Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YOLSUZLUK operasyonu görünümlü polis-yargı darbesinde sıcak saatlerin yaşandığı günler geçiriyoruz. Seçime aylar kala yapılan ve 2. dalgasında Bilal Erdoğan'ın ismini de gözaltına alınacaklar listesine koyan girişimin "Başbakan": hedeflediğine kimsenin şüphesi kalmadı. Aynı 2. dalgada Başbakan'ın bizzat uğraştığı, önem verdiği projeleri inşa edecek isimlerin de olması, hedefin sadece Başbakan'ın şahsı da olmadığını, büyüyen ve gelişen bir Türkiye'nin hedef tahtasına oturtulduğunu gösteriyor. Zira savcının gözaltına almak istediği isimler arasında 3. havalimanı projesinin konsorsiyum ortaklarından Kalyon İnşaat'ın patronu Orhan Cemal Kalyoncu ile Cengiz İnşaat'ın patronu Mehmet Cengiz de vardı.

        Vatana millete faydalı diye yolsuzluk yapanı görmezden mi geleceğiz? Tabii ki hayır. Fakat hatırlamak gerekir, bugün operasyonları sanki mecburen savunur hale gelmiş isimlerin geçmişte yazdıkları gibi, "seçime birkaç ay kala" başlatılan böylesi büyük yolsuzluk operasyonları her zaman sadece "proje" olarak yürürlüğe konmuş işlerdir. Bu operasyonlar "Doğruyu arama ve yoksulluktan arınma talebinden çok siyasette belirli bir imaj ve hava oluşturmak içindir ve güvenilir olma özellikleri" yoktur.

        En ilkel sokak kavgasının bile raconu var. "Adamsanız teker teker gelin" diye bağırır dayak yiyen. Bir yolsuzluk soruşturması yapıyorsan seçime üç ay kala değil, mümkünse "seçim sonuçlarının sabahında" elindeki dosyaları kamuoyuyla paylaşırsın. Yolsuzluk üzerinden siyaset alanına suikast yapmaz, suçun sahsiliği prensibinden hareketle suçun işlediğini iddia ettiğin alanla sınırlı kalırsın. Haa bir de, polis isen meslektaşlarına, savcı isen başsavcına güvenirsin. Kapalı zarfta alınan talimatlarla yaptığın işte yekdiğerine güvenmiyorsan, bunun nedeni sorgulanır. "O' hangi kritere göre güvenilir değildir? "Sen" neden bu gizli operasyon için "seçilmiş"sindir? Ve acaba o kriter, o referans noktası mevcut hukuk sisteminin koruduğu bir referans mıdır? Elbette hayır. Bir yapıya mensubiyet üzerinden oluşturulmuş kliklerin, kamu otoritesinin öngördüğü hiyerarşi biçimine alternatif olarak geliştirilmiş mekanizmaların hukuk devleti tarafından korunması demek kamu güvenliğinden sorumlu kurumların bölünmesine davetiye çıkarmakmış, yaşadık-gördük. Çarşamba günü ve aynı günün gecesini perşembeye bağlayan süreçte Vatan Caddesi'ndeki Emniyet Genel Müdürlüğü tam da böyle bir bunalım yaşadı.

        Siyasiler arasındaki çatlak da aynı yapının organizasyonu. Operasyonları medyatize eden kalem ve klavye sahiplerinin özenle sahip çıktığı Erdoğan Bayraktar mutantan bir istifa ile aramızdan ayrılırken, bir yerlere söz verdiği izlenimi uyandıran siyasi bir şov yaparak Başbakan'ı istifaya davet etti. Bayraktar'ı hatırlayalım. O çok yorulduğunu, artık torun sevmek istediğini, bu yüzden siyasete atıldığını söyleyen kişi. O, Türk Telekom Arena'nın açılışını provoke eden, Galatasaraylıları açıktan aşağılayarak kitlenin Başbakan'ı protesto etmesine neden olan kişi. Yokluğu kayıp mı? Varlığı hataydı denilebilir. Zaten ne öğrendik? Meğer o teatral "Baskı görüyorum" meselesinin de aslı yokmuş, beyefendi görevden alınmış.

        İsmi operasyon bağlamında alınmış diğer bakanların istifaları da, ilgili kişiler masum olsa da gerekliydi, keşke daha erken söz konusu olsaydı. Çünkü bu "algı"ya oynayan bir operasyondu, kimsenin mahkeme sonucuna bakmayacağı fikri üzerinden tasarlanmıştı. Ancak bu gecikme "Bakanlar neden istifa etmiyor, neden Başbakan yolsuzluk iddialarına ismi karışan kişileri koruyor?" diyenler ile Bayraktar'ın Başbakan'a yaptığı istifa çağrısı üzerinden hazır kıta haline geçip yeni algı zeminini oluşturmaya çalışanların aynı kişiler olduğunu göstermesi bakımından hayırlı oldu. Mesele bakanların istifası değilmiş!

        Sonuç itibarıyla halk nezdinde bir meşruiyeti olan cemaati polisin vagonu haline getiren bir akıl ve çok aşamalı bir planın sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Dün kendi okullarını kurmak için bavullarla himmet parası taşıyanların, imam hatip yapılması için verilen bağış paralarını, konuldukları kutulardan, çantalardan bahisle kriminalize edebilmeleri, bu yabancılaşma, bu kendini inkâar hali tek kelimeyle ürkütücü. Kendini hatırlayamayanların çılgınca alkış tuttuğu "dostmodern darbe" geçmiş, hatır hukuk tanımıyor. Öylesine tanımıyor ki, tarafsızlığına çoktan gölge düşmüş olan HSYK, darbenin muhtıra ayağını da tamamlayıveriyor.

        Diğer Yazılar