Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin Musul operasyonunda var olma ısrarı bazı çevreler tarafından “başarı öyküsü arayışı” olarak nitelendirilerek karikatürize ediliyor. Türkiye’nin talepleri Musul’u Türkiye topraklarına katmak içinmiş gibi davranıyorlar, sonra da bastırıyorlar: “Önce içerideki meselelerini hallet. Bak daha Gaziantep IŞİD’den temizlenmiş değil. Bak daha PKK terörü çözülmüş değil.”

        İçerideki mesele-dışarıdaki mesele gibi bir ayrım kaldığını zanneden zevattan iseniz, böyle saçmalamanız doğaldır. Gerçek ise şudur: Türkiye tam da bu ve bunun gibi nedenlerle Musul’daki operasyonun doğru yürümesini istiyor, çabalıyor. Zaten Fırat Kalkanı operasyonu da bu nedenlerle başlamıştı.

        Zira şu çok net anlaşıldı: “Sınırı- nın hemen diğer yanında otorite kalmamışsa, nizam kalmamışsa; gardını almaya başlayacağın ve güvenliğini sağlama alacağın yer sınırların değil, sınırlarının ötesidir. Bunu yapmadığın zaman ‘içeride’ sürekli operasyona maruz kalırsın.”

        Kanımca Erdoğan’ın, “Türkiye artık yanlış güvenlik anlayışını terk etmiştir, bıçak kemiğe dayanana kadar sabretmeyeceğiz” sözünün de anlamı budur. Buradan elde edilmesi umulan “başarı” da, bölgeyi mezhepçi politikaların neden olduğu/olacağı katliam, zorunlu göç döngüsünden korumak; körlemesine gidi- şata engel olmaktır. Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu gerçeğinin hatırlatılması, Musul’un önemine atfendir, Musul’un “bizim” için önemli olması demektir. “Biz” kavramını, ulus devletin kanunlarla çerçevelenmiş egemenlik alanı olarak tasavvur ederseniz, aşırı yorumlar yapmaktan kaçamazsınız. Oysa “biz” daha geniş bir mefhuma tekabül eder ve atfettiğimiz “önem” de, Musul’un esenlik içinde olmasıdır, ille de sınırları- mız içinde olması değil.

        Düne kadar “IŞİD’i karşına almıyorsun” ya da “IŞİD’le işbirliği yapıyorsun” diyenler, bugün Türkiye’nin IŞİD’e karşı verilen savaşın parçası olmasından rahatsız.

        Çünkü dün, Türkiye’yi o cihetten sıkış- tırmak, mahkûm etmek gerekiyordu(!); bugün ise IŞİD’e karşı giriştiği mücadeleden kendisi ve bölge Müslümanları adına pozitif sonuçlar elde etmesi mümkün olan bir Türkiye var, o halde “bıraksın, IŞİD’le daha fazla mücadele etmesin”.

        Neden böyle?

        Çünkü bölgeye sınırı olmayan ülkeler için IŞİD başından beri bir vizenin adıydı. Ortadoğu’ya yeniden yeni sınırlar çizmek isteyenlerin, Irak’a, Suriye’ye giriş bileti. “N’apalım orada IŞİD var ve çok cani” diyen, girdi.

        IŞİD kuşkusuz korkunç bir terör örgütü, bulunduğu yerlerde ve özellikle Türkiye’de gerçekleştirdiği eylemler yüzünden başlı başına bir tehdit.

        Ancak Fırat Kalkanı operasyonu gerçekleşene kadar, yani Türkiye sahaya çıkana kadar, IŞİD’in bölgedeki savaş gücünün “özellikle” abartıldığını görüyoruz. Cerablus ve Dabık bunun kanıtı.

        Gücü abartıldı ki, bir yeri işgal ettiğinde diğer aktörlerin o yeri ele geçirmesi “meşru” olsun. Bu doğrultuda IŞİD, beyin takımı çoktan ele geçirilmiş bir örgüt olarak önemli fonksiyonlar icra etti: Gerçek işgali gerçekleştirmek isteyenlere gerekçe temin etme görevini yerine getirdi. ABD’nin PYD’si de, ABD’nin İran’ı da, IŞİD’i mazeret ede ede önemli hedeflerini kısmen de olsa gerçekleştirdiler.

        PYD IŞİD dedi, sonra torbadan ulusal kurtuluş savaşı ve konfederasyon hedefleri çıktı; Türkiye’ye komşu yerleşim yerleri üzerinde kantonlar ilan etti. Arapları ve Türkmenleri göçe zorlayarak, “IŞİD’ci olduğunuzu söyleriz, ABD’ye bombalattırırız” tehditleriyle.

        IŞİD’in gücünün ve büyüklüğünün abartılması “Sünniliği” tehdit haline getirmeye; bu da en çok İran’a yaradı. Belki de amaç zaten buydu. Öyle ki İranlı generaller bugünlerde Tahran’ı, Şam’ı, Bağdat’ı, Beyrut ve Sana’yı kastederek “Beş büyük kent artık Şiidir; bu büyük İran imparatorluğu demektir” diyerek övünüyor.

        Ama Türkiye’nin varlığı keyiflerini kaçırıyor.

        IŞİD’i bir vizenin adı olarak gören ve kullanan aktörlerin, IŞİD’den bizatihi zarar gördüğü için sahaya inen, laik, demokratik bir hukuk devleti olmakla beraber tarihsel perspektif diye bir şeye de sahip olan Türkiye’yi tehdit olarak görmeleri anlaşılabilir.

        İyi de bizimkilere ne oluyor? Neden Musul konusu dışarıdan olduğu kadar içeride de tezvirat konusu olabiliyor?

        Anlaşılan vekâlet savaşları olduğu gibi “vekâlet rahatsızlıkları” diye de bir şey var. Türkiye’nin Musul üzerinde oynanan oyunlara bigâne kalmama dirayetinden; başka güçler adına, “vekâleten” rahatsız olanlar...

        Diğer Yazılar