Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Evet... Bu yerel mahkemenin de Yargıtay’ın kararı da yanlıştır. Bilindiği gibi başta Anayasa Mahkemesi kararları, Yargıtay’ın, yerel mahkemelerin verdiği her karar tenkit edilebilir ve tartışma konusu yapılabilir.

        Yıllardan beri yazıyorum. Tekrar ediyorum. Dünyada hukuk ve çeşitli özgürlükler yönünden yasaklı bir ülke olarak biliniyoruz. Ve gerçekten de öyleyiz. Çok kısıtlayıcı bir hukuk sistemimiz var.

        Ancak, böylesine bir hukuksuzluk içinde, toplum hayatımızda çeşitli mahkemelerin aldığı öylesine kararlar var ki, toplum hayatını kökünden sarsmaya yeter de... Artar da...

        Bunlardan biri günlük hayatımızın içinde “küçük Melike’nin aile sevgisinden mahrum büyümesini kabul eden bu yönde karar veren aile mahkemesi ve bu mahkemenin kararını onaylayan Yargıtay Hukuk Dairesidir. Biz bu kararı eleştiriyoruz.

        OLAY NEDİR

        Bilindiği gibi, Muğla’da iki yıl önce 26 yaşındaki Sedef B kocasından şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmak ister evini terkeder ve kızı Melike’yi de alarak annesinin yanına gider. Lütfi B kıskançlık nedeniyle Eylül 2013 de boşanma davası açan eşi Sedef’i tabanca ile öldürür.

        Savcılık Muğla Ağır Ceza Mahkemesi’nde iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle dava açar.

        Kızını mezara, damadını hapislere bırakan anneanne sekiz yaşındaki torunuyla beraber yaşamakta iken, açtığı vasilik davasından dolayı, katil damadının ailesi tarafından da mukabil dava ile karşılaşır.

        Her iki büyük anneler vasiliğin kendilerine verilmesi için ısrarlı olunca mahkeme sekiz yaşındaki çocuğu hiçbirine vermeyerek, devlet korumasına alınmasını uygun bulur.

        Çocuklarının, velayet ya da vesayetlerinin kendilerine verilmesi konusu, her devirde ve her çağda rastladığımız konulardan biridir. Örneğin, İslamiyetin daha ilk yıllarında Hz.Peygamber Efendimizin vefatından sonra, kamu görevi üstlenen Hz Ali’yi ziyaret eden iki kadın, bir çocuğun sahipliğinde anlaşmazlık yaşamışlardır.

        Her iki kadın da küçük çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia ederler ve kendilerine verilmesini isterler.

        Anlaşmazlık devam edince Hz Ali yanındakilerden birine işaretle deve kervanlarının başındaki ustanın getirilmesini ve ustadan gelirken develeri kurban ederken kullanılan büyük satırlardan birini de getirilmesi istenir.

        Usta gelir ve Hz.Ali küçük çocuğun huzura getirilmesini ister ve annelere şunu söyler “mademki her ikiniz de çocuk benimdir” diyorsanız şimdi çocuğu tam ortadan ikiye ayıracaklar. Birer parçasını alır gidersiniz.”

        işte o zaman annelerden biri ‘hayır, hayır’ diye yalvarır. Ben talebimden vazgeçtim. Çocuğu annesiyim diyen bu hanıma verin.”

        İşte o zaman Hz. Ali “çocuğun gerçek annesinin, talebimden vazgeçtim diyen” anne olduğunu anlar ve çocuğu ona verir.

        Dedim ya bizim Anayasamız da, yasalarımız da, bazı hâkimlerimiz ve bazı savcılarımız da, bazı Yargıtay üyelerimiz de defoludur.

        Bu tür davalarda mahkeme “Sosyal hizmetler uzmanlarımızdan rapor alır, büyük ihtimalle, bu uzman da defoludur. Oysa, uzmanlar kesin görüşleriyle birlikte, duruşma hakimine yön ve istikamet vermek zorundadır.

        Uzman, kesin olmayan bir karar vermiş, mahkemeyi kararsız bırakmıştır.

        Sekiz yaşındaki çocuk, altı yaşından beri anne-annesiyle beraberse, bu çocuğun anne-anneye verilmesi uygun olurdu, diye düşünüyorum.

        Son söz, Yargıtay’ın bu kararına rağmen yine de (bana göre) bir çıkış yolu olmalı. Ve bu yol vardır.

        Diğer Yazılar