Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BÜLENT Ecevit’in “Karaoğlan” olup ortalığı kasıp kavurduğu 70’li senelerde, başta CHP’nin Taksim’deki meşhur mitingini ve Ecevit’in meydanlarda yaptığı bütün konuşmaları ön saflarda dinlemeye giden Nişantaşı ve Bağdat Caddesi sosyetesine mensup şık hanımların dillerinden düşürmedikleri bir söz vardı:

        “Hem Halk Partili, hem Fenerliyim şekerim” derlerdi...

        Onlara göre sadece CHP’li olmak kâfi değildi, Fenerbahçe’yi desteklemek de şarttı, zira mensubu oldukları sosyal sınıfa göre, memleketin âlî menfaatleri böyle gerektiriyordu! Bülent Ecevit gençti, İsmet Paşa’ya karşı başlattığı mücadeleden galip çıkmıştı ama partide kuyusunu kazmaya çalışan dünya kadar muhalifi vardı ve onlarla didişme hâlinde idi. Hanımefendiler, Halk Partisi’ndeki bitmeyen kulislerin, ayak oyunlarının ve boğuşmaların genç lideri daha da güçlendireceğine inanıyorlardı ama bu siyasî hayranlığın yanına bir sosyal eğlence gerekiyordu ve o ihtiyaçlarını da Fenerbahçe karşılıyordu. Gerçi klübün başkanının yahut kalecisinin ismini bile bilmezlerdi ama Fenerbahçeliliği “ortamın solu” ile özleştirmişlerdi.

        ÇİZGİ DE AYNI, KADER DE

        70’li senelerde böyle düşünen hanımların artık çoğu hayatta değil ama şayet yaşasalardı bugün eminim Fener’i bir tarafa bırakır ve Galatasaraylı olurlardı.

        Neden mi?

        CHP’nin tarihindeki o bitip tükenmek bilmeyen didişmeler son senelerde GS’ye sirayet ettiği için! CHP’nin geçmişi ve bugünü ile Galatasaray’da son senelerde olup bitenleri şöyle bir mukayese ederseniz, ikisinin çizgisinin ve kaderinin de birebir aynı olduğunu görürsünüz: Her an bağırıp çağıran bir muhalefet, perde arkasından liderlik oynama heveslileri, klikler, kulisler, ekipler, listeler, hemen her gün yükselen olağanüstü kongre talepleri, yönetimi darbe ile devirme çabaları, istifalar, istifaya zorlamalar, tasfiyeler, dünya kadar başkan adayı, zırt pırt toplanan kongreler, klübün geleceğini lüks restoranların kuytu köşelerinde yenen yemeklerde belirlemeye çalışma âdeti, ne denmek istediği bir türlü anlaşılamayan muallâk açıklamalar, anlaşmaya varılıp işin başına yeni bir yönetim gelse bile aynı didişmelerin hemen başlaması ve netice: CHP’nin tek başına bir türlü iktidar olamaması gibi, Galatasaray’ın da senelerdir Avrupa’da kupa yüzü görememesi!

        Galatasaray’da bu mücadelelere girişenler öyle genç ve amatör futbol meraklıları değil; yaşını başını almış, üstelik şirket, holding ve servet sahibi koskoca adamlar...

        Böylesine muhterem zevâtın top peşinde koşmayı bu kadar büyük prensip meselesi hâline getirmelerinin sebebini büyük klüplerden birinde yöneticilik yapmış olan bir arkadaşıma sordum; “Güç, kuvvet ve tanınma... Yani hiç bitmeyen, daha da artması istenen şöhret merakı” dedi ve hoş bir örnek verdi: “Roma İmparatorları dünyanın en güçlü adamları idiler ama herbiri bir gladyatör takımını destekler, onun şampiyon olmasını isterlerdi. Biz, şimdi kansız bir gladyatör mücadelesi yapıyoruz! Paranın açamadığı kapıyı da başkanlık açıyor, tek bir telefonla başbakandan bir saat sonrasına randevu alabiliyorsun!”

        Gerçi böyle bir randevuyu neredeyse bir buçuk senedir almaya çalışan ama huzûra kabul olunma şerefine bir türlü nâil olamayan bazı başkanlar da var ya, neyse...

        SPOR YAZMANIN RAHATLIĞI

        Galatasaray’ın CHP’lileşmesi artık sosyolojik bir meseledir ve bu işi ciddî şekilde ele alacak bir sosyoloğun Nobel, Oscar, Emmy, Grammy vesaire gibi ödüllerden birine lâyık görüleceği de kesin gibidir. Futbol ile şimdiye kadar hiç alâkadar olmadığım halde, Galatasaray’daki bu bitmeyen didişmeler bana ilham verdi ve artık arada bir futbol yazmaya karar verdim.

        Bana sakın “Sen futboldan ne anlarsın? Bu iş bilgi ve uzmanlık işidir” demeye falan kalkmayın, zira görünen o ki, futbol yorumculuğu dünyanın en kolay işlerinden biridir!

        Ekranlarda yahut köşende mesleğinde dünyanın belki de en iyisi olan teknik direktör için “Bu adam futboldan anlamıyor!” de,“Satılmış’ı solaçık yapacağına defansa alman lâzımdı. Onun yerine Hans’ı koysana! Üzeyir yahut Molakalawani’yi neden bek yapmıyorsun? Hesterçüştür de stoper olsun! Milyonlarca dolar verip getirdiğin Tanganikalı’yı da libero yapacağına yedekte tutarsan, işte böyle elenirsin!” diye konuşursanız gayet saygın bir yorumcu olursunuz! Hele, Galatasaray’da olup bitenler konusunda da kıymetli fikirlerinizi ifade ettiniz mi, Allaaaah!

        Arada bir futbol yazmaya karar vermemin sebebi işte bu; yani köşemi günler süren araştırmalara ve yorulup ter dökmelere ihtiyaç kalmadan şipşak doldurabilmek!

        Diğer Yazılar