Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hafızasız bir toplum olabiliriz, 20 sene önceki olayları genç kuşaklar bilmiyor da olabilir. Ama hepimiz unutmuş olamayız değil mi?

        Meral Akşener ülke tarihinin belki de en karanlık döneminin İçişleri Bakanı’ydı. Susurluk kazasının üzerinin örtülmeye çalışıldığı, fail-i meçhul cinayetlerin birbiri ardına geldiği, devlette türlü mafya babalarının etkisinin ve sızıntısının ayyuka çıktığı yıllarda aydınlatma değil, üzerini örtme görevini üstlenmişti.

        Yıllar içinde kendisine verilen “Asena” lakabına hep bağlı kaldı. Akşener soyadını aldığı eşiyle Abdullah Çatlı sayesinde tanışmıştı. İçişleri Bakanlığı’ndan sonra hep ait olduğu MHP saflarında siyasete katıldı, bir daha da merkeze oynamadı.

        Ama bu yolculukta epey değişti de. Kullandığı erkek dili gitti, daha ılımlı, daha olgun bir tavrı benimsedi. Bu sayede epey de puan topladı; bugün ona potansiyel bir lider gözüyle bakılıyorsa aldığı yolun, değişiminin önemi büyük.

        Ne kadar değişirse değişsin o geçmiş orada duruyor tabii ki.

        Sonradan pişmanlığını açıklasa da en büyük günahlarından biri Hürriyet yöneticilerinin telefonlarını gizlice dinletmek, bu telefon kayıtlarını kamuoyuna açıklamaktı.

        Zamanında, “Cezam neyse çekerim, yeter ki kamuoyu aydınlansın” diyordu ama şahsi bedeli ağır oldu. Çok yüklü bir tazimata mahkûm edildi, haciz geldi, borçlarını krediyle ödemek zorunda kaldı. Ama siyasi olarak gerektiği kadar da yıpranmadı, yeteri kadar hasar almadı. Sahi, bu olayın ne zaman bu kadar kolayca unutulmasına karar verildi de şimdi Hürriyet yazarı Ahmet Hakan onu yakın geleceğin potansiyel başkan adayı olarak pazarlıyor?

        Ama tabii hiç kimse siyah veya beyazdan ibaret değil. Meral Akşener’in bir önemli davranışı da 28 Şubat sürecinde darbe yapmak isteyen generallere karşı duruşu, Batı Çalışma Grubu’nu deşifre etmesiydi. Kimileri siyasette uzun süre kenara itilmesini buna bağlıyor.

        YENİ SENARYOLAR

        Son zamanlarda yeni siyaset senaryoları yazan herkesin aklında Meral Akşener var.

        Kuracağı merkez sağ parti oyları bölecekmişgüya, Kemal Kılıçdaroğlu gidince sol toparlanacakmış. Ama iki ayrıntı gözden kaçıyor. Birincisi, hangi partiyi kimin yöneteceğinin yeni sistemde anlamını yitirdiği. Partilerin önemi azaldı ve siyasette başarının tek ölçütü başkanlık seçimine indi.

        Ayrıca, yeni sistem beraberinde yeni isimlerin ortaya çıkmasını da şart koşacak. Sistemi oluşturan, yıllarca profesyonel siyasette öyle ya da böyle yıpranmış isimlerin zorunlu olarak kenara çekilmesi gerekecek. Bu belirsizlikte bile kesin olan bir tek şey varsa Erdoğan’a karşı kuvvetli rakibin mevcut isimler arasından çıkmayacağıdır. Çünkü seçmen değişim istediğini, defalarca tercihini düzenin dışından birine şans vererek gösterdi.

        TÜRKİYE-ABD-FRANSA

        Beklenti her yerde aynı

        HÂLÂ Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarını iktidara taşıyan yolculuğun anlamını çözmemekte direniyor Türkiye. Erdoğan, beceriksiz ve Türkiye’yi krizden krize sürükleyen, batırma noktasına getiren siyasetçileri gömerek yükselmişti 2003’te.

        Pazar günü Fransa seçimlerinde, daha önce ABD’de de hep aynı kural işledi. Toplumlar mevcut siyasi düzenden bunaldıklarında çözümü sistem içinde değil, sistem dışında arıyor.

        Hayal kırıklığı ve umutsuzluk belli bir noktaya vardığında birinin yıllarca devlet tecrübesi edinmiş olmasının, birikiminin ve tanınırlığının hiçbir anlamı kalmıyor. Kim ne kadar parıltılı olursa olsun eski düzenin bir parçasıysa otomatik olarak diskalifiye oluyor.

        Amerikan seçmeni bir türlü yerleşik düzenin en büyük simgelerinden biri olarak gördüğü Hillary Clinton’a güvenemedi bu yüzden. Halbuki sekiz sene önce sadece kitaplarıyla bilinen ve devlet tecrübesi sınırlı Barack Obama’ya Beyaz Saray’ı emanet etmekten çekinmemişti.

        UÇ SÖYLEMLER YÜKSELİYOR

        Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkarılan Ekmeleddin İhsanoğlu yeni bir sözü olmayan, üstelik rakibinin kötü bir taklidinden öte varlık gösteremeyen cılız bir adaydı. Heyecan yaratamayınca mevcut düzen kazandı.

        Bıkkınlık belli bir raddeye vardığında aşırı uçlarda da olsa yeni sözler söyleyen figürler kazanıyor. Fransa tarihinde ilk kez tam da bu yüzden iki büyük merkez parti ikinci turu göremeyecek şimdi.

        Hiç kimsenin ciddiye almadığı, ekibinin tecrübesizliği gün gibi ortada duran Donald Trump bu yüzden ABD’yi yönetiyor.

        Beni mutlu eden şeyler

        - “30 Rock” dizisini yıllar sonra baştan başlayarak sırayla yeniden izlemek... Bir oturuşta dört-beş bölüm su gibi akıyor.

        - Calvin Harris’in Frank Ocean ve Migos vokalleriyle süslediği muhteşem “Slide” şarkısı. Hemen her yerde mutlaka bir-iki kere çalıyor.

        - Hayaletler üzerine bildiğimiz bütün hayalet filmlerinden bambaşka bir duruş sergileyen, günümüzde iletişim kurduğumuz (mesela mesajlaştığımız) insanların da birer hayalet olabileceğini gösteren “Personal Shopper” filmi. İki kere izledim.

        - Terrence Malick’in Austin’deki müzik dünyasının içinde geçen starlık, aidiyet, kendini bulma ilişkileri üzerine epey söz söyleyen “Song to Song” filmi. Sadece Ryan Gosling, Michael Fassbender, Cate Blanchett değil, filmde Iggy Pop ve Patti Smith de var.

        Diğer Yazılar