede ise Meclis görüşmelerine "Türkçe şartı" getiriliyordu.

        TARTIŞMA MECLİS KAPATTIRDI

        Ancak dil konusu Meclis'te devamlı bir huzursuzluk kaynağı oldu. Hristiyan milletvekilleri kürsüden kendi dilleriyle konuşmaya kalktılar. Hattâ Erzurum'daki Ermeni cemaatinin temsilcisi olan Hamazasp Efendi işi bütün azınlık dillerinin resmi dil kabul edilmesini istemeye kadar götürdü.

        Sultan Abdülhamid'in 1878 Şubat'ında Meclis'i kapatma gerekçeleri arasında ilk sırada, azıklıkların bu gibi talepleri yeralıyordu.

        Diğer Yazılar