Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sosyal medyada aralarında iri kıyım ünlülerin de bulunduğu insanların birbirleri hakkında ya da çeşitli kurumları hedef alırken kullandıkları kelimelere bakın: “Tutuklansın" ‘"istifa etsin" "kovulsun" "kapatılsın’"

        Kâh Suriyelileri kovuyorlar.

        Kah kerameti kendinden menkul istihbaratlara dayanarak ihbarcılığa soyunuyorlar.

        Kâh saygın kurumları işaret etmek amacıyla "fi tarihinde FETÖ’cüleri işe almıştı" gibi ifadeler kullanarak kurumu, başkanı ya da bakanı hedef gösteriyorlar.

        Birilerinin istifaya çağrıldığını ya da tutuklama talep edildiğini görmediğimiz bir gün bile geçmiyor.

        Cumhurbaşkanlığı makamı barolarla, MHP Türk Tabipler Birliği ile, İçişleri Bakanlığı Anayasa Mahkemesi ile çatışıyor.

        Mimarlar Odasıyla Gezi'den beri süren bir kavga var.

        Uzun yıllar önce eczacılarla kavga edildi.

        AK Parti’nin en görkemli yılları olduğu için görülmedi. Zaman içinde küçük ölçekli eczaneler yeni regulasyonlardan olumsuz etkilendiler. Borçlandılar, zayıf halka durumuna düştüler. Bunlar arasında değer arz eden lokasyonlarda bulunanları, il sağlık ilçe sağlık müdürlükleri ve eczacılar odası arasında kurulan ahbap çavuş ilişkileriyle, hiçbir delil ya da kanıt olmadığı halde muvazaa gibi iftiralara uğrayıp iş yerlerini yitirdiler. Dükkanlarının yerine arkası sağlam ‘kayırılmış’ kişiler yeni eczaneler açarken, yerinden edilmiş olanları hala mahkemelerde sürünüyor. Bir yakınımın başına gelmese, bu partiler üstü siyaset üstü menfaat çarkının, serbest mesleği dahi nasıl hukuka değil ‘ilişkilere’, o ilişkiler arasında gezen rüşvet beklentisini tartmaya filan dayalı hale geldiğine bu kadar yakından tanıklık edemezdim.

        Sonra bir ara doktorlarla çatışıldı. Doktorlar yurtdışında doktor getirilmekle tehdit edildi. Muayenehanecilik ‘Senin merdiven aralıkların 18 cm değil ama olmaz ki’ gibi ‘kriterlerle’ neredeyse bitiriliyordu. İstanbul’daki çoğu bina, dönemin Sağlık Bakanının ‘kriter’lerini karşılamaya yetkin olmadığı için, muayenehaneler neredeyse yok olacaktı. Artık sebep, kentsel dönüşümü teşvik etmek miydi, piyasayı çaresizlik içinde bırakıp şehir hastanelerinde rol üstlenecek tabipler için rekabet yaratmak mıydı bilmiyorum. O saçmalıklar yaşandı sadece, onu biliyorum. Daha sonra bir orta yol bulundu bulunmasına, ama o günlerde konuya dair yazdığım üç yazı, bugünleri anlamak için yeterince ipucu içeriyormuş.

        O yazılardan birinde, 2011’de görüş aldığım uzm. dr. Furkan Ç., şöyle demiş mesela: 'Serbest hekim'lerin yok edilmesi isteği, serbestliğe olan şüphenin göstergesi. Çünkü dünyanın her yerinde orta sınıfı, kendi emeği, hizmeti, çalışması ile kendi kendisine ayakta durmayı başarabilmiş olanlar oluşturur. Hükümete kendi kendine ayakta kalabilen bir toplumsal grup istemiyor. AK Parti'ye oy verdik ama aptal değiliz, doktoruz ama antisosyal değiliz, gidişatı görüyoruz."

        Yıl 2011.

        “Serbest hekimlerin yok edilmesi isteği, serbestliğe olan şüphenin göstergesi” cümlesi sizce de çarpıcı değil mi?

        Anlayacağınız, kafası bozulanın acil servis kapılarına rahatça dayanabildiği, hekimleri tehdit edebildiği bir ülke konumuna bir gecede gelmedik. Yavaş yavaş olduğu görülebiliyor.

        Elbette Türkiye’nin sağlık atılımları paha biçilmezdi. Sezarın hakkı Sezar’a, sağlık sisteminde çok mesafe katetti Türkiye. Sosyal devletin güçlü olduğu yerlerden devletin yapması gereken fedakarlığı ve korumacılığı, kapitalizmin gelişmiş olduğu yerlerden ‘hız ve etkinlik’ yollarını alarak karma bir rejimle iyi bir noktaya geldi Türkiye’deki sağlık sistemi. Ancak bu aşamaya gelinirken bile her türden doktorla kavga edildi. Üniversitelerde öğleden önce profesör öğleden sonra tüccar olanları haklı olarak karşısına aldı hükümet. Fakat bu arada kendi halinde özel muayenehanesinde çalışanlara da şu mesaj verildi “Kimse ben özeldeyim diye kendisini fazla bağımsız hissetmesin, olmazsak olmazsınız”

        REKLAM

        Nitekim, şimdi görüyoruz ki, tam olarak bu alt metin gereği, Türkiye’de serbest piyasa yok, tek alıcısı devlet olan şirketler var. ‘Ama biz özel sektörüz’ filan derken de hayli komik oluyorlar

        Demokratik değerlere sahip çıkması gereken burjuva yok, sadece dün askerden çok askerci bugün Cengiz’den çok Cengiz’ci TÜSİAD var.

        Bir ülkenin demokrasi ve özgürlük kalitesinin mihenk taşı olan hukuk güvenliği yok, ‘bireysel başvuru hakkının’ yani ‘devlet’ karşısında avantajsız durumda olan bireyin/sivilin tek koruyucusu haline gelmiş Anayasa Mahkemesini her an her fırsatta terbiye edebileceğini düşünen siyaset var.

        'Devlet' tek temel değer haline gelince ne Türk Tabipler Birliği’nin ne başka bir örgütlü yapının Covid 19 vakalarıyla ilgili rakamların şeffaf olmadığını düşünmeye hakkı kalmıyor, hatta devleti denetlemeye cüret eden her kuruluş gibi gereksiz olduğuna hükmedilmesi an meselesi olabilir. Çünkü şüphe duyuyorsanız, bakın bu işler böyle olmaz diyorsanız devletinize güvenmiyorsunuzdur, güvenmiyorsanız potansiyel hainsinizdir.

        Katılımcı demokrasi konferanslarından, eleştirel düşünce seminerlerinden bu günlere gelinmesi hayli dramatik, acıklı.

        Diğer Yazılar