Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gecikmiş bir yazı olacak. Biraz aptallığımdan, biraz da trafikten, kısıtlanmış internetin yarattığı navigasyon mağduriyetinden, her kula nasip olmayacak uğurlamana da gecikmiştim zaten. Cuma günleri yazı için tahsisli bana. Özür fırsatı gördüm. Kabul et Paşam!

        Vardı elbet herkes gibi onun da bir sancı kumbarası. Onun farkı; dolduğunda kumbara, başkası gibi kırıp-saçmak yerine ikinciyi-üçüncüyü de alıp biriktirmeye devam etmek oldu. Onu iyi tanıyanlar bilir. Onun 17 yaşında başladığı gazetecilik hayatında, geçtiğimiz pazar gününe dek kırmayıp biriktirdiği 48 sancı kumbarası vardı. Ona kalsa; 68, hatta 78 kumbarayı bulurdu değil, bulmak zorunda idi. 65 yaşına kadar taşıyabildi içine biriktirdiklerini. Herkes anlamaz. Çünkü sadece içine atmanın ne olduğunu bilen anlar bu tür kumbaraların ağırlığını.

        Gönül koyduğuna sesli isyanı, ‘‘Yakışıyor mu’’ demekten ileri gitmedi hiç. Biz de ona yakıştıramadık 48 yıl hayatı bahasına deklanşörlediği şaheserlerden sonra. Yakışmadı konu olduğu o fotoğrafa. Yaşamayı hiç mecburi hizmet görmemişti ki dirisine şaka yollu bile asla yakıştırtmadığı ölümü, biz cenazesine yakıştıralım! Ne selası, ne de önünde saf tutulan er kişi musalla ve dört kollusu bile nafile geldi bize. O fotoğraf; vedalaşmanın ıslak imzası dahi olmadı bizim kabullenmemize. Ondan zaten yansımadı omuzlarda taşındığı an ne ekranlara ne gazetelere.

        Adını kartvizit kılabilmek, bir melekedir. Kurumlarla değil, kendi adı ile tanınır olmaktır o durum. Ergun Ulcay ismi, tam da öyle. Bir de rütbeleştirilmişini taşırdı üstüne. Mesela; Baş Ağa’dan evrilme bir unvandır Paşa. Yakışanı elbise edinmektense, yakışanı yaşama ve yaşatma harcına sahiplik farkı taşıyanlar içindir o unvan. Onun harcı, kendisine yapılmasına katlanamayacağını, başkasına yapmama ve hatta yaptırmama sağlamlığında karılmıştı bir de. Adamlığın Baş Ağası olmasındandı kartvizit adına eklenen Paşa’yı ona unvan kılan.

        Ekmek kavgasında olmadı hiç. Bulabildiği ekmeği, ‘‘Doyacağımız bir lokma, gel sen de otur sofraya’’ diyen oldu hep. Hastanedeki 8 günlük çırpınışı, girdiği tek kavga.

        O da Cemal Süreyya’nın şiirini çağrıştırdı bana;

        Ölüyorum tanrım!

        Bu da oldu işte.

        Her ölüm erken ölümdür.

        Biliyorum tanrım.

        Ama, ayrıca; aldığın şu hayat fena değildir.

        Üstü kalsın!’

        Hayata sımsıkı sarılı iken, uğranan ve uğratılan hayal kırıklığının bundan güzel anlatım şekli olamaz. Tanrı ölüm döşeğinde bu şiirden sonra şaire bile gülerek “hadi tamam, biraz daha kal” dememiş. Ama umut işte; biz demesini umduk Paşa Ergun Ulcay için o 8 gün. Duymak istemediğini illa ki duyuyor insan, kaçış yok. İtiraf edeyim; yaratanın af ediciliğine sığınarak şunu hissettim; Orada bile itirazlara rağmen ‘‘Alalım arkadaşı içeriye” deniyor işte!

        Diğer Yazılar