Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAYRAMINIZ kutlu olsun... Bugün bayram münasebeti ile gündemin dışına çıkıp eğlenceli birşeyler yazayım ve eski devirlerin İstanbul’unda Ramazan Bayramı’nın ilk günü yapılan ve 1908’e kadar devam eden tuhaf bir kutlamayı anlatayım dedim.

        Bu kutlamaya, “Serhoşlar Bayramı” denirdi; içki ve esrar düşkünü bir grup İstanbullu, her sene Ramazan Bayramı’nın ilk günü şehrin geçmişteki en namlı içkicisi ile esrarkeşinin mezarlarının başında şenlik yaparlardı...

        Hani bazılarımız “İçki dinimizde serbesttir ve sadece Ramazan’da yasak edilmiştir” diye düşünüp on bir ay boyunca demlendikten sonra Ramazan’ın gelmesi ile beraber kendilerini bir aylığına nadasa çekerler ya... Bu âdet eski asırlarda da vardı, Ramazan boyunca ağzına içki koymayan alkolikler ve topaklarına el uzatmayan esrarkeşler Ramazan’ın bitmesini dört gözle bekler ve bayramı kendilerine mahsus şekilde kutlarlardı. “Ayyaşlar Bayramı” denen şenlik, işte bu kutlama idi...

        BİR TUHAF İKRAM

        İstanbul halkı bayram namazına giderken Ramazan boyunca ağızlarına içkinin damlasını koymamış ve tek nefes esrar çekmemiş olanlar Edirnekapı’da buluşur, sur kapılarından sessizce dışarıya süzülüp Otakçılar’a gider, ellerinde “dem”leri yani içkileri ile oradaki salaş bir kahvede durur, bütün yoldaşlarının gelmesini bekler ve beklerken şişeleri kafalarına dikerlerdi. Sonra, mezarlık ziyareti başlardı. Fethi Çelebi Caddesi’ne sapıp yolun sol tarafındaki kabristana girip İstanbul’un en namlı içicisi Bekri Mustafa ile en meşhur esrarkeşi olan ve dünyadan 1801’de 134 yaşında iken ayrılan Urfalı Hacı Ahmed Ağa’nın mezarlarının başına giderler, ceplerdeki şişeler çıkartılır ve bayramlaşma merasimi başlardı.

        Ama bu bayramlaşma öyle birbirleriyle kucaklaşma falan değildi; başka şekilde olurdu: İçkilerini nefes almaksızın kafalarına diktikten sonra şişelerin dibinde kalanları gülsuyu serper gibi mezarların üzerine serperler, böyle yaparak mezarları kutsadıklarına inanırlardı ve sırada “bayram ikramı” vardı. “İkram”, zulalardaki şişelerin birbirlerinin ağızlarına götürülmesi demekti!

        Bu iş de bittikten sonra, serhoşların kendilerine pîr kabul ettikleri Bekrî Mustafa ile Hacı Ahmed Ağa’nın mezarları süslenirdi. Bayram yaza tesadüf etmiş ise mezarları gelinciklerle ve papatyalarla donatırlar, sert kış günlerinde de defne ve taflan dallarıyla süslerler ve bu sırada gür sesli bir serhoş, şarap hakkında yazılmış bir gazeli nağme ile okumaya başlardı. Gazel “Ben şehid-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin” yani “Dostlar, ben şarap şehidiyim; yaşadığım ânı yâdedin” diye başlar, “Neyle, meyle bir alah mahbub ile her dem gelin / Bezm-i cem âyinini kabrimde mu’tad eyleyin” (Neyle, şarapla ve dostlarla her an gelin ve içki meclisini kabrimde kurun) mısraları ile devam ederdi.

        Esrarkeşler ise Hacı Ahmed Ağa’nın mezarının etrafında bayramlaşırlardı. Halka halinde oturulur, elden ele gezen kalın esrarlı sigaradan nefeslenilir, sonra Silivrikapı dışına, Kozlu Meydanı’na gidilir ve nefes çekmeye oradaki kır kahvesinde devam edilirdi.

        1908’DEN SONRA UNUTULDU

        Serhoşlar Bayramı’nın son bulduğu yer, Edirnekapı idi. Mezarlıktan neş’e içerisinde, şarkılar söyleyerek dönen kafilenin sesi kapıdan içeri girildiği anda kesilir, herkes bir tarafa dağılır ve bir sonraki bayrama kadar ortalıkta görünmezlerdi. Bu tuhaf âdet 1908’e, yani İkinci Meşrutiyet’e kadar devam etti ve sonra unutulup gitti... Serhoşlar Bayramı hakkında şimdiye kadar kaleme alınmış olan tek yazı, bu tuhaf kutlamalara katılan bir kişiye, “Bekir Ağa Bölüğü” denen Beyazıt’taki hapishaneye ismini veren Bekir Ağa’nın oğlu Ahmet Hamdi Tanyeli’ye aittir. Ben, bugün bu köşede verdiğim bilgileri de Tanyeli’nin bundan altmış küsur sene önce yazdıklarından naklettim. Bayramınız tekrar kutlu olsun!

        Diğer Yazılar